CUMHURBAŞKANLIĞI seçimini dini liderlerin favorisi Ahmedinecad’ın kazanması İran’ın bundan sonraki iç gelişmeleri ve dış politikasının seyri konusunda yaygın spekülasyonlara yol açtı.
Ahmedinecat’ın 1979’da Amerikan Büyükelçiliği’ne baskında yer aldığı ve daha sonra da 1989’da Viyana’da sürgünde bulunan bir Kürt liderinin öldürülmesi olayına karıştığı iddialarının ortaya çıkması yeni Cumhurbaşkanı’nın imajına yardımcı olmadığı gibi İran teokrasisinin gerçek niteliğini bir kere daha sergiledi.
1997’de reformcu Hatami’nin seçilmesinin rejimin yumuşayabileceği yönünde uyandırdığı ümitler zaten çok uzun sürmemişti. İran’da Cumhurbaşkanı ve parlamentonun gerçek hiçbir gücü yok. Polis, istihbarat kuruluşları, silahlı kuvvetler ve ondan bağımsız 125 bin kişilik ‘İslam Devrimi Muhafızları’, nüfuzlu ve çok zengin İslami vakıflar, adalet tamamen ‘Devrim Rehberi’ Hamaney’in kontrolü altında.
İki yıl önce belediye seçimlerini, bu yılın başında Meclis seçimlerini ve şimdi de cumhurbaşkanlığı seçimini taraftarlarına kazandırarak muhafazakár dini liderler bütün iktidar merkezlerini tamamen ele geçirdiler. Yüksek mevkilerde artık tek bir reformcu bulunmuyor. Bir ara İran’ın İslam dünyasında tabandan gelen bir hareketle laikleşen ve demokratikleşen ilk devlet olacağı yolundaki umutlar bir başka bahara kaldı.
* * *
Ahmedinecad’ın Cumhurbaşkanı olmasının İran’ın dış politikası üzerinde çok etkili olmasını beklememek lazım. İran büyük bir olasılıkla bugünkü siyasetini devam ettirecek, nükleer programları konusunda ikircikli bir taktik güderek bir yandan ABD ile bir çatışmayı önleyecek kadar esneklik gösterecek, diğer yandan uranyum zenginleştirme ve plütonyum üretme hakkını saklı tutmaya çalışacaktır. İngiltere, Almanya ve Fransa ile süren müzakereler akamete uğradığı takdirde meselenin BM Güvenlik Konseyi’ne götürülmesi de Rusya’nın ve Çin’in İran ile gittikçe gelişen ilişkileri yüzünden o kadar kolay olmayabilir.
Çin’in İran’ın jeopolitik durumundan ve petrol kaynaklarından en fazla yararlanmak isteyen bir ülke haline geldiği unutulmamalıdır. İran’ın ayrıca % 60’ı Şii olan nüfusu ile Irak’ta çok önemli kozları var. Irak’ta Şiilerin hákim olduğu bir siyasi düzenin kurulması İran’ı bugünkü ideolojik yalnızlığından kurtarır ve bölgedeki ağırlığını artırır.
* * *
İran’daki gelişme Türk-İran ilişkilerine de tesir etmez. Aslında bu ilişkilerin büyük bir özelliği mevcut. Aralarındaki vizyon ve çıkar uyumsuzlukları hiç de az değil. İran’ın nükleer silah üretebilecek kapasiteye ulaşması ve uzun menzilli füzeler geliştirmesi hiç değilse potansiyel olarak Türkiye’nın güvenliği için bir tehdittir. Türkiye ile İran’ın Ortadoğu politikaları birbirine taban tabana zıt. Kafkasya’da ciddi bir çıkar çatışması söz konusu. İran’ın Ermenistan ile ilişkileri çok iyi, fakat Azerbaycan ile arasında devamlı bir rahatsızlık ve zaman zaman gerginlik var. İran Azerbaycan’ın laik sisteminden ve Türkiye, İsrail ve Batı ile ilişkilerinden tedirginlik duyuyor. Hazar Denizi’ndeki petrol kaynaklarının işletilmesi konusunda iki ülkenin menfaatleri çatışıyor.
Orta Asya’da da Türkiye ile İran birbirine rakip. Fakat bütün bu olumsuz unsurlara rağmen Türkiye ve İran ikili ilişkilerini karşılıklı çıkarlarına uygun bir denge için yürütüyorlar. Bu politikaların sürdürülmesi iki tarafın da yararınadır. Beraberce bulundukları coğrafyanın çelişkileri içinde pragmatizm en iyi yoldur.