Paylaş
Laiklik uygulamalarını (kraldan fazla kralcı kesilerek) din karşıtlığı hatta din düşmanlığı ve dine, kendi kafamıza göre şekil ve mana verme ve rol biçme şeklinde anladığımızdan olacak ki, din ve dini eğilimler, yerin altına çekildi, çekilmek zorunda kaldı ve böylece, dindarlarla devletin arası açıldı.
Burada yapılan en büyük hata, devletin hakkını devlete, dinin hakkını dine (dindarın hakkını dindara) vermememiz oldu. Zorba (cebri) uygulamalarla devleti, dine ve dindarlara musallat ettik.
Böylece, devlet dinden ve dindardan, dindar da devletten çekinir ve korkar oldu.
Kantarın topuzunun kaçırıldığı mahut süreç, çok partili hayata (kısmi demokrasi) geçtiğimiz 1950 yılına kadar bütün şiddetiyle devam etti.
Kör döğüşü şeklindeki bu mücadele (ve hatta kavga), 1950’den merhum Özal dönemine (163. Maddenin kaldırılması) kadar da orta yoğunluklu ve o günden Erdoğan’ın iktidar dönemine kadar da düşük yoğunlukta devam etti.
Devletin hakkını devlete vermemek demek, devleti milli kılmamak yani, FETÖ (ABD-CIA) gibi unsurlara (iç ve dış vesayet odaklarına) teslim edilip çığırından çıkarılmasıdır.
1940’lı yıllardan başlayan bu denli teslimiyet süreci, gelip geçen tüm iktidarlar (sivil ve askeri) boyunca devam etmiş ve 15 Temmuz 2016’da ‘kazanın patlaması’yla ayyuka çıkarak, kralın çıplaklığı gözler önüne serilmiştir.
Ve bundan böyle, kuzgunun leşe gelmemesi için de devlet (milli) başa geçmiştir.
Artık devletin hakkının devlete, dinin (dindarın) hakkının dine (dindara) verilme zamanıdır.
Peki, bu nasıl olacaktır? Cumhuriyet rejiminde bunun yegâne yolu laikliği gerçek manasıyla uygulamakla mümkündür. Devlet bir yandan dine ve dindara müdahale etmeyecek lakin devlete müdahale etmek isteyen dini oluşumların (FETÖ gibi) tepesine, çelik balyozla inecektir.
Hangi dini oluşumun (cemaat) devlete kadro yetiştirdiğini ve devlette kadrolaşmak istediğini bilmeyen ve önlemini almayan devlete devlet denebilir mi? Devlet devletse, kendisini ele geçirmeye yönelik, aleyhinde olabilecek her hareketi bilmek ve onu etkisiz kılmak zorundadır.
Cemaatler de dini özgürce yaşamaktan öte, devlete, devletin işleyişine ve işlerine asla müdahalede bulunmayacak, bulunamayacaktır.
Müslümanlar, kendilerini Almanya’daki, Fransa’daki, Japonya’daki Müslümanlar gibi bilecek ve ona göre davranacaklardır. Almanya’da milyonlarca Müslüman var, bunlardan herhangi birisi veya bunlardaki herhangi bir dini cemaat Alman devletinin işlerine ve işleyişine karışıyor mu?
Karışmıyor, zira karışırlarsa başlarına ne geleceğini biliyorlar.
Türkiye’de de aynı bilinçle hareket etmeli, herkes haddini bilmeli ve kimse elleriyle kendilerini ateşe atmamalıdır.
Müslümanlar, devleti dönüştürmek yerine; kendilerini dönüştürmeli ve gerçek manada Müslüman olmalıdırlar.
Müslümanlar nasılsalar, öyle idare edilirler!
Zira kel başa şimşir tarak aramanın manası olmasa gerektir.
Kıymeti bilinmeyip kaybedilen değirmenin gürültüsünü aramak adına gürültü çıkaranlara yalnızca şaşılır.
Paylaş