Paylaş
Sadece sanatıyla nefes alan, her defasında sahnede canlandırdığı kahramanlara dönüşen Leyla Gencer’in belgeseli gerçekten etkileyici.
Gencer yetmiş üç rol canlandırmış, yetmiş üç ayrı ses kullanmayı başarmış ve yetmiş üç ayrı hik^ayenin kahramanı olmuş müthiş bir sanatçı.
1957 ile 1980 yılları arasında operanın mabedi sayılan La Scala’nın “primadonnası” olması zaten bunun kanıtı.
İtalya’ya ilk kez ayak bastıktan dört yıl sonra La Scala’da“primadonna” mertebesine yükselmek kime nasip olur?
Belgeselin metni ve senaryosu, Gencer’in hayatını anlattığı “Tutku’nun Romanı” kitabından yola çıkan gazeteci-yazar Zeynep Oral tarafından kaleme alınmış.
Yönetmeni Selçuk Metin, seslendiren ise Halit Ergenç.
Belgesele katkıda bulunan diğer sanatçılar Selçuk Yöntem, Bergüzar Korel ve Mehmet Günsür.
Çekimleri Milano, Roma, Napoli ve İstanbul’da yapılan belgeselde Leyla Gencer ile yakından çalışmış olan İtalyan müzik dünyasının ünlü isimleri var.
Ünlü sopranomuz Leyla Gencer
FARKLI KÜLTÜRDEN ZİRVEYE
Geçtiğimiz yıl ünlü sopranonun 10. ölüm yıldönümünü çeşitli etkinliklerle kutlamış olanİKSV’nin belgeselinin prömiyeri önümüzdeki nisan ayında 38. İstanbul Film Festivali’nde yapılacak.
Daha sonra ulusal ve uluslararası film festivallerinde izleyici ile buluşacak.
Dünya bir kez daha, “farklı bir kültürden” olmasına rağmen en zirveye çıkan Leyla Gencer ile tanışacak.
Belgeselde ünlü sopranonun İtalya’daki yolculuğunu anlatan Zeynep Oral’ın dediği gibi, Leyla Gencer Türkiye’den yola çıkıp dünya sahnelerini fethederken azmin ve tutkunun simgesi olmuş.
Adı, Avrupa’dan ABD’ye, Latin Amerika’ya en ünlü opera binalarına dev harflerle yazılmış.
“La Diva Turca” diye insanlar kuyruğa girmiş.
Peki pasaportundan asla vazgeçmediği Türkiye’den hak ettiği ilgiyi, saygıyı görmüş mü Leyla Gencer.
Belgeselde bu konudaki hafif burukluğunu kendisi bizzat anlatıyor.
La Scala’da iken sanatçısı olduğu Ankara Devlet Opera ve Balesi’nden bir telgraf alıyor.
“Ya Ankara’ya hemen dönersiniz, ya da kurumdan ayrılırsınız”.
“Tabii ki çok üzüldüm, hemen istifa ettim” diyor.
Devlet sanatçısı unvanı ne yazık ki çok uzun yıllar sonra geliyor.
NASIL BİR MARKAYA DÖNÜŞTÜ?
1985 yılında operayı bıraktıktan sonra kendini genç sanatçıların eğitimine veren Gencer belgeseliyle hemen hemen aynı dönemde Yapı Kredi Yayınları’ndan yayımlanan, Evin İlyasoğlu’nun“Ben Leyla Gencer La Diva Turca” kitabı yazıyı yazarken elimin altında.
İlyasoğlu, 350 sayfalık titiz çalışmasının önsözünde “20. yüzyılın ortasında yaşamış, ihtirasıyla, çalışkanlığıyla, kendine özgü tanrıça duruşuyla Olympos’un tepesindeki bu sanatçıyı bugünkü dünyamıza yakınlaştırmayı çalıştım” diyor.
Yine önsözde “O sadece kendi sanatına güvenmişti. Birlikte çalıştığı opera müdürleri, ünlü şefler ona daima yeni kapılar açmışlardı. Böylece Leyla Gencer opera çevrelerinden aldığı üst düzey referanslarla aranan bir marka haline gelmişti” sözlerine yer veriyor.
La Diva Turca’nın nasıl bir dünya markası haline dönüştüğünü İKSV’nin filminde izliyorsunuz.
Önceki gün belgeseli izledikten sonra vapura binmek üzere Karaköy’den geçerken turistik bir dükk^anın vitrininde filmin etkisiyle Leyla Gencer’in fotosunu görür gibi oldum.
Yanılmışım.
Vitrinde gördüğüm Meksikalı ünlü ressam Frida Kahlo idi.
Günümüzde sanatçılar ülkelerin “yumuşak güçleri”.
Meksika’yi ziyaret edenlerin Frida Kahlo Müzesi’ni ziyaret etmeden dönmeleri mümkün mü?
Türkiye tanıtımında bir dünya markası olan “La Diva Turca”yı neden kullanmasın?
Adına bir müze açarak neden genç nesillere dünyaya mal olmuş bir değerimizi tanıtmasın?
Paylaş