Paylaş
Refah'ı kapatma kararından sonra basında Fethullah Hoca ve Genel Kurmay arasındaki ilişkiyle ilgili olarak iki ayrı görüş sergilenmeye başlandı.
İnsan hangi görüşe inanacağını şaşırıyor.
Ben de elde ettiğim bilgiler dahilinde Genel Kurmay'a çok yakın bir kaynağa nelerin doğru, nelerin yanlış olduğunu sormadan edemedim...
Basından edindiğim son bilgilere göre, geçenlerde Fethullah Hoca'nın yakınlarından bir grup, Genel Kurmay'da İkinci Başkan Orgeneral Çevik Bir ile görüşmüş ve güya Çevik Paşa ‘‘Biz diyalogsuzluğun kurbanı olmuşuz’’ demiş. Bununla da kalmamış, Genel Kurmay'ın oluşturacağı bir heyetin yakında bu okulları inceleme ziyaretlerine de başlayacağını söylemiş.
Bu bilgi, olayın basına Fethullah Hoca tarafından aktarılan versiyonu. İşin doğrusu ise Çevik Paşa'yı eski Buca Belediye Başkanı, şimdiki kadın işlerinden sorumlu Devlet Bakanı Işılay Hanım'ın Buca'dan hemşehrisi olan Çevik Bir'i arayarak ‘‘Zaman Gazetesi'nin bazı sorunları var. Sahibi filanca sizi ziyaret etmek istiyor’’ demesi, Paşa'nın da ‘‘Gelsin görüşelim biz diyalogdan kaçmayız’’cevabını vermesi.
Gazetenin sahibi Alaatin Kaya ile Işılay Hanım bunun üzerine birlikte Paşa'yı ziyaret etmişler. Kaya , ‘‘Sayın Paşam biz Genel Kurmay'ı destekliyoruz, ama siz gezilerinize bizim gazeteden kimseyi davet etmiyorsunuz buna çok üzülüyoruz’’ dedikten sonra yakında gerçekleşecek olan gezide kendi gruplarından bir arkadaşın da davet edilmesini rica etmiş. Çevik Paşa ise hemen Genel Kurmay'ın Zaman Gazetesi'ne karşı açtığı davaların dosyalarını getirtmiş.
Az değil Genel Kurmay gazeteye tam yedi ayrı dava açmış. Ama bu ricaya rağmen ziyaretten sonraki geziye de Zaman Gazetesi'nden hiç kimse davet edilmemiş.
HAVA ATIYORLAR
Genel Kurmay'a çok yakın olan bir kaynağın bu olup bitenler konusunda bana anlattıkları şöyle:
‘‘Nezaket çercevesinde söylenen bir söz Fethullah Hoca grubu tarafından saptırılarak gazetecilere haber diye verilmiş. Onlar Genel Kurmay'ın arkalarında olduğu intibaını vererek güç göstermek istiyorlar. Hava atıyorlar.’’
Genel Kurmay, okulları Milli Eğitim'in satın alması işine hiç sıcak bakmıyor. Bu önerinin arkasında başka bir anlam olduğunu ima ediyor. Fethullahcılar'ın Türki Cumhuriyetler'de devletin önüne geçerek eğitime el atmalarına tepki duyuyor. Okulların denetlenmesinin şart olduğu görüşünde ise birleşiyorlar. Atatürk'ün kurduğu Silahlı Kuvvetler hiçbir şekilde bir vakfın veya bir tarikatın arkasında olamaz diyerek tavırlarını açıkca ortaya koyuyorlar. Rahatsız oldukları en önemli unsurlardan biri de Fetullah Hoca tarafının bütün bunları siyasi bir kuvvet elde etmek için gerçekleştirmesi.
KANUNLARI ÇİĞNİYOR
Genel Kurmay'a yakın kaynakla konuşmamızda söz Fethullah Gülen'e geldiğinde ise ben şu yorumla karşılaştım:
‘‘Hocaefendi sözü ve Fethullah Güven'in giysileri Genel Kurmay'da rahatsızlık yaratmakta. Kravat takmayarak Atatürk'ün Devrim Kanunları'na karşı çıkmakta, Hocaefendi lakabını resmi belgelerde kullanarak kanunları çiğniyorlar.’’
Uzayıp giden bu ‘‘Hoşgörü’’ lafı beni uzun zamandır rahatsız ediyordu. Ama ne yalan söyliyeyim başkalarınını da bu ‘‘hoşgürü’’ kalkanına hoşgörüsüz olduğunu öğrenmekten çok mutlu oldum.
24 Ocak ve Mumcu
TÜRKİYE Cumhuriyeti'nde 24 Ocak tarihinin iki büyük özelliği var. Birincisi 24 Ocak kararları ve Türkiye'ye getirip götürdükleri. İkincisi ise sevgili dostum Uğur Mumcu'nun öldürüldüğü o ‘‘uğursuz’’ gün. iki 24 Ocak arasında tam 10 yıl fark var.
Bugün de 24 Ocak 1998. 1993'ten beri bizler hâlâ Mumcu'nun katillerini arıyoruz. Kazanın gerçekleştiği gün, İsmet Sezgin İçişleri Bakanı, Demirel Başbakan. Şimdi Sezgin Milli Savunma Bakanı.
Mumcu ‘‘Geçmiş cinayetleri kolaylıkla unutan bir toplum, bundan sonra dökülecek kanların da sorumluğuna ortak oluyor demektir’’ (20 Ocak 1975) demişti. O gün, bu gündür Türkiye'de faili meçhul cinayetler geometrik bir oranla artı. Üstelik Mumcu da hunharca bir cinayete kurban gitti. Hâlâ biz onun katillerini arıyoruz. Mumcu, Susurluk kazasındaki ‘‘devlet-mafya-çete’’ üçgenini yazdı. Onlar tarafından öldürüldü. Geçmiş cinayetleri unuta unuta Susurluk kazasına kadar gelindi.
Susurluk kazası olduğu gece ben Ankara'daydım. Telefonla uyandırıldım. Telefondaki, Hürriyet'in eski mensubu, yeni Anadolu Ajansı Genel Müdürü Mehmet Güler'di. Güler, ‘‘Hüseyin Kocadağ ve Mehmet Özbay, bir kazada vefat etti. Yanlarında bulunan DYP milletvekili Sedat Bucak da ağır yaralandı’’ dedi. Uyku sersemi olaya bir anlam veremedim ama sesin vurgularından çok önemli olduğunu anladım. Bir müddet sonra ikinci kere beni arayarak ölenin Mehmet Özbay kimliği ile yaşayan Abdullah Çatlı olduğunu söyledi. Çatlı'yı Mumcu nun kitaplarından tanıyordum... Jeton düşmeye başlamıştı. Ama ne yalan söyliyeyim o günkü kazanın önemini ilerideki günlerde anlayacaktım. O günden beri Susurluk yedik Susurluk içtik. Sonunda Mesut Yılmaz raporun önemli başlıklarını Uğur Dündar'ın programında açıkladı.
Raporun içindekilerin çoğunluğu daha önce yazdığımız şeylerdi. Türk basını Susurlukla ilgili başarılı bir sınav vermişti. Ama raporun kimliği ve raporun kimin tarafından ele alındığı önemliydi. Rapor, Tansu'yu aklamak görevini alarak iktidara gelen eski Refah Partisi Başkanı ve kazanın gerçekleştiği günün Başbakanı Erbakan'ın söylediği gibi bir ‘‘glu glu dansı’’ değildi ve Çatlı'nın hemşerisi Elkatmış'ın başkanlığında kaleme alınmamıştı. Yani her ikisi de Nevşehirli idi. Aralarında ister istemez bir dayanışma vardı. Hatırlayacaksınız İbrahim Şahin'in de Nevşehir bağı vardı.
ÜNSAL-ÇATLI
Raporda en hoşuma giden ise Tansu Hanım'ın ‘‘beynimin yarısı’’ diye bizlere sunduğu zamanın Hazine Müşteşarı Osman Ünsal'la Çatlı'nın ünlü işadamı Yüksel İnşaat'ın patronu Güven Sazak'ın Ankara'daki çiftliğinde buluşmaları. Sazak'ın şirketinin adı Yüksel İnşaat. Hani Borsa binasını yapan ve Mesa-Nurol'un başını çektiği Meclis skandalındaki taşeron firmalardan biri. Kimin elinin kimin cebinde olduğu biraz da olsa rapor sayesinde aydınlanıyor.
Raporun beni ümitlendiren yanı ise devletin toparlanabilmesi için Kutlu Savaş'ın ortaya attığı öneriler ve Mesut Yılmaz'ın da bu önerilere sahip çıkacağına dair Arena'da yaptığı açıklamalar. Şayet bu öneriler ciddiye alınıp hayata geçirilebilirse Türkiye önünü görebilir. Bunlar lafta kalırsa hepimize geçmiş olsun.Bana göre raporun en büyük eksiği malum üçlünün nereye gittiği ve niye bir arada olduğu araştırılmamış veya bir nedenle unutulmuş.
Öneriler bölümünde en çok hoşuma gidenler, Emniyet Genel Müdürlüğü'nün çetelere karşı savaş ilan etmesi gerekli bir konumda olduğunun hatırlatılması, Emniyet ile MİT arasında uzun süredir süregelen anlaşmazlığın bir an önce giderilmesi, çete ve babaların üzerine bir an önce gidilmesi, Nesim Malki ve Yener Kaya cinayetlerinin çözümlenmesi ve alacak bağlantılarının açığa kavuşturulması, bankalarla ilgili soruşturmaların sonuçlandırılması için yasal düzenlemelerin yapılması. Malum raporun en önemli kısımlarından birinde Çiller hükümeti sırasında Şekerbank menşeli bir grup bürokratın 1992 ve sonrasında kamu bankalarında yönetici olarak çalışmalarından bahsediliyor.
Raporda, bir grup bürokratın 1992-96 yıllarındaki bankalararası ‘‘tam bir aile holdingi’’ şeklindeki transferlerine dikkat çekiliyor. Üstelik bunlardan biri de malum Meclis'in soyulmasında başkanlık edenlerden biri olan eski Şekerbankcı, Emlak Konut'un Genel Müdürü Cihan Sakarya. Meclis soygunuyla ilgili bir yorumu da yarınki sayfama saklıyorum. Beni okumayı ihmal etmeyin.
Paylaş