Sakıp Sabancı Konferansı’nın buluşturduğu ünlü isimler

WASHINGTON
BROOKINGS Enstitüsü’ndeki 5. Sakıp Sabancı Konferansı’nın açılış konuşmasını yapan Güler Sabancı "Bu konferansın bir amacı da öğrencilerimize dünyanın karmaşıklığını anlama fırsatını vermek" diyor.

ABD’nin önde gelen bu düşünce kuruluşunda beş yıldan beri ünlü konuşmacıları ağırlayan konferans uydu yayınla Sabancı Üniversitesi öğrencileri tarafından izleniyor.

İstanbul’daki öğrenciler ünlü konuşmacılara soru sorabiliyorlar.

Nitekim, bu yıl öğrencilerin sorularına muhatap olan isim Oxford Üniversitesi Rektörü eski Hong Kong valisi Chris Patten.

Patten’in "Çok Taraflı İlişkilerin Türkiye ve Avrupa’ya getirdikleri" konuşması bana kalırsa tam gençlere yönelik bir mesaj taşıyor.

Çünkü AB üyeliği konusunda kafaların her zamankinden fazla karışık olduğu bir dönemde "Bugünün Avrupa’sı nedir" sorusuna cevap arıyor.

Sizi bilmem ama ben daha çok çevremdeki gençlerden "AB diye bir şey kalmayacakÖ Ne diye üyelik için uğraşıyoruz" gibi sözleri duyuyorum.

Patten, AB’nin devam eden bir süreç olduğuna inanıyor.

NASIL BİR YOL SEÇECEK

Birliğin bazı konularda zaafları olsa da, vizyoner ve hatta devrimci bir meşale taşıdığını söylüyor.

Bu sözleri bizim gençlerin duymaları önemli.

Peki ya Türkiye’nin üyeliği? "Pozisyonum açık. Daima üyeliği savundum. Türkiye’nin üyeliği Avrupa’ya hem ekonomik hem politik katkı yapacaktır" diyor.

Ardından şöyle bir şey ilave ediyor:

"Türkiye nasıl bir ülke olmak istediğine karar vermeli. İleriye mi gidecek? Yoksa geriye mi? Umarım ki, daha başarılı, daha cesur bir ülke olma yolunda ilerler."

Chris Patten’in konuşmasının tüm ayrıntılarına girmeyeceğim.

Ancak konuşmasından kısa bir süre sonra başka ünlü bir ismin, düşünür ve siyaset bilimcisi Prof. Francis Fukuyama’nın da benzer sözlerle "Türkiye nasıl bir yol seçeceğine karar vermeli " dediğini belirtmek istiyorum.

FUKUYAMA: BELİRSİZLİK ARTIYOR

Demek ki Türkiye’nin geleceği ile ilgili kafalarda soru işaretleri az değil.

"Tarihin sonu" kitabıyla bir dönem fırtınalar estiren Fukuyama’da nereden çıktı diyeceksiniz?

Sakıp Sabancı Konferansı’ndan sonra Brookings Enstitüsü’nün bir salonunda yenilen öğle yemeğinde bakın masanın etrafında kimler bir araya gelmiş:

Güler Sabancı, Kemal Derviş, Prof. Francis Fukuyama, Chris Patten, Strobe Talbott, ABD’nin eski Ankara Elçileri Mark Grossman, Morton Abramowitz.

Fukuyama’ya dönersek, Türkiye’nin AB üyeliğinde belirsizliklerin giderek arttığını söylüyor.

Kültürel farklılığı, kimlik, etnik köken gibi şeyleri daha açık konuşmanın AB üyelik sürecine katkısı olacağına inanıyor Fukuyama.

DERVİŞ: TÜRKİYE ŞİMDİ DAHA GÜÇLÜ

Brookings Enstitüsü’nde Başkan Yardımcılığı’na atanan, aynı zamanda Sabancı Üniversitesi Uluslararası Danışma Kurulu Üyesi olan Derviş, AB üyelik süreciyle ilgili şu ilginç saptamada bulunuyor.

"Avrupa’nın koşullarını yerine getirerek üye olma mekanizması artık yürümeyecek" diyor.

Şöyle devam ediyor:

"Türkiye 10 yıl öncesinin Türkiye’si değil. Daha güçlü. Paradigmalar değişti. Üyelik süreci tek tarafın yöneteceği bir şey olamayacak artık. Türkiye’nin daha aktif olacağı bir aşamaya girmek zorunda."

Washington
’daki AB-Türkiye ilişkileri tartışmaları böyle.

5. Sakıp Sabancı Konferansı’nın nicedir Avrupa kıtasına sıkışmış bu tartışmaları alıp "Yeni Dünya"ya taşımış olması işin başka boyutu.

Obama’ların lokantasında yemek yedik

AVRUPA Birliği heyecanından olsa gerek Washington’da ilk gün, Brookings uzmanlarından dinlediğimiz "Obama’nın 100 günü" değerlendirmesini neredeyse es geçiyordum.

Özetle genel kanı şöyle:

Obama küresel krize rağmen tüm sorunlara aynı anda el atmaktan çekinmemiş.

Hem ekonomide hem iç politikada sorunları çözme konusunda son derece cesur kararlar almış.

100 Günlük performansı genel hatlarıyla başarılı bulunan Barack Obama ne yapmış?

Kendisini ve desteğini esirgemeyen eşi Michelle Obama ’yı ödüllendirmek için şehrin en ünlü Fransız Lokantası’nda yer ayırtmış.

Kendilerine ayrılan küçük bir odada eşiyle baş başa yemek yemiş.

Ödediği paranın yüzde 20’sini bahşiş olarak bırakmış.

Biz de, Obama çiftinden tam bir gün sonra "Citronelle" Lokantası’nın yolunu tuttuk.

Şef Michel Richard’ın lokantasında yediğimiz yemekler doğrusunu söylemek gerekirse bizi öyle mutluluktan havalara filan uçurmadı.

Ama şefin bizi mutlu etme gibi bir kaygısı olduğunu da pek sanmıyorum.

Zira Obama’ların tercihi televizyonlarda o kadar konuşuldu ki Citronelle 3 yıllık müşterisini garantiledi.
Yazarın Tüm Yazıları