Paylaş
Sözde Sovyetler’in komünizm tehdidine karşı bir savunma aracı olarak İslamiyet’i kullanmak için ABD tarafından geliştirilen bu proje, Sovyetler dağıldıktan sonra da devam etmiş ve bu kez aynı güç, ilgili devletleri dönüştürmekte kullanılmıştır.
ABD, İngiltere ve İsrail yapımı bu korkunç proje ile artık hiçbir devlet gerçek manada bağımsız olmayacaktı, olamayacaktı.
Olmadı da...
Bütün branşlarda kadrolar yetiştirilerek devlet kademelerine yerleştirilecek ve böylece paralel devlet yapısı oluşturulacaktı. ‘Truva Atı’ şeklinde kendini gizleyen örgüt, bir işaretle ayaklanacak ve devleti tüm kurum ve kuruluşları ile ele geçirecekti.
Tarih boyunca bütün toplumlarda milliyetçilik ve din başat unsurlar olmayı sürdürmüştür. Art niyetli olanlar da bu iki unsuru kullanarak kötü emellerine hizmet etmek istemişlerdir.
Malum komünizm dini yasaklamıştı, şu halde dinsizlikle mücadelede kullanılmaya en elverişli unsur din ve dindarlar olmalıydı. Onlar da öyle yaptı.
Türkiye’de komünizmle mücadele dernekleri kuruldu MİT (Müsteşar Fuat Doğu) tarafından, Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Yaşar Tunagür vasıtasıyla Nurcu görünümlü bir vaiz olan F. Gülen devşirildi.
Ağzı iyi laf yapan, Said-i Nursi Külliyatı’nı ezbere bilen, konuşma esnasında salya sümük hıçkırarak ağlayabilen bu adam tam da gökte aranıp yerde bulunan yarı meczup bir tipti.
Devlete ve millete damardan girip hiç kimsenin bir şey diyemeyeceği eğitim yolundan işe koyuldular. Dershaneler, kolejler, öğrenci yurtları, öğrencilerin barınma yerleri olan Işık Evleri, ve bilahâre üniversiteler (tam 17 adet) derken; başta üniversite sınavları (ÖSYM) olmak üzere askeri ve sivil her kurum ve kuruluşun giriş sınavları ve bunları ait soruların çalınıp yandaşlara verilmesi.
Sittin sene bu yapı Firavun’un ehramına taş taşıyarak her branşta insan yetiştirdi. Artık o günün Polis Koleji öğrencileri, 2000’li yılların 1. sınıf emniyet müdürleri olmuştu; o günün teğmenleri general ve amiral rütbelerine erişmişti.
Sivil ve askeri bürokrasi (bütün bakanlıklar ve ilgili kurumları) bu yapıdan soruluyordu; valilerin, kaymakamların, emniyet müdürlerinin, hâkimlerin, savcıların ve hatta bunların yüksek makamları olan Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun, Milli Eğitim’de il ve ilçe eğitim müdürleri dahil okul müdürlerine varıncaya değin neredeyse her kurum ve kuruluş bu yapıdan soruluyordu.
Kurumların istihbarat birimleri bu yapının elinde olduğundan dışarıya bilgi sızmıyor ve kendilerinden olmayan devlet ve hükümet yetkililerine de yanlış bilgiler veriliyordu.
Dershanelerindeki ve okullarındaki başarılardan(!) dolayı da tercihe şayan görülüyor ve millet çocuklarını bunlara vermek için adeta yarış ediyordu.
Güçlendikçe medyaya da el attılar, dergileri, gazeteleri, televizyonları, haber ajansları ile tüm köşe başlarını tutmuşlardı. Nasıl tuttuklarını bizzat yaşamış olduğum bir olayı anlatırsam siz de anlayacaksınız.
Vaktiyle Türkiye gazetesinde çalıştığım bir zamanda, hükümetteki üst düzey bir yetkili bana “Bundan böyle sizin İhlas Haber Ajansı’yla çalışamayacağız, tüm canlı yayınlarımızı artık Cihan Haber Ajansı yapacak” dedi.
Ben, “Biz bir eksiklik mi, bir yanlışlık mı yaptık, neden böyle bir karar verdiniz?” diye sordum.
“Hayır, hayır; biz sizden çok memnunuz. Ama onlar bütün canlı yayınlarımızı bedava yapacaklar” dedi.
Ben de “Bu fiyatla kimse rekabet edemez; hayrını görün!” diye cevap verdim.
Onlar da memleket de o gün bugündür hayrını gördü ve görmeye devam ediyor!
Paylaş