Paylaş
Tarladan New York’a uzanan özenilesi bir kadının hayat hikayesi için yolum bu kez Mersin’e düştü…
Yazan, yöneten, okuyan, topluma ve yaşadığı topraklara iz bırakan dünya tatlısı bir kadın Ümmiye Koçak.
Bize gözleme pişirirken öyle doğal, öyle sıcak anlatıyor ki Real Madridli dünya yıldızı futbolcu Cristiano Ronaldo’nun oynadığı Türk Telekom’un reklam filminin yönetmeni oluşunu…
Köyünde tiyatro kurmak için verdiği mücadeleyi, gündelik işe gidip biriktirdiği emeğini...
Ümmiye Koçak baş üstünde taşınmaya layık bir Anadolu kadını…
Fotoğraflar: Murat ŞAKA
◊ Ümmiye Hanım, çektiğiniz filmle yurtiçi ve yurtdışında birçok ödüle layık görüldünüz… Bu süreç nasıl başladı?
- Çocukluktan başladı…
◊ Ne yaptınız çocuklukta?
- Ben Adana’nın Çelemli Köyü’nde, 10 kardeşin altıncısı olarak dünyaya gelmişim güzel yavrum. O zamanlar kız çocukları okula gitmezdi. Ama ben 1960’ta okula gittim.
◊ Nasıl oldu?
- Aslında tesadüfen oldu. Camiden bir anons yapıldı. Dediler ki: ‘’Her evden bir kız çocuğu okula gidecek. Gitmezse ya anne ya baba hapse girecek’’ Eyvahlar olsun! Sokakta duymuştum bu anonsu ve sevine sevine eve gelmiştim. Ama evde bir de kız kardeşim vardı. Ailem okula kız kardeşimi yolladı. Ama o birkaç gün geçtikten sonra okula gitmek istemedi. Babam düşünmeye başladı. Ben de babama ‘’Ben giderim’’ dedim. Hemen kız kardeşimin önlüğünü çıkardılar, bana giydirdiler. Ben gittim. Eğer kız kardeşim okula devam etseydi ben gidemeyecektim.
◊ Nasıl bir duyguydu o?
- O zamandan bu zamana hep şunu sordum; “Allah’ım beni de sen yarattın, abilerimi de, erkekleri de sen yarattın. O zaman neden onlar okula gider de biz gidemeyiz? Onun iki ayağı, iki gözü, iki kaşı var. Hiçbir eksiğimiz yok, aynıyız ama neden onlar gider ben gidemem?” Ben okumayı çok istedim. İlkokuldan sonra da devam etmeyi çok istiyordum.
◊ Babanızın sizi okula yollamak istememesinde maddi durum etkili olmuş olabilir mi?
- Aslında babam çok çağdaştı. Çok özgür büyüdük ve babamın durumu iyiydi. Hatta diğer insanlara göre çok çok iyiydi. Anneannem de varlıklı bir kadındı. Zaten beni anneannem büyüttü. O yüzden maddi durumla ilgili değil tamamen geleneklerle ilgili bir şeydi.
◊ Okul yıllarınız nasıl geçti?
- Çok severek gidiyordum. 8-9 yaşlarındaydım. Evimiz okula çok yakındı. Ablalarım da öğretmenlerle çok iyi anlaşırdı. Soyadım Yıldız’dı. Öğretmenim bana bir gün ‘’Yıldız, git bizim evde masanın üzerinde duran kitabımı getir” dedi. Ben gittim ve kitabı aldım. Kitabın kapağı hemen dikkatimi çekti. Yaşlı bir kadın resmi vardı kapakta. Anama benzettim kadını. Kırışık yüzlü bir kadındı. Merak edip kitabı karıştırdım. Kitap sanki bizim köyü anlatıyor gibiydi…
◊ Neydi o kitap?
- Kitabın adı “Ana”ydı. Ama içinde sedirden, işçilerden, içki içen babadan ve yoksulluktan bahsediyordu. Sanki bizim köyü anlatıyor gibiydi ama isimleri yabancıydı. Kitabın içindeki isimleri aklımda değiştirip arkadaşlarımın ismini koydum. Hangi karakter erkek hangisi kadın bilmiyordum isimler yabancı olduğu için. Hepsine kız ismi koydum ve kitabı ara ara okudum. Kitaptaki karakter sefaletin içinde hayal kurabiliyordu. Ben de kendi kendime dedim ki “Ben zaten okuyamayacağım, demek ki hayal kurmak bedava. Kimse de karışmaz. O zaman ben de her şeyi yazarım, bunun gibi yazar olurum”. O zaman hayal kurmanın bedava olduğunu öğrendim. Ve o kitap, Maksim Gorki’nin “Ana’’ kitabıydı.
◊ O yaşta bunları düşünmeniz çok ilginç...
- Gerçekten çok hoşuma gitti ve hepsini okumak istedim.
◊ 8-9 yaşındayken bir kitapla tanıştınız ve hayal kurmaya başladınız. Peki sonra ne oldu?
- Öğretmenime “Öğretmenim, ben bu kitabı okuyabilir miyim?’’ dedim. “Yıldız, bu sana çok ağır” dedi. Kitabımı elimle kaldırdım, “Ama hafif bu, okurum öğretmenim” dedim.
“O zaman bunu okuyacaksın, yarın gelip burada arkadaşlarına anlatacaksın’’ dedi. Okul çıkışı koşarak eve gittim güzel yavrum. Gaz lambasının altında sabaha kadar o kitabı ezberledim. Çok da kalın bir kitaptı. Sabah okula gidip kitabı herkese anlattım. Uzun yıllar sonra o kitabın yazarını unutmuştum. The New Yorker Dergisi’nden röportaja gelen Elif Batuman sayesinde yeniden hatırladım. O kitap bana yol çizdi. “O yazar olduysa ben de yazar olurum. Kimse karışamaz. Düşüncelerimi yazarım’’ dedim. Öyle de yaptım ve 13 yaşında yazmaya başladım. Çok okudum yavrum, çok.
◊ 13 yaşında ilk ne yazdınız?
- İlk yazdığım öykü ‘’Keçi Palazı’’ydı. Büyükleri çok dinlerim. İyi bir dinleyici ve gözlemciyimdir yavrum. Ben bunun çok sonradan farkına vardım. Küçükken büyüklerimi dinliyordum, eve gelince hayal gücümle süslüyordum, yazıyordum ve büyüklere okuyordum. “Keçi Palazı” neydi biliyor musun yavrum…
Bir kadının hiç çocuğu olmuyor. Allah’a yalvarıyor “Allah’ım ne olursun bana bir evlat ver, isterse keçi palazı olsun’’ diye. Ona bir evlat veriyor Allah.
Bir kız çocuğu oluyor. Çocuk gündüz çok güzel ama gece keçi oluyor. Çünkü Allah’tan öyle istemiş. Bunu hayal gücümle süsleyip okudum. Arşivlerimde birçoğu yazılı.
◊ Dinlediğiniz olayları hemen harmanlıyorsunuz o zaman…
- Aynen öyle. Çocukluğumda da incir ya da nar ağacının altına gidiyor, orada kafama göre onları yazıyordum. O gün bugündür, hep okudum ve hâlâ da okuyorum…
Tek hayalim FATMA GİRİK’i görmek
◊ En beğendiğiniz kadın oyuncu kimdir?
- Gençleri çok bilmiyorum ama eski kuşaktan Fatma Girik’e bayılıyorum. Tek hayalim ölmeden önce onu görebilmek. O hastalanınca çok ağladım.
ÇEYİZİM YOKTU KİTAPLARIM VARDI
◊ Kaç yaşında evlendiniz? Evlendikten sonra da okumaya devam edebildiniz mi?
- 19 yaşında evlendim. 20 yaşında çocuğum oldu. O zamanlar kadınlar evlenirken çeyiz yaparlardı. Benim çok fazla çeyizim yoktu. Daha çok kitaplarım vardı. Koli koli kitap getirdim. Sonra da ihtilalde rahmetli kaynanam “Gelin, evde kitap bulanları askerler hapse atıyorlar” dedi. Ben de kitaplarımı ağlayarak yaktım. Buraya gelin geldiğimde kocamın ailesiyle birlikte oturduk. Çocuklarım oldu, tabii ki bir köy tantanası vardı ama ben yine de okumaya devam ettim.
Kitap bulamıyordum eskiden köyde, kayınbabamın dükkanı vardı. Eski gazeteleri getiriyordu elma sandıklarıyla. Onları okurdum.
◊ Eşiniz ne düşünüyordu okumayı sevmeniz konusunda?
- Karışmazdı. Gündüz dinlediğim olayları akşamları yazıyordum. Eşim diyelim ki uyuyor. Onu kaldırıp yazdıklarımı okurdum. Ona mutlaka fikrini sorarım. O da her zaman ‘’Çok güzel olmuş’’ der tek gözü kapalı. Yemin ederim anlamıyor bir şey.
◊ Köyde yazdığınızı bilen başkaları da var mıydı?
- Köyde eşimin dışında kimse bilmiyordu. Bir de ben farklı şeyler yaptım. Mesela oğlumun öğretmeni bakıcı bulamadı. Çocuk bakıcılığını başlattım.
◊ Köydeki kadınları para kazanmaları için teşvik ettiniz yani…
- Evet. İlk önce çocuk bakmayı başlattım. Sonra temizliğe gitmeyi başlattım. Çünkü kimse gitmiyordu. Ben de önce çocuk baktım sonra temizliğe gittim. Sonra da insanların güvenini kazandım.
Bütün bunları yaparken hep kaynanamdan ve kayınbabamdan izin aldım. Çünkü kaynanamla beraber yaşıyordum. İpler onun elindeydi. Ben bu işlere başlayınca insanlar da başlamak istedi. Hem para kazandım hem tabuları yıktım.
◊ Harika bir şey... Peki tiyatroya nasıl başladınız?
- Bir gün köydeki okula tiyatro geldi. O zaman da ben hep köy kadınlarının sesini nasıl duyururum diye düşünüyordum. Çocuklar “Anne, okula tiyatro gelmiş. Anneniz babanız da gelsin dedi öğretmen” dediler. Ben gittim. 43 yaşındaydım o zaman.
En önde şalvarımla yere oturdum. Öylece izledim, izledim, izledim… O an aklımda düşündüğüm tek bir şey vardı. Acaba bu çocukların ismi kendi ismi mi? Başka adı var mı? Kafamda kurgulamaya başladım. Oyun bittikten sonra tiyatroculara “Yavrum, senin adın ne?”’ dedim. “Ali”’ dedi. “Ama az önce Veli’ydi” dedim. Güldü.
“Teyze ya o benim rol adım’’ dedi. Eve geldim. Gece sabaha kadar uyumadım. Dedim ki köyde Ayşe Teyze ile Fatma Teyze kavga ediyor. Utanıyor bana anlatırken. Ben de onların yaşadıklarını yazsam, adlarını değiştirsem, köyün meydanında onlar gibi oynasak, kaynanası görsün, kayınbabası görsün, Ayşe Teyze görsün, Fatma Teyze görsün ve yanlışlarını düzeltsinler… İşte yola böyle çıktım.
◊ Sonra hemen bir oyun mu yazdınız?
- Hemen yazdım.
“SEN FEMİNİST MİSİN” DEDİLER
◊ Oyuncular kimlerdi?
- O zamanlar oyuncu bulmak hiç kolay olmadı. Zor olacağını biliyordum. İlk önce üniversite bitirmiş bir arkadaşıma gittim. Ona teklif ettim. “Ben yapamam. Okula git’’ dedi. Okula gittim. Okuldan beni kovuncaya kadar gittim. En sonunda orada çalışmaya fırsat buldum.
“Ben tiyatro yapacağım” dedim ve yüzümü kapattım. “Kapatma. Neden kapatıyorsun yüzünü” dedi okul müdürü. “Utanıyorum yaşımdan” dedim. “Utanma, fikir çok güzel” dedi. “Kadınların sesini duyurmak istiyorum. Buradaki kadınlar çok çalışıyor. Erkekler çınarın dibinde oturuyor” dedim.
“Fikir güzel ama dedikodu olur” dedi. Ben de “Neden dedikodu olsun ki” dedim. Hayatımda ilk defa duyduğum bir cümleyi söyledi: “Sen feminist misin?”
◊ Sizce neden öyle dedi?
- Çünkü “Erkek olmayacak benim tiyatromda. Neden dedikodu olsun” dedim.
O da, “Sen feminist misin?’’ dedi. “Ben onun ne olduğunu bilmem ama dedikodu olmasın diye erkek almayacağım’’ dedim. Ondan sonra kadınlarla ekmek yaparken “Tiyatro gelmiş. Biz de o çocuklar gibi tiyatro yapalım mı?’’ dedim.
“Ne tiyatrosu kız?’’ dediler. “Sen dağdan odun getirmiyor musun? Bağ bahçede çalışmıyor musun? Ev işini ihmal ediyor musun?’’ diye sordum.
“Şimdiye kadar bütün bunları yaptınız. Hiç takdir edilip alkışlandınız mı? Eline sağlık hanım diyen oldu mu? Gelin ben sizin yaşadıklarınızı yazayım, adınızı da değiştireyim, seyredip görsünler. O zaman belki alkışlarlar” dedim.
“Ümmiye Abla, gerçekten takdir edilip alkışlanır mıyız?’’ dediler. Kimisi, “Yaptık diyelim, ne olacak?’’ dedi.
Ben de dedim ki, “Vali, kaymakam geliyor, hoş geldin diyemiyoruz. Hoş geldin demeyi öğreniriz...’’
RONALDO “MAMİ” DİYE SARILDI
◊ Cristiano Ronaldo ile reklamda oynadınız ve aslında o reklamın yönetmeni sizdiniz…
- Evet.
◊ Madrid’e mi gittiniz?
- Madrid’e gittim.
◊ Nasıl geçti o çekimler?
- Ben insanların hiç paralarına, mevkilerine, kıdemlerine bakmıyorum. Onun nesini takdir ediyordum biliyor musun yavrum? Parasını pulunu veya meşhur olmasını değil, insani yönünü… Anasına düşkün ve gerçekten çok yardımsever. Onu çok takdir ediyorum. Telekom’dan teklif gelince, hemen kabul ettim. Madrid’de 100’den fazla insan vardı çekimde. Ronaldo’nun bacağı kadar yoktum.
Bana bakınca “Mami” diye sarıldı. Gerçekten evladımmış gibi hissettim. Sevginin, dilinin ve ırkının olmadığını gördüm. Çekimler çok sıcak geçti.
7 OYUNCU BULABİLMEK İÇİN 40 KAPI GEZDİM
◊ O kadınların eşleri itiraz etmedi mi?
- Etmez olurlar mı… 40 kapıya gittim o zaman. 7 oyuncu bulabilmek için 40 ev dolaştım. Ve çok argo kelimelerle karşılaştım. Kendi kendime “Ümmiye, kızım sabret. Bu argo kelime kullananlar öyle bir zaman gelecek sana kendileri gelecek” dedim. Ve yavrum ben o tiyatroyu kurdum. En çok hoşuma giden de ne oldu biliyor musun? Kadınlar kendi yaşadıklarını seyredince “Ümmiye abla, sanki beni yazmışsın” dediler. Halbuki öyleydi. Tiyatroyla bir kesime ulaştık ama benim istediğim çok daha büyük bir kitleye ulaşmaktı. Kadınların birleştiğinde neler yapacağını insanlara anlatmak istiyordum. Çocuklar bir şey soruyor annelerine. Anne “Ben bilmem, baban bilir” diyor. Sonra aynı kadın geliyor “Ümmiye Hanım, kızım okula giderken, saçını aç anne. Ayağına şalvar giyme diyor” diye bana anlatıyor. Sen zamanında çocuğuna ben bilmem baban bilir dersen, bu çocuk da seni böyle küçük görür. Kendinizi geliştireceksiniz. Bu bizim elimizde. Çocuklarımızın sorduğu soruları biz cevaplayacağız.
Arslanköylü kadınlar, bulumbuşuk adını verdikleri geleneksel bitkiyle börek yapıyor.
HAK VERİLMEZ SÖKE SÖKE ALINIR
◊ O ilk tiyatro oyunundan sonra ne yapmaya karar verdiniz?
- Maalesef tiyatronun toplumumuzda çok fazla yeri yok. Ücretsiz de oynasan kimse gitmiyor tiyatroya. Dedim ki “Ümmiye, tiyatroda iş yok. Sen sesini duyuramazsın” Benim sesimi duyurmaya çok ihtiyacım vardı. Çünkü kadınların gücünü, istenildiğinde neler yapılabileceğini kanıtlamak istiyordum. Zekiyiz, akıllıyız, birleşmemiz lazım. Bunu farkına varmamız lazım. Onun için “Bir sinema filmi çekelim” dedim.
◊ Parayı nereden bulacağınızı düşündünüz mü?
- Sinema filmi çekeceğim ama nasıl olacak? Ama bunu bugün düşünüp ertesi gün çekmedim. Bunun alt yapısı için tam 5 yıl uğraştım. İlk önce sinema filminin nasıl çekildiğini görebilmek için birçok dizide rol aldım. Sonra “Ümmiye, sen artık kıvamına geldin, öğrendin. Hadi bakalım şimdi senaryo yazma zamanı” dedim.
◊ Dizilerde nasıl rol aldınız?
- Tiyatrodan dolayı herkes tanıyor ya beni, öyle ulaştılar bana.
◊ Sinema filmi sürecini anlatır mısınız peki?
- 2005 yılında bir öykü yazdım. Adı “Yün Bebek”. Çok ses getirdi.
◊ Senaryoyu da siz mi yazdınız?
- Evet ben yazdım... Ben filmini çekeceğim deyince birçok yerden teklif geldi. Ama ben Mersin’de, Mersin Sinema Derneği ile çekmek istedim. Onu yaparken, gece 2’de kalkıp Hatay’a narenciyeye gidiyordum.
Yevmiye o zamanlar 25 liraydı. Akşam eve 8’de gelip yemek yiyip odama çekiliyordum. Kağıda senaryo yazıyordum Ama bilgisayarda araştırıyordum, senaryo nasıl yazılır diye. Bu konuda oğlum ve kızım da yardım etti Onlar öğrettiler bana bilgisayar kullanmayı. Ardından profesyonel insanlara götürdüm, incelettim. Ama her şeyin benim istediğim gibi olmasını istedim.
Çünkü bu benim hayalimdi. Bir kadının istenildiğinde dağda, taşta, bayırda, nerede olursa olsun başarabileceğini kanıtlamak istiyordum.
Bana “filmin yönetmeni sen ol” dediler. Yönetmeni oldum. Kaymakamlık, Mili Eğitim, Valilik, Kültür Bakanlığı destekledi. Tabii ki tek başıma çekmedim güzel yavrum. Hiç kimse tek başına bir şey yapamaz. Şu gördüğün koskocaman köy beni destekledi.
◊ Filmin konusu neydi?
- Filmin konusu; kadının kadına şiddetiydi. Şiddetin her iki türlüsü yani. Bu konuda yaşadıklarımdan yola çıkarak çeşit çeşit hikaye yazdım.
Sonra düşündüm ve dedim ki; “Ayşe Teyze ile Fatma Teyze kavga ediyor ve çocuk ortada kalıyor. O zaman kadının kadına şiddeti çok önemli. Biz davranışlarımıza dikkat etmeliyiz”. Öleni de öldüreni de biz doğuruyor, biz büyütüyoruz yavrum.
Ben böyle dediğim zaman da deniyor ki “Ümmiye Hanım, biz ataerkil bir toplumda yaşıyoruz. Söz hakkımız yok”. Ben de insanlara diyorum ki: “Güzel yavrum, hak verilmez, alınır. Hem de söke söke alınır istenildiğinde...”
Bizim Arslanköy’ün bir sözü vardır: Kadın isterse tekeden teleme yapar. Yani, erkek koyundan süt sağar, peynir yapar. Yeter ki biz isteyelim. Biz çok zekiyiz ama nedense birbirimizi çok kıskanıyoruz.
◊ “Yün Bebek” kaç dakikalık bir film?
- 90 dakikalık uzun metrajlı bir sinema filmi. Bu film bana Avrasya’nın en iyi kadın sanatçı ödülünü getirdi. İlk kez TRT 2’de yayınlandı. İlk telif hakkını aldı. Gerçekten bu film şiddetin her iki türlüsünü anlatıyor.
◊ Peki para kazandınız mı?
- Ben parayla hiç ilgilenmedim. Filmi destekleyenler parayı yapımcıya verdi.
◊ Filmden sonra, Türkiye’nin sizi tanıması nasıl oldu?
- Türkiye beni TRT’deki “Ana Ocağı” programıyla tanıdı. Üç sezon o projenin ekran yüzüydüm.
SON 24 SAATTE YAŞANANLAR
Paylaş