ERGENEKON soruşturması ile AKP’yi kapatma davası Türkiye’deki kutuplaşmayı artık had safhaya getirdi. Bir sağırlar diyaloğudur gidiyor.
Sadece siyasi yelpazenin iki tarafındakiler değil, fakat medya ve toplum da tamamen bölünmüş durumda. Tuttuğunuz tarafa göre hukuka ve yargı sistemine ya saygıda ısrar ediyorsunuz veya onları yerin dibine batırıyorsunuz.
Bu çelişkinin en çarpıcı örneği de muhalefet lideridir. Kapatma davası söz konusu olduğunda hukuk ve yargı onun için kutsal. Yargıtay Başsavcısı iddianamesinde yerden göre haklı ve onu eleştirmek yargıya müdahaleden başka bir şey değil. Ergenekon soruşturmasına gelince bu soruşturma bütünü ile siyasi ve arkasında hükümet var. İyi de İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı iddianamesindeki suçlamaların bir kısmını basına açıkladı.
Silahlı terör örgütü kurmak ve yönetmek, silahlı terör örgütüne üye olmak, silahlı terör örgütüne yardım etmek, cebir ve şiddetle hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs gibi ağır suçlamalar bunlardan yalnızca bazıları. Muhalefet lideri, iddianame için "Dağ fare doğurdu" derken Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ketumiyeti sürdürmesinin ne anlama geldiğini hiç kendi kendine sormuyor mu?
* * *
Ergenekon soruşturması Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı’na ait olduğu iddia edilen günlükleri de yeniden gündeme getirdi. Eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün ihtiyatlı fakat manidar ifadelerinden sonra bu günlüklerin hiç değilse kısmen bazı gerçekleri yansıttığını düşünmemek artık mümkün değil.
Ne var ki, günlüklerin içerdiği olayların Ergenekon soruşturması kapsamına alınmasına herhalde hukuken imkán yok. İddialar bazı generallerin aktif görevde oldukları zamanı kapsamaktadır ve dolayısı ile yetki hukuken askeri yargıdadır. Yine de, kurumların istikrarını ve etkinliğini ilgilendiren bütün konularda olduğu gibi, hassasiyetle hareket edilmesi gerektiği aşikárdır.
Komuta kademesinde önemli değişiklikler yapıldığı bir sırada, günlüklerdeki ifşaata dayanılarak soruşturma açılmasının TSK’da yaratabileceği burukluğun ve hatta gerginliğin hafife alınması büyük hata olur. En iyisi bu sorunun TSK bünyesinde değerlendirilmesidir. Kaş yapayım derken göz çıkarmamaya çok dikkat edilmelidir. Daha sonraki bir aşamada bütün kurumlar için olduğu gibi sivil-asker ilişkilerinin de yeni bir dengeye oturtulması herhalde kaçınılmaz olacaktır.
* * *
Türkiye’nin sadece kısa vadeli değil, fakat uzun vadeli siyasi istikrarı açısından kuşkusuz en önemli dava AKP aleyhine açılan kapatma davasıdır.
Anayasa Mahkemesi Raportörü, daha evvel Cumhurbaşkanlığı seçiminde oy yeterliliği konusunda ve üniversitelerde türban yasağına son veren anayasa değişikliğinde yaptığı gibi, kendi anayasa ve Avrupa hukuku anlayışına sadık kalmış ve AKP’nin kapatılmaması gerektiğini belirten bir rapor sunmuştur.
Ancak daha önceki iki şıkta da karar için yeterli çoğunluk raportörün görüşlerini benimsemedi. Bu sefer de oylamada eğilimin aynı yönde olması kimseyi şaşırtmamalıdır. Kapatma kararının beraberinde siyasi yasakları da getirmesi kaçınılmaz olarak kritik bir zamanda politik belirsizliğe, süresi bugünden öngörülemeyecek bir iktidar boşluğuna ve dış siyasette zemin kaybına yol açar.
Özellikle, müzakerelerin askıya alınmasına kadar gidilmese bile, zaten engellerle dolu AB üyelik sürecini büsbütün zora sokar. Demokrasimiz ağır bir yara alır. Yürütme, yasama ve yargı arasındaki denge temelinden sarsılır.
Evet, AKP türban yasağına öncelik vermekle ciddi bir hata yapmıştır, fakat bu hatanın bedelini sadece AKP’nin değil, fakat bütün ülkenin ödemesi sonucunu verecek bir kararın hakkaniyetle ve milli çıkarlarımızla ne kadar bağdaşacağını kendi kendimize sormalıyız.