17 yaşındaki Nazlıcan Tağızade ile 71 yaşındaki Halis Toprak bundan iki yıl önce evlenmiş, yer yerinden oynamıştı. Aklı başında herkes bu nikaha karşı çıktı ancak ne Nazlıcan ne de Halis Toprak oralı olmadı. Özelikle kadın gazeteciler ve kadın dernekleri ayaklandılar ama kimse söz geçiremedi Nazlıcan’a. “Ben ne yaptığımı biliyorum. Size ne oluyor! Siz böyle davranınca benim eşime olan hevesim artıyor” türü açıklamalar yapıldı Nazlıcan cephesinden.
Bizlerin gözünde, maddi durumu yerinde olmayan ve henüz çocuk denecek yaştaki Nazlıcan dedesi yaşında bir adamla ‘gelecek garantisi’ adı altında evlenmiş ya da evlendirilmişti. Aslanlı Köşk’e yerleşmiş, tavrını da sertçe göstermişti. Eh ağzımızın payını aldık, sustuk.
Dokuz ay ya sürdü ya sürmedi bu evlilik ve kirli çamaşırlar bir bir ortaya dökülmeye başlandı. Karşılıklı suçlamalar yenilir yutulur cinsten değildi. Seks, entrika, para, fanteziler, şiddet her şey ortaya saçıldı. Bir tek ‘aşk’ ya da ‘sevgi’ yoktu konuşulanlar içinde...
Nazlıcan’ın intihara teşebbüs ettiğini de öğrendik bu arada.
Sonra kelimenin tam anlamıyla ‘atıldı’ Nazlıcan o Aslanlı Köşk’ten, boşanma ve tazminat davaları açıldı, hala yargıda...
Bilen biliyor, bir süredir Mehmet Coşkundeniz ile birlikte Star TV’de ‘Duymayan Kalmasın’ adlı programı sunuyoruz. Geçen hafta konuğumuz oldu Nazlıcan.
Ben kızgındım ona; seçtiği yaşam tarzına, 17 yaşında 71 yaşındaki bir adama ‘gelecek kaygısı’ adı altında gelin olmasına...
Hani insanların bam teli vardır ya, basıldığında canavara dönüşür, beni de çileden çıkartacak şeyler var. Örneğin saygısızlık ki en sık rastlanılanı, toplu taşıma araçlarında yanına oturup tam senin kulak hizana getirdiği telefonuyla en özel durumlarını bile konuşmaktan, dedikodu yapmaktan çekinmeyen insanlar... Acil durum vardır anlarım ama “Ben yoldayım sen n’apıyorsun” demek için konuşanların elinden o telefonu alıp camdan fırlatmamak için kendimi çok zor tuttuğum ya da cümlesi bitince “E, ne yapıyormuş bari arkadaşın?” dediğim çok olmuştur.
Toplu taşıma araçlarında yüksek sesle konuşmak ayıptır, görgüsüzlüktür ve maalesef sinirden saçınızı başınızı yolmaktan başka yapabileceğiniz bir şey yoktur...
Ancak toplu taşıma derken, uçağı ayırıyorum çünkü uçakta telefonla konuşmak düpedüz hem kendinin hem de etrafındakilerin hayatını riske atmaktır...
Biliyorsunuz ki, uçakta bir anons yapılır ve telefonlarınızı terminal alanına girene kadar açmamanız gerektiği söylenir. Bu da laf olsun diye değil, o manyetik dalga ciddi bir risk oluşturduğu için yapılır.
Ancak sadece biz Türk insanına özel bir durum var: Her birimiz kendimizi borsada milyon dolarlar yönettiğimiz ya da devletin en stratejik karar mekanizmasının başında filan sandığımız için pek önemsiyoruz. Uçak tekeri yere değdiği anda da milyon doları saniye farkıyla kaçırmamak, az sonra çıkacak savaşı filan durdurabilmek edasıyla hemen cep telefonumuza davranıyoruz!
Hostesler de çok önemsemiyor bu durumu. Bıkmışlar artık... Sonuçta ben ve benim gibi yolculara kalıyor iş! Geçen haftalarda yine böyle bir olay yaşadık, uçak hareket halindeyken açtı bir bey telefonunu ve başladı konuşmaya:
“He, geldim abi. Tamam inerim birazdan.”
Hikaye şöyle...
(Kitapta olduğu haliyle yani anlatım bozukluklarını düzeltmeden yazıyorum...)
Vaktiyle çok güzel renkleri olan bir kelebek evlenmeye karar vermiş. Ardından güzel bir eş bulmak için bahçe çiçeklerini dolaşmaya başlamış. Aradığı eş kendine yakışan bir çiçek olmalıydı. Bütün zamanını çiçek bahçelerinde geçirmeye başlamış. Bazı güzel çiçeklere kimi böcekler konuyormuş. Oysa kelebek saf, el değmemiş bir çiçek arıyormuş. Üstelik çiçeklerin hepsi birbirinden güzelmiş. Bir papatyaya sormuş, “Şu güzel çiçeklerden hangisi bana eş olabilir?” Fakat cevap alamamış. Kelebek bir cevap alamayınca papatyanın yanından ayrılmış. Uçarken gözü beyaz renkli laleye takılmış, “Rengi çok beyaz, boyu da çok uzun bana yakışmaz” diye düşünmüş. Çiğdemleri ise hiç rahatsız etmemiş. Sonunda güzel bir menekşe görmüş. Ancak onlar da solunca güzellikleri kalmıyormuş... Sürekli uçmaktan yorgun düşen kelebek, bir evin penceresine dinlenmek için konmuş. Evin sahipleri kelebeği çok beğenmiş, yakalayıp bir tabloya iğnelemiş.
Kelebek: “Şu insanları hiç anlamıyorum, birisi de onlara böyle davransaydı hoşlarına gider miydi acaba ya da evlenseydim bunları yaşar mıydım” diye kendi kendine konuştu.
Bu sırada saksıdaki çiçeklere gözü takıldı. O çiçeklerden birine evlenme teklif etmiş. Belki evlenirse onu iğnelediği yerden kurtarabilirmiş.
Sonra da çiçeklerin hepsine, “Siz insanlarla beraber yaşıyorsunuz, size de güven olmaz” diyerek vazgeçmiş.
KENDİ SOYUNDAN EVLİLİK
Ece Sükan Jamiroquai konserine sevgilisi Ediz Elhadef ile geldi ve lounge’a girdi. Lounge biraz yüksekte ayrı bir girişi olan ve misafirlerin ağırlandığı bölüm... Bu sırada, çiftin arkadaşları da geldi. Elhadef ve Sükan arkadaşlarının da lounge’a alınmasını istedi ancak bunun mümkün olmadığı söylendi.
İÇERİ GİRİŞ BİLEKLİKLERİNİ
Sevgililer kollarındaki bileklikleri çıkararak aşağıda bekleyen arkadaşlarına attı. Aynı bileklikle içeri girmeye çalışan arkadaşlara güvenlik görevlileri tarafından bilekliklerin kişiye özel olduğu ve bir başkasının bununla içeri girmesinin mümkün olmadığı söylendi.
İşte ne olduysa bundan sonra oldu. Ece Sükan merdivenlerin üzerine çıkıp bağırıp çağırmaya, sinir krizi geçirmeye başladı. Pek ve hatta hiç normal (!) olmayan bu tepki herkesi şaşkına çevirdi. Kimse Sükan’ı sakinleştiremeyince konseri düzenleyen BKM’nin genel müdürü Zümrüt Arol Bekçe’ye haber verildi. Herkes şaşkınlıkla olan biteni izlerken, Zümrüt Hanım da olay yerine geldi. Ancak Ece Sükan geçirdiği sinir krizinin şiddetini artırıp saldırgan tavırlara başlayınca bu kez gerçek bir arbede yaşandı. Üstelik içine Zümrüt Arol Bekçe ve Ediz Elhadef’in de dahil olduğu...
Sonrası ne mi oldu, çifte konser alanını derhal terk etmeleri söylendi ve aile büyüklerine kulaklarını çekmeleri için minik bir kuşla haber gönderildi...
Film gibi aşkta tek engel akülü araba yokluğu
Haberi mutlaka görmüşsünüzdür. Geçen hafta hemen hemen tüm gazetelerde yer aldı çünkü... Hikaye şuydu: Parası olmadığı için kontör yükleyemediği telefon hattı başkasına devredilen İsmail Yalçın, merakından kendi eski telefon numarasını çevirdi ve hattın yeni sahibi Nurten Şeref ile tanıştı. Bu tanışıklık önce telefon arkadaşlığına sonra aşka dönüştü ve ailelerinin karşı çıkmalarına rağmen, Sakarya’da yaşayan İsmail Yalçın, Zonguldak Ereğli’de yaşayan Nurten Şeref ile dünyaevine girdi. Ancak burada hikayeyi biraz daha farklı kılan detay, Nurten Şeref’in yürüme engelli olması ve bu evliliğe her iki tarafın ailelerinin de karşı çıkmasıydı. Aşk hikayesinin detaylarını öğrenmek için evliliğe sebep olan telefon numarasını çevirdim. İsmail Yalçın açtı telefonu. Hemen tebrik ettim ama öğrendim ki bu evlilik yeni değilmiş, üç yıl önce yapılmış.
Prof. Dr. Muhammet Nur Doğan... Kendisi İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi öğretim üyesi. Haliyle Türk diline son derece hakim. 2005’te ilk basımı yapılan ‘İslam’ı Kuran’dan Okumak’ kitabı çok ses getirmişti. Din adı altında uygulanan hurafelere, hem eserlerinde hem de bireysel söylemlerinde şiddetle karşı çıkıyor Nur Doğan Hoca.
Prof. Doğan’ı katıldığı bir TV programında uçabildiğini iddia eden ve oturduğu koltuktan ‘Allah’ diyerek kendisini yerden yere atan bir vatandaş için sarf ettiği ve sosyal paylaşım sitelerinde fenomen olan, “Bunu alın dışarıya” sözleriyle de anımsarsınız...
Prof Nur Doğan’la geçen hafta bir araya geldik.
Fuzuli’nin Arap, Türk ve Fars edebiyatlarının en tepe eseri olarak tanımlanan ‘Leyla ile Mecnun’u dilimize notlar ve açıklamalarla çevirdiği aynı adlı kitabı üzerine konuştuk.
Önceki yıllarda Yapı Kredi Yayınları’nın bastığı kitabın sekizinci baskısı Yelkenli Yayınevi’nden çıkmış.
Şimdi bu kitabın tiyatroya uyarlanması gündemde.
SHAKESPEARE’VARİ BİR ÇALIŞMA
Şiirsel bir anlatımla, içinde gazellerin de olduğu, hatta eserin sahibi Fuzuli’nin de hikayeye monte edildiği, bugüne kadarki örneklerinden çok farklı bir çalışma gerçekleştirmiş Prof. Nur Doğan.