Hüznün sarıya boyadığı sonbaharda Kapadokya

SONBAHAR, bütün mevsimlerden farklı bana göre. Hüzünle karışık, mistik bir tadı var bu sonbaharın. Ağaçlar en renkli elbiselerini giyip bizi bekler. Rüzgarın hışırtısı, arada düşen kuru yapraklar.... Karar verdim en sevdiğim mevsim kesinlikle sonbahar.

Sanırım bu mevsimde hafta sonu Ankara’dan kaçmak için en iyi yerlerden biri Kapadokya. Yeni açılan otoyol ile 2.5-3 saatte oradasınız. Biz de kalabalık bir grup toplandık, biraz bağ bozumu yaşayalım, biraz dinlenelim istedik ve Kapadokya’ya gittik. Daha önce defalarca gittiğim Kapadokya’ya ama en son yıllar önce gitmiştim. O muhteşem gün batımı, Peribacaları, Avanos’taki çanak çömlekler her gittiğimde beni çok etkilemiştir ama geçen hafta sonu benim için bambaşkaydı.
Şimdi diyeceksiniz ki neden? Hemen anlatayım!
Her şeyden önce, bu bölge sonbaharda bir başka güzel. Güneşin kızıla çalan renginin o görkemli coğrafyaya yansıması, gün batımında hüzünlü rüzgarların arasında manzarayı doya doya seyretmek... Kaldığınız yer de önemli tabii.

Acaba uzaylılar mı yaptı?

Çok güzel bir yerde kaldık biz, Cappadocia Cave Resort! Uçhisar’da insanın tüylerini diken diken eden manzaraya karşı konumlanmış bir kartal yuvası. Zaten coğrafi olarak türlü efsanelere konu olmuş, dünyada eşi benzeri olmayan bir dokuya sahip bu bölgeye bir de metrelerce yüksekten bakınca hakikaten “Uzaylılar mı yaptı acaba?” diye düşünmeden edemiyor insan. Otel yalnızca konumu ile değil, odalarından restoranına, barından SPA’sına kadar tek kelime ile muhteşem.

Balonla Devr-i Alem!

Hafta sonu tabii, iki güncük! Ama biz bu iki güne sığdırabildiğimiz kadar aktivite sığdıralım istedik. Ve bence bunlardan en keyiflisi balona binmekti. Sabah 05:00’da uyandık. Bütün korkularına ve itirazlarına rağmen Çiğdem Abla’yı da ikna ettikten sonra, 06:00 sularında balonla yavaş yavaş gökyüzüne yükseliyorduk. Düşünsenize, ağır ağır güneş doğuyor ve siz o tarihi kalıntılar, o ihtişamlı peribacaları arasında gökyüzüne yükseliyorsunuz! Balonun içinde bir yukarı bir aşağı süzülerek geziyorsunuz. Bazen öyle alçalıyor ki ağaçlara, peri bacalarına dokunacaksınız sanıyorsunuz! Ve bu iki saate yakın sürüyor. Sanki çocukken okuduğum Jules Verne’in 80 Günde Devr-i Alem kitabının baş kahramanıyım!
Bir de bağ bozumu var tabii. O mistik coğrafya, o taş evler arasında üzüm bağlarında dolaşmak çok hoş bir deneyimdi. Yörede üzüm bağları göz alabildiğince büyük ama asmaların boyu küçük ve yaprakları az. Salkımlar da seyreltilmiş sanki, öyle dolu dolu değillerdi. Bütün bunlar az ama özü değerli üzümler yetiştirmek içinmiş. Daha neler öğreneceğiz bakalım.
Güneşin batımına yakın ATV adı verilen dört tekerlekli motorlu araçlardan kiraladık. Halimiz görülmeye değerdi! 18 yaş heyecanı ile atladık motorlara, Güvercinlik Vadisi, Aşk Vadisi derken gezmediğimiz yer kalmadı. Arada bir dinlenerek sırt çantalarımızda taşıdığımız yiyeceklerle piknik de yaptık.

18 yaş heyecanı

Kapadokya’da dikkatimi en çok sayısı artan turistler, oraya yerleşmiş Japonlar ve Fransızlar çekti. Ne kadar enterasan değil mi, vakt-i zamanında turist olarak gelip, kendisinden çok uzak bir kültüre adapte olarak, hayatlarını burada geçirmeye karar vermeleri! E ama şimdi herkesin ülkesi kendine güzel, tamam da benim Türkiyemin her köşesinde insanı kendine çeken birşey var. Nevşehir de öyle. O tarihi zenginlik, o doğa, hiçbir yerde olmayan kültürel miras. Lezzeti şüphe götürmeyen yemeklerimiz, misafirperverliğimiz, sıcakkanlı insanımız... Say say bitmez. Hatta Ankara’ya döndüğüm gün,
Ahmet Hakan da köşesinde Kapadokya’dan bahsetmiş!
Siz de, bu hüzün sarısı sonbahar bitmeden bir hafta sonunuzu ayırın, Kapadokya’da benzersiz bir-iki gün geçirin.
Yazarın Tüm Yazıları