KUZEY Irak’taki terör örgütü hedeflerine karşı aylardan beri yapılan bütün hava ve kara operasyonlarına rağmen PKK’nın 350 kişilik bir kuvvetle Aktütün Karakolu’na bir saldırıda bulunması ve 17 askerimizin şehit olması, terörle mücadele metotlarının güçlendirilmesi taleplerine yol açtı.
Özellikle AB ile üyelik sürecinde kabul edilen bazı yasaların, güvenlik kuvvetlerinin hareket serbestisini engellediği düşüncesiyle bazı temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması gündeme geldi.
Değiştirilmesi istenen yasalara "AB yasaları" deniyorsa da bunların Türkiye’nin demokratikleşmesi sürecinin bir parçası olduğu ve dolayısıyla asıl kendi ihtiyaçlarımız için benimsendiği, demokratik sistemle bağdaşmayan özgürlük kısıtlamalarının bir bakıma terörün başarısı olarak algılanacağı unutulmamalıdır.
* * *
11 Eylül 2001’den sonra, El Kaide terörüne karşı mücadelede, en demokratik sayılan devletler bile özgürlükleri kısıtlayıcı bazı önlemler aldılar. Ancak bizde öngörülen tedbirlerin çok daha radikal olduğu anlaşılmaktadır.
Konut ve işyerindeki aramaların yargının iznine tabi tutulmaması, gözaltına alınan kişilerin sorgulanmasında avukat bulundurulmaması, yakalama ve gözaltına almada Silahlı Kuvvetler’e yetki tanınması, bu önlemler meyanındadır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) eski yargıcı Büyükelçi Rıza Türmen’in Milliyet Gazetesi’nin 10 Ekim tarihli sayısında belirttiği gibi, bu nitelikte önlemler Anayasamız ile bağdaşmamakla kalmıyor, AİHM’nin içtihadıyla da çelişiyor.
Kaldı ki daha önce OHAL çerçevesinde mevcut olan benzer kısıtlayıcı uygulamalar çok etkili olmamıştı.
Geçen yıl Dağlıca ve şimdi de Aktütün saldırıları ister istemez TSK’yı oldukça sert eleştirilere maruz bırakmıştır. Eleştiri ve sorgulama, kuşkusuz bir demokraside tabii karşılanmalıdır. Ne var ki, içinde bulunduğumuz koşullarda ordunun yıpranmasının ve moralinin zayıflamasının sakıncaları hiçbir suretle göz ardı edilemez.
Her mücadelede başarılar olduğu kadar başarısızlıklar da olur. Bütün mesele başarısızlıklardan gereken derslerin çıkarılmasıdır. TSK’nın yüksek komuta kademesinde bulunanların şahsına karşı yöneltilen eleştirilerde de ifrata kaçılmamalıdır.
Neresinden bakarsanız bakın, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Aydoğan Babaoğlu’nun Aktütün saldırısı sırasında golf sahasında bulunması, bir talihsizlik teşkil etmiştir. Fakat bu işin günlerce medya tarafından manşetlere ve köşe yazılarına insafsızca taşınmasına lüzum yoktu.
Golfün lüks bir spor olduğu iddiası ise ancak yadırganabilir. Bırakın bir orgenerali, küçük rütbede subaylar da imkánları varsa niye golf oynamasınlar? Bu spor sadece bir sınıfın imtiyazı mı?
* * *
Her defasında olduğu gibi bu sefer de sınırötesi operasyonların kapsamının genişletilmesi, hatta sınır boyunca bir tampon bölge oluşturulması fikri ortaya atıldı. Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, bu konuda "Takdir hükümetindir" dediğine göre böyle bir projeye çok sıcak bakmadığını varsayabiliriz.
Irak hükümetinin, Kuzey Irak yönetiminin ve ABD’nin de projeye muhalefet edecekleri muhakkaktır. Kaldı ki tampon bölgenin bütün sızmaları önlemesi ve PKK saldırılarına son vermesi pek beklenemez. Bölgenin kendisi de saldırılara hedef olur.
PKK’nın bugün yalnızca askeri hedeflere değil, şehirlerimizde sivil halka karşı da saldırılar gerçekleştirdiği veya hazırladığı da görmezlikten gelinemez.
Son PKK saldırıları, Kürt meselesinin çözümünün ivediliğini bir kere daha gösterdi. Ne yazık ki gerçekçi ve yaratıcı yaklaşımlar geliştirmiş olmaktan çok uzağız. Kürt meselesinin çözümü için 85 yıl sonra hálá geçerli bir konsept üretilememesi, soruna bir türlü doğru teşhis konulamaması ve hep onun etrafında dolaşılması, çözüm arayış ve tartışmalarının her defasında vehimler ve kutuplaşmalar yaratması, bugün tam bir kilitlenme içinde bulunmamız, cumhuriyetin en büyük başarısızlığıdır.