Vilayetin web sayfasında en üst sırada yer alan haber “yeni dizayn edilen makam odasından” bildiriyor.
Vali Ayyıldız “Gerek gönül kapım gerekse makamımızın kapısı sonuna kadar vatandaşımıza açıktır. Vatandaş her şeyden önce gelir. Daha önceki görev yerlerimde uyguladığım kapılarımızın açık olmasını burada da uyguluyoruz. Valiliğe gelen ve benimle görüşmek isteyen herkese kapımız açık” diyor.
Hah, işte ben de bu samimiyetine güvenerek seslenmek istiyorum kendisine: “Amirim, memuruna mukayyet ol!”
*
DHA muhabiri arkadaşımız Murat Gürkan’ın geçtiği haber, “hayvansevmez” ve “hayvansever sevmez” yönümüzü –çok affedersiniz- sukabağı gibi, balkabağı gibi ortaya koyuyor.
Nereden tutsanız anormal hadiseler şöyle gelişiyor.
Naime Urul, Aydın’ın Nazilli ilçesinde yaşayan ve kendisini muhtaç hayvan dostlarımıza adamış yalnız bir insan.
Peki, bu albümden ‘Wigwam’in single’ının yeniden çıkması sadece bir rastlantı mıydı?
Yaz başında, yurtdışında bir plakçıda yeni çıkan 45’likleri karıştırırken karşıma Bob Dylan’ın ‘Wigwam’i çıkınca, “Bayram değil seyran değil” diyebilmiştim ancak.
‘Wigwam’, Bob Dylan’ın en kötü albümleri sayılıp dökülürken çoğu hayranının (ve hatta Bob Dylan’ın!) ilk sıraya koyduğu 1970 tarihli ‘Self Portrait’in en başarılı şarkısıydı.
Ben şarkıyı çok severim hatta daha ileri giderek, ‘Self Portrait’i de çok kötü bulmadığımı söyleyebilirim. Fakat 33 yıl sonra parçanın, hem de demo kaydının yeni bir 45’lik olarak piyasaya çıkması?..
Plağı evirip çevirince anlaşıldı ki; meşhur ‘Bootleg Series’in 10’uncu albümü ufuk çizgisinde belirmiş ve bu sefer tema ‘Self Portrait’ dönemi; yani kabaca 1969-1971...
Bob Dylan’a takıntısı olmayanlara anlattıklarım pek bir şey ifade etmiyordur, kusura bakmasınlar; hemen açayım konuyu.
Nasılsınız, iyisiniz inşallah ve de maşallah?
*
Eyy cihan lideri, mitinglerin efendisi, kongrelerin kaplanı, salonların efendisi, mahallelerin hamisi... Başıma bir şey gelmeyecekse, sesimin tonunu uyuyan bir bebeciği rahatsız etmeyecek şekilde akort ederek soracağım: Limon mu, sirke mi? Turşusal bakımdan yani...
*
Boyuna bosuna, özenle seçilmiş kravatlarına, ceketinin iç cebinde saklanan tarağına kurban olduğum yüce insan... Sadece ben değil, sadece ülkemiz ve komşularımız değil, sadece bu dünyadakiler de değil, tüm Güneş Sistemi merak etmekte... Uygun görürseniz cevap bahşediniz lütfen: Kahveyi sütlü mü içeriz sade mi?
*
Her şutu 90’a giden, kalecilere tatlı bir endişe salan şampiyon insan, atlet komple bünye... Manyakça bir merak içinde soruyorum: Araba kaç yapıyor?
*
Malum, “Her karşımıza çıktığında kayıtsız şartsız teslim olduğumuz filmler” diye bir kategori var ve 1977 model bu klasik de onlardan biridir, ilk sıralarda yer alır.
İlk seyrettiğim günden beri güldüğüm her yerde yine gülerek seyretmeye başladım; hemen hepimizin yaşadığı bir histir herhalde.
Şaban (Kemal Sunal) ve Ramazan’ın (Halit Akçatepe), hafiyelik faaliyeti kapsamında çarşafları çekip, bohçacı kadın kılığında konağa geldikleri sahneye varıldı.
Muhteşem ikilinin kapıdan geçememe numaraları devam ederken, “konağın azmış ihtiyarı” Neşet (rahmetli Necdet Yakın oynar) arkalarında belirir ve “bip”lerine dokunarak taciz eder.
“Bip” deme sebebim, filmdeki “kıç” yerine “bip” konulması.
“Kıç”ın ayıplı sanılma ihtimaline karşı bip tercih edilirken mesela şu diyaloğun sakıncasız bulunmuşu:
Halit Akçatepe’nin gerçek hayatta babası olan rahmetli Sıtkı Akçapete, kulakları ağır işiten, yanlış duyduklarına uydurduğu cevaplarla güldüren “Sıtkı Paşa” rolündedir filmde.
Kimsenin henüz duymadığı bir grup bulmak ve ilk kez dinletmekti amacımız. Yeni bir grubu keşfedip arkadaşlara hava atmak...
Hemen herkesin yeni olarak Duran Duran, Depeche Mode, Blondie vesaire dinlediği günlerdeyiz. 1980’lerin başları, tıfılız ve ziyadesiyle uyuz olmak azmindeyiz.
Elbette biz de herkesin dinlediklerinin peşindeyiz ama serinkanlı olarak anılmak için hep bir yeni grup, orijinal elemanlar bulmak peşindeyiz.
Kimsenin henüz duymadığı bir grup bulmak ve ilk kez dinletmek alabileceğimiz en büyük paye. Böyle masum oyunlar peşindeyiz.
O sıralar Topesto’nun en baba esprisi muhabbet ağına yeni düşürdüğümüz arkadaşlara en masum, en saf/salak halini takınarak “Queen diye bir grup keşfettim dün, dinledin mi?” demek.
Queen dinlenmez mi? Bu saflığı bozmak istemeyen iyi yürekli insanların “Aa dinlemiştim” derken “Salak mı bu ya?” diye bakması yetiyor eğlenmemize...
Basit gerçeklik benim diyen mizahçının aşamayacağı bir komediye dönüşebilir.
* * *
Mesela...
AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik’in Başbakan Erdoğan’ın canlı yayında ağlaması sonrasında başlayan tartışmalara cevaben “Bugüne kadar sığırların ağladığı görülmemiştir” dediği gün Kanal T, canlı yayında bir öküz ağırladı.
Kanal T Haber Dairesi Başkanı Fethi Akar ve sarı kravatı (dikkat çekmemesi imkânsızdı, o bakımdan vurgulama ihtiyacı duydum), adı belirtilmeyen bir öküzle gündemi değerlendirdi.
Olaylar şöyle gelişti...
“Televizyon tarihinde bir ilk” diyerek yerinden kalkan Fethi Akar, soyadını belirtmediği spiker Resmiye Hanım’ın “Bütün bunlar şu anda gerçekten oluyor di mi? Stüdyoda bir öküz var di mi? Alan açın bayılacağım” ifadesi eşliğinde buzağıdan hallice büyükbaş arkadaşımızın yanına yürüdü.
* * *
“Erdoğan belgeseli: Ustanın Hikâyesi” başlıklı yazıda, Başbakan’ın 3 Eylül’de Melih Gökçek’in oğlu Osman Gökçek’in yönetimindeki Beyaz TV’de canlı yayında olacağı belirtiliyor.
Ama bu canlı yayın bazı gazetecilerin “Efendim topu göğsünüzde yumuşatıp voleyi yapıştırabileceğiniz şekilde şavulluyorum; velinimetimiz, kıymetlimiz, biriciğimiz...” şeklinde soru yamulttukları programlardan farklı...
Osman Gökçek bir belgesel tadında olacağını, doğduğu günden başbakanlığına tüm hayatını kapsayacağını söylemiş.
Aylardır çalışmalar sürüyormuş, neler yapılmamış neler...
Mesela Türkiye’nin değişik illerinden çocuklar Başbakan Erdoğan’la ilgili görüşlerini anlatacaklarmış.
“Başbakan+çocuk= Dinmeyen gözyaşı” milli eğitim müfredatımızın yazılmasa da ezbere geçmiş formüllerinden, malumunuz.
Canlı yayındaki Sayın Erdoğan’dan çok ekran başındaki Bülent Arınç’ın durumu daha endişe verici olabilir, benden uyarması.
Doğrudur. Bu görüşün haklılığını şöyle kanıtlayabilirim: Sıcak havaya ve önümde buz gibi bir şişe su durmasına rağmen, ilk yudumu almak için ben de sahadakiler gibi hakemin mola vermesini bekledim.
Galatasaray’ı da Bursaspor’u da lafı uzatmadan yazının hemen başında kutlamak şarttır bu bakımdan.
Galatasaray geçen haftaki pas laubaliliğini geride bırakmıştı; Bursaspor da genel formsuzluk görüntüsünü.
Ev sahibi ekip ilk yarıda daha agresif, topa daha çok sahip olan, oyunu rakibin sahasında oynamak isteyen taraftı ancak net pozisyon üretemedi. Kaleyi bulan ilk şut için ikinci yarıyı beklemeleri gerekti mesela…
Drogba-Emre değişikliği hata
Galatasaray orta saha elemanları ise derin ara paslarla forvet hattını besleyerek daha fazla tehlike yaratan taraf oldu. Bunlardan birinde de Hamit topla Burak’ı buluşturdu ve gol geldi.
Son 5 sezonda Bursa deplasmanından sadece 1 puan kopartabilen, bu süreçte sadece 2 gol atabilen Galatasaray, “yorulan düşer” tarzı gelişen maçı kontrol altına alarak 3 puanı eve servis yapabileceğine inandı.