Tehlikede olan sadece Kıbrıs değil Türkiye’nin geleceği

Ursula von der Leyen çantasında parayla gezen bir teyze. Orta Asya ülkelerine 12 milyar Euro’luk yatırım vaat etmiş. İçlerinden en alakasız üye Yunanistan fırlıyor. “Kıbrıs’ı tanımalarını şart koşun” diyor. Onlar da hemen onaylıyor. Eğer hızla müdahale etmezsek; sadece uğrunda bu kadar fedakârlık yapılan Kıbrıs’ı değil, ülkemizin nüfus azalmasından dolayı çekeceği sıkıntıları karşılayacak iş gücünü, sanatlarımızı, bilim dünyasını, hatta boşaltılan sağlık sektörünü restore edecek kuvveti de kaçıracağız. Yani Türkiye’nin geleceği de tehlikeyle karşı karşıya.

Haberin Devamı

Avrupa Birliği bir fiyaskodur. 1950’lerde, İkinci Cihan Harbi sonrasının iki tane muhafazakâr lider vardı. Birisi, hakikaten Fransa’nın yerlere düşen onurunu düzelten bir komutan; muhafazakâr da olsa geniş görüşlü münevverlerinin de temsilcisi General De Gaulle. Türkiye’de sol sağ herkesin beğendiği bir liderdi. Tabii Fransa’da da öyle. Fransız solcu ve sağcı seçmenler hayatlarının en mutlu, en müreffeh zamanlarını onun reformlarına bağlarlardı.

Almanya’da savaşta yenilse de teknisyenlerini iyi muhafaza eden ve bu yüzden Amerikan sermayesini iyi kullanan, işletme yöntemleri bakımından en mükemmel Avrupa ülkesinin Federal Almanya’nın başında da Konrad Adenauer vardı. Adenauer’ın arka planda destekçisi Hjalmar Schacht idi. İkisi bir araya geldiler, Avrupa Birliği’nden bahsettiler. Fransa ve Almanya, İtalya’sız olmazdı. “İngiltere” dediler ama De Gaulle şiddetle karşı çıktı... Bir müddet Britanya uzak tutuldu. Hoş, Commonwealth İngilteresi’nin de bu dışlanma pek umurunda değildi. Er veya geç içeri buyur ettiler. Bir müddet sonra İngilizler kendileri kaçtılar.

Haberin Devamı

Bir dönem Avrupa Birliği Amerika’nın alternatifi gibi göründü. Bir devir oldu, Sovyet bloğunu eriten unsur o sayıldı. Bunların hepsi geçici başarılar.

Tehlikede olan sadece Kıbrıs değil Türkiye’nin geleceği

ÇOK HAM BİR YAKINMA

Türkiye Avrupa Birliği’ne girme şansını kaçırdı” diyenlerden değilim. Çok ham bir yakınma olur. Ama başta Türkiye’deki temsilcimiz, Nilgün Cerrahoğlu’nun eşi, eski Avrupa Birliği Türkiye Temsilcisi Gian Paolo Papa ve zamanın AB liderlerinin ısrarına rağmen Ecevit hükümeti bu işe iltifat etmedi. 1974’te müracaat etmedik. İnönü’nün Ankara Anlaşması’yla başlayan girişimini Ecevit tamamlamadı. Kabahat onun değil.

Şunu açıkça söyleyelim: Türkiye sanayisi kendinden emin değildi. Her zaman olduğu gibi yine yanıldılar. İki arkadaşımızın yazdıkları hatıratta hiç zikretmedikleri bir husus var: İlter Türkmen, diplomatik hayatının umulmaz bir hatasını yaptı. Avrupa Birliği’ne müracaat etmememizi ısrarla önerdi. Geri çekildik. Yunanistan ise müracaat etti. İkimiz etseydik Yunanistan’ı da dışarı çekerdik. İki devlet de alınmazdı ama Yunanistan tek başına girdi. O günden beri de kâbusumuz oldu.

Haberin Devamı

Ursula von der Leyen başta olmak üzere, gerek Belçika bürokrasisi gerek Avrupa devletlerini yöneten insanlar, Rönesans devrinden beri Avrupa tarihinin en görülmemiş, beceriksiz ve sığ kadroları. Hiçbirinin içinde ne büyük devlet adamı, ne büyük ekonomist, ne de bizim portrelerini ezberlediğimiz diplomatlar var. Hitler olmasa belki Kissinger, Almanya’da kalıp Avrupalı bir diplomat olacaktı.

Von der Leyen çantasında parayla gezen bir teyze. Türkiye’ye geliyor, “Daha çok göçmen alırsan sana bir milyar Euro” diyor. Orta Asya ülkelerine de 12 milyar Euro’luk yatırım vaat etmiş. Tatbikatta yarısının bile kullanılamayacağı açık. 12 milyar Euro’yu akıllıca kullanacak ne kadrolar, ne iş adamları ne de politikacılar var. Fakat bu son operasyonda Orta Asya’dan Türk işadamlarını elemek istedikleri açık. Hızla hareket edilmezse eleme başlayınca çok geç olur. Hâlâ Sovyet nomenklaturasından kalma bürokrasiyle iş yürümez, AB’de vaadlerini erteler.

Haberin Devamı

Şurası bir gerçek: Türk dünyasından ortada kalan, gerçekten parmak ısırtacak kadroların bulunduğu üç ülke var. Birisi Azerbaycan, biri henüz Rusya dünyasının içinde olan Kazan Tataristan’ı, üçüncüsü de çok çalışkan yaratıcı halkın bulunduğu Özbekistan. Diğerlerinin hepsinin sorunları var. Çözülmeyen sorunlar sadece iktisadi değil, kültürel yapılarının gelişimi için gereken atılımlar yapılamıyor. Kabiliyetli hayvancıların bulunduğu, parmak ısırtan sanatçıların yaşadığı Kırgızistan’ın ve Türkmenistan’ın nasıl yol izleyeceği belli değil.

Tehlikede olan sadece Kıbrıs değil Türkiye’nin geleceği

TEK UMUDUMUZ ONLARDI AMA...

Türkiye’nin Türk nüfusu azalıyor. Bizim kuşak, üniversite mezunu olduğumuz yıllarda nüfus patlamasından şikâyet eden bir Türkiye varken, bugün doğumların azaldığı, evliliklerin çözüldüğü bir sosyal facia noktasındayız. Tek umudumuz Özbekistan, Kırgızistan ve Çin Türkistan’ı (Sincan) bölgelerinin çalışkan ziraatçıları, hayvancıları, kabiliyetli gençleriydi. Maalesef Türkiye’yi Suriyelilerle doldururken, Uygur ve Türkmenlerden bize gelip sığınanları bile geri veriyoruz.

Haberin Devamı

Orta Asya Cumhuriyetlerimizin yöneticileri, içlerinde çok seçkin insanlar olmakla birlikte, genelde çok olumsuz işleri savsaklayan, eski Sovyet bürokrasisinin kötü alışkanlıklarını saklayan bir zümredir. Türkiye’de okuyup dönen parlak gençleri de bürokrasiye entegre etmek yerine dışlamayı tercih etmektedirler. Hâlâ gelir dağılımında ve hizmetlerde, güya sosyalist sistemden geçmiş toplumlara yakışmayacak eşitsizlikler görülmektedir. Gülünç imtiyazlara sahip tabakalar türemiştir. Burada örneğin yine Rusya olduğu açıktır. Rusya korkusu ileri sürülüyor. Ukrayna Savaşı’ndan sonra Avrupa’da başlayan Rus korkusu Orta Asya’da da olabilir. Lakin çarenin AB olmadığını, AB üyelerinden başka herkes biliyor.

Haberin Devamı

Kazakistan’da Nazarbayev’in başlattığı kültürel reformlar ve bilinç gelişimi acaba devam ediyor mu soru işareti. Tacikistan’da hayat, öbür Orta Asya Cumhuriyetlerinin düzeyine çıkabilecek mi, o da soru işareti. Özbekistan’dan başka geleceği için gelişiminde ümit gördüğümüz bir ülke yok.

 

DOĞUYA DA BAKMALIYIZ

Bunları Avrupa Birliği bir araya getiriyor. Derhal içlerinden en alakasız üye Yunanistan fırlıyor. “Kıbrıs’ı tanımalarını şart koşun” diyor. Onlar da hemen onaylıyor. Güney Kıbrıs tutkusu, Avrupa Birliği’nin ne kadar anlamsız bir bütün olduğunun göstergelerinden biri. Brüksel’dekiler ve von der Leyen kendini Venedik dukası zannediyor herhalde. Şurası bir gerçek: Güney Kıbrıs’ta, Kıbrıs Adası’na parlak asırlar yaşatan Venedikliler yok. İtalyanlarla benzer taraflarını da görmüyorum. Tembel, karapara aklayan, dış destekle geçinen bir ada. Kuzeyle birleşmeye ve birlikte yaşamaya hiçbir şekilde hazırlıklı değiller.

Eğer hızla müdahale etmezsek; sadece uğrunda bu kadar fedakârlık yapılan Kıbrıs’ı değil, ülkemizin nüfus azalmasından dolayı çekeceği sıkıntıları karşılayacak iş gücünü, sanatlarımızı, bilim dünyasını, hatta boşaltılan sağlık sektörünü restore edecek kuvveti de kaçıracağız. Yani Türkiye’nin geleceği de tehlikeyle karşı karşıya.

Gözümüzü sadece güneye değil, biraz da doğuya çevirmemiz lazım. Ve böyle bir zamanda politik değişimi yapacak olan kadronun sıkıntısını çektiğimiz açık. Orta Asya Cumhuriyetleri ile olan ilişkilerimizde hâlâ Süleyman Demirel’i arıyoruz.

POLİS TEŞKİLATI’NIN 180. YILINDA NARKOTİK MÜCADELESİ

Bu hafta Polis Haftası’nı idrak ediyoruz. Narkotik Şube’nin gösterdiği çabalar, takdire şayan bir noktadadır. İstanbul Emniyet Müdürü Selami Yıldız’ın verdiği bilgiye göre, yalnızca bir hafta içinde tam yedi milyon kimyevî uyuşturucu hap ele geçirildi ve bu maddeleri piyasaya süren suç örgütleri çökertildi. Söz konusu sayı, mücadelenin ne denli büyük ve zorlu bir alanda yürütüldüğünü açıkça gösteriyor. Bu vesileyle, geçtiğimiz günlerde Kayseri İl Emniyet Müdürlüğü Narkotik Suçlarla Mücadele Şubesi’nde görevli polis memurumuz İbrahim Birol’un, uyuşturucu tacirlerinin takibi sırasında şehit düştüğünü üzüntüyle anmak isterim. Genç memurumuzun bu uğurda can vermesi, ülkemizin geleceğini tehdit eden bu belaya karşı verilen mücadelenin ne derece hayati olduğunu gözler önüne seriyor.

Bugün, büyük şehirlerin varoşlarında kimyevî uyuşturucu kullanımının alarm verici boyutlara ulaştığını söylemek abartı olmayacaktır. Bu maddeler yalnızca bireyleri değil, aileleri, toplumun huzurunu ve geleceğini de zehirlemektedir. Bu nedenle, polis teşkilatının sahada yürüttüğü titiz ve kararlı operasyonlar, toplum sağlığı açısından hayati önemdedir.

Tehlikede olan sadece Kıbrıs değil Türkiye’nin geleceği

İÇ DÜZENİN TEMİNATI NEDİR

Polis Teşkilatı’mızın 180. kuruluş yıldönümünü kutlarken, bu kurumun yalnızca bugünkü yapısıyla değil, tarihî kökleriyle de ne kadar önemli bir yere sahip olduğunu hatırlamak gerekir. Tanzimat döneminde modern anlamda yeniden yapılandırılan teşkilat, aslında çok daha eski bir geleneğin devamıdır. 1845 yılı, bu yeniden yapılanmanın başlangıç noktası olarak kabul edilse de, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan polislik anlayışı çok daha derin ve köklüdür. Unutulmamalıdır ki bir devletin güvenliği, sadece sınırlarını korumakla değil, iç düzenini sağlamakla da mümkündür. Bu iç düzenin teminatı ise hukukun üstünlüğüyle çalışan, disiplinli, donanımlı ve halkla iç içe bir polis teşkilatıdır.

Yazarın Tüm Yazıları