Ağca ve adalet

1981 Mayıs’ında Mehmet Ali Ağca Roma’da Papa 2. Jean Paul’ü öldürmek teşebbüsüne giriştiği gün Dışişleri Bakanı olarak Avrupa Konseyi toplantılarına katılmak üzere Strasbourg’da bulunuyordum.

Katolik kilisesinin liderliği yanında Doğu Avrupa’daki Sovyet hegemonyasına karşı bir özgürlük savaşçısı olarak bütün dünyada büyük saygı gören Papa’ya karşı bu meşum eylemin bir Türk tarafından işlenmiş olmasından üzüntü ve ister istemez manevi sorumluluk duymamak mümkün değildi.

Nükhet İpekçi’nin Milliyet’te yazdığı gibi, Ağca "Katil" ile "Türk" sözcüğünün yan yana gelmesine sebep olan bir kişi. Onun katilliği hepimizi ilgilendirmeliydi. Üstelik Abdi İpekçi cinayeti siyasi bir cinayetti. Cezaevinden firarı aydınlanmayan koşullarda gerçekleşmişti.

Roma’daki dramatik olayı takip eden günde Konsey’in Bakanlar Komitesi’nde kuşkusuz Ağca’nın suikast girişimini lanetlediğimizi ve Papa’ya duyduğumuz takdir ve saygıyı belirtecek, ona acil şifa dileyecektim. Diğer bakanlar elbette Türkiye’yi suçlamayacaklardı; fakat aslında ne düşündüklerini tahmin etmek zor değildi.

* * *

Ağca’
nın Roma’dan dönüşünde Abdi İpekçi cinayetinden çok kısa süreli bir ceza çektikten sonra serbest bırakılması, ülkemizdeki adalet kavramı, suç ile ceza arasındaki denge, adalet sisteminin işleyişi, kanunların ve içtihadın tutarlılığı konularını yeniden gündeme getirmiştir.

Daha kısa bir süre önce Orhan Pamuk ve Yücel Aşkın davalarının yarattığı tartışmalar, adaletle ilgili problemlerin ne kadar derin olduğunu göstermişti. Denebilir ki, dünyada objektif veya bütüncül bir adalet kıstası yok, kıstaslar da zamanla değişiyor, Fransa’da bile idam cezası ancak 1981’de kalktı. Fakat artık Türkiye belirli değerlere göre şekillenen adalet kıstaslarını, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin uygulanmasını bir Anayasa hükmü haline getirerek benimsemiştir.

Kaldı ki adaletin, kanunlardaki hükümlerin harfiyen uygulanmasına eşit olduğu savı kabul edilemez. Bizde Rahşan Ecevit etiketini taşıyan af kanunlarının uygulanması, suçu teşvik eden başlıca bir neden olmuştur. Kasten cinayet işleyenlerin bile genellikle 6 yıldan daha kısa bir süre içinde tahliye edilmeleri, cezanın vazgeçiricilik unsurunu ortadan kaldırmaktadır.

Eyleme teşvik oluşturmayan bir ifade suçunun cezası 3 yıla kadar çıkabilirken cinayet suçunun fiili cezasının 6 yıldan az olmasının mantığını anlamak imkánsızdır. Diğer taraftan Ağca şıkkında birçok hukukçunun kanaatine göre kanunlar zorlanarak müddetler hesap edilmiş ve ceza süreci kısaltılmıştır.

* * *

Kanunların politik ve toplumsal yansımalarını, metinlerin yorumlanmasında yargıçların tamamen göz ardı etmeleri çok zararlı sonuçlar doğurabilir. Türkiye’de bugün, en ağır suçların bile ideolojik dürtülerle yüceltildiği son derece hassas bir politik ortam mevcut.

Ağca’nın erken serbest bırakılması, kendi siyasi görüşleri için idol arayışı veya şiddete başvurmak eğilimi içindeki kişilere veya gruplara cesaret verebilir.

Kanunların lafzı kadar ruhu, amacı ve uygulanacağı suçu çevreleyen vakalar üzerinde durmak gerekir. Aksi varit olsaydı Batı ülkelerinin birçoğunda mevcut olan jüri sistemine hiç lüzum kalmazdı.

Soljenitsin’in dediği gibi, "Adalet vicdandır, sadece şahsi vicdan değil, fakat insanlığın vicdanı. Vicdanın sesini tanıyanlar, aynı zamanda adaletin sesini de bulurlar".
Yazarın Tüm Yazıları