Paylaş
Her 10 Kasım'da ağlarım. Yüreğim ezilir, içim yanar. Kendimi tutamam, ağlarım. Birileri, ‘Artık yas tutmayın’ demişti. Ben, bildiğimi yaparım. Her 10 Kasım günü yas tutarım. Dayanamam ve ağlarım!
İster sulu gözlü deyin, ister duygusal. Dün de Ata'nın manevi huzurunda saygıyla eğildim. Eşimle el ele tutuştuk, ağlaştık. 60 yıl geçti. O'nu hiç unutamadık. O'na sadece biz ağlamadık. Tüm dünya ağladı. İçimizden birileri belki sevemedi, anlayamadı. Ama bütün dünya sevdi, saydı ve ağladı.
Bizim, Kırklareli eski Ticaret Lisesi Müdürü Muzaffer Ender, 10 Kasım 1960 günü, 'Unutma' diye yazmıştı. Muzaffer Ender'i yitirdik. O duygu yüklü yazısı ise, 'Ağlayan Dünya' kitabında önsöz olarak yaşıyor. Panelde okudum, çok beğenildi. Ayakta alkışlandı. Unutma'nın tam metni şöyleydi:
‘‘Saçlarında aklar akları kovalasa; gözlerin, en sevdiğin nesnelerden bihaber olsa; bir fırtına, bütün emellerini bir anda süpürüverse, hayat seli seni senden alıp götürüverse; hiçbir şey düşünmesen, hatırlamasan, anmasan, bugünü unutma!
Zaman ölümle doğum arasında en büyük yayını çizer. Ve duvardaki saat her vuruşunda bizi biraz daha ebediyete yaklaştırır. ‘Gün nedir? Dakika nedir?' deme, yelkovan beş rakamını işaret ederken sen, daima O'nu hatırla ve bir Güneş'in battığını unutma!
Tarih, sana eski defterlerini karıştıracak; Mete'yi göreceksin, kurtla beraber; Atilla'yı seyredeceksin Roma topraklarında... Sezar'ı sert bakışlı bulacaksın; son seferden dönen Anibal'a hak vereceksin; Napolyon'u, şöhret için her şeyini kaybeden bir gurur abidesi diye hayal edeceksin. Ama bütün bunların üstünde, Kocatepe'de bir cihan ordusuna pençe vuran kartalı unutma!
Bir gün derlerse sana: ‘‘Asırlar öncesinde insanlar Güneş'e tapardı, taşa tapardı, puta tapardı.’’ Veya derlerse ki, ‘‘Jüpiter, Poseidon, Diyonizos gibi tanrılar vardı.’’ Unutma, yirminci asırda bir de mavi gözlü Mustafa Kemal vardı!
Bismarck adı seni Almanya'ya sürükleyecek; Kavur veya Garibaldi İtalya'yı hatırlatacak. Washington adını duyunca hayret etme. Çünkü onlar, kendilerinden olan kitleleri ancak kendilerine bağlamak veya tek bir cepheden gelen felekati savuşturmak kudretini gösterdiler. Yeryüzünde devlet yaratan, devir açan simalar seni şaşırtmasın. Onların hepsinin üstünde; küreğiyle, kazmasıyla, dipçiğiyle, süngüsüyle dünyaya mezar kazan; Balkanlar'ın, Karpatlar'ın, Bingazi'nin, Kafkaslar'ın, Yemen'in erittiği bir orduyla taptaze bir cumhuriyet yaratan Atatürk'ü unutma!
Yolun düşerse bir gün, gururlu dağların çevrelediği bir yaylada fışkıran bir şehir göreceksin. Bu şehir, senin tarihindir. Kulaklarında, Kocatepe'de atılan top sesleri uğuldarken, sen Rasattepe'ye yürü. Orası ‘‘Hürriyet Kabesi’’dir; kucağında deniz bakışlı bir ilah yatar. Toprağına yüz sürmeyi unutma!
Hayatın her yılı, iki baharı saklar. Bunlardan ilki doğuşun ifadesidir: Toprak bu mevsimde uyanır, ağaç bu mevsimde yeşerir, çiçek bu mevsimde açar, beşeriyet mutluluğu bu mevsimde sembolleştirir. Sonuncu bahar ölümü süsler: Sararan otlar, dökülen yapraklar, solan çiçekler, boyun büken bayraklarla beraber, O'nun da bu mevsimde göçtüğünü unutma!
Gözyaşı, insanlar için bir tesellidir: Sevdiğimize ağlarız, inandığımıza ağlarız, bağlandığımıza ağlarız. Bayraklar, büyük adamların hepsi için yarıya çekildi. Lakin ihtiyar dünyamız, bütün gözyaşlarını O'nun topraklarına serpti. O'ndan önce hiç kimseye böylesine ağlamamıştı. O'ndan sonra da ağlayamıyor. Unutma!’’
Paylaş