DEMOKRASİ ile yönetilen bütün ülkelerde bugün medya, politikanın yönünü ve politikacıların kaderini etkileyen muazzam bir güç haline gelmiştir.
Televizyon hakkında İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’in yıllar önce şöyle söylediğini hatırlıyorum: "Televizyon diktatörlükleri yıktı, fakat demokrasiyi imkánsız hale getirdi."
O zamandan beri internet siteleri ve bloglar medyanın nüfuzunu birkaç misli artırdı. Türkiye’ye baktığımızda da, siyasi partiler arasındaki mücadelenin Meclis dışına taşarak medya yolu ile kamuoyunu etkileme yarışına dönüştüğünü görüyoruz.
Meclis içinde dahi milletvekillerinin, partilerinin liderlerini saatlerce bıkmadan, usanmadan coşku, tutku ve derin hayranlıkla dinledikleri grup toplantıları, aslında medya şovundan başka nedir?
* * *
ABD’de durum daha farklı değil. Barack Obama "Umudun Cüreti" başlıklı kitabında, medyanın etkisinin, televizyon ve radyo haber ve tartışma programları, internet siteleri ve bloglar vasıtasıyla günde 24 saat hissedildiğini, karşılıklı hakaret ve ithamların ve yıpratıcı dedikoduların hiç bitmediğini, yaratılan bu atmosferin ister istemez politik kültürü daha haşin hale getirdiğini ve politikacıların moraline tesir ettiğini belirtiyor.
Kendisine yönelik saldırılardan bahsederken ayrıca şunu söylüyor: "İşin garibi, en bayağı saldırılar o kadar incitmiyor. Televizyon ’tolkşov’larında bana ’Obama Osama’ denmesine fazla aldırmıyorum. Bu programlar izleyenleri eğlendiriyorsa itiraz etmem. Fakat daha profesyonel ve daha yüksek inandırıcılığı olan gazeteciler isabetsiz bir söyleminiz yüzünden size çullanırlarsa o zaman gerçekten gülünç duruma düşebilirsiniz ve bundan çok zarar görürsünüz. Politikacı yaptığı her beyanatın, sarf ettiği her sözün didik didik edileceğini, kontrolü dışında yorumlanacağını, dosyaya gireceğini ve bir gün rakipleri tarafından kendisine karşı kullanılabileceğini bilmelidir. Bazen bir yersiz ifade, yıllarca yanlış politikaların sürdürülmesinden bile daha fazla zarar verebilir."
Obama’nın söylediği çok doğru. Bazen bir ifade, hatta bir sözcük medyanın onu kapması ve yayması ile politik bir fırtına tetikleyebiliyor. "Velev ki" kelimesinin yaptığı hasar Türkiye’yi az daha nerelere götürecekti! Bizde medyanın etkisini yoğunlaştıran başka faktörler de var:
Kamuoyundaki derin kutuplaşma, diğer demokrasilerden farklı olarak dini ve ideolojik yaklaşımların daha ağır basması, kurumlar arasındaki çekişmelerin medyaya sürekli yansıması, değişmez kalıp fikirlere yol açan manikeizm temayülü, sayısı oldukça yüksek bazı televizyon programlarında komplo teorilerine daima yer verilmesi ve yabancı düşmanlığının pompalanması, dizilerden bir kısmının şiddet kültürünü yüceltmesi gibi.
Bütün bunlar politik üslubun sertleşmesine neden olurken medyanın inanılmaz derecede bölünmesine de yol açıyor. Medya grupları arasındaki savaşlar ve dezenformasyonun yaygın olması politik cepheleşmeyi derinleştiriyor, iktidar ile muhalefet arasındaki gerginlik de aynen medyaya aksediyor.
* * *
Anayasa Mahkemesi’nin son verdiği karar ile Türkiye ciddi bir krizden şimdilik kurtuldu. Bu krizin derinleşmesinde medyanın hiç rolü olmadığını söylemek kendimizi aldatmak olur.
Medya gücünü yıkıcı amaçlar için olduğu kadar yapıcı amaçlar için de kullanabilir, Türk demokrasisinin güçlenmesine, kurumlar ile politika arasındaki ilişkilerin normalleşmesine, iktidar ile muhalefetin birbirlerine karşı daha fazla hoşgörü ile hareket etmelerine ve bir diyalog başlatmalarına destek verebilir, Türk kamuoyunun Avrupa Birliği’ne üyelik sürecinin önemini daha iyi algılamasına katkıda bulunabilir.
Ağustos ayı bütün politikacılar için olduğu kadar medya için de bir özeleştiri ve yeni bir yaklaşımı araştırma ayı olmalıdır.