Paylaş
Adamı, ufak tefek gören Temel: ‘Ne özrü?’ deyip yumruğu suratına patlatır. Çelimsiz gözüken adam, meğerse boksörmüş, vurduğu gibi Temel’i yere seriyormuş. Temel’in perişan haldeki durumunu gören Dursun, işin yumrukla olamayacağını anlayınca şöyle haykırır: ‘Ula! Tak ona bıçağı; ne duruyorsun?’
Ağzı burnu kan revan içinde kalan Temel, ‘Dikine duramıyorum ki nasıl takayım ona bıçağı?’ diye sızlanır.
ABD’nin gemisine bindirildiğimiz 1945’li yıllardan beri; dayak yiyoruz, yerlerde sürünüyoruz. Vurdukları gibi oturtturuyorlar. Ayaklarımızın üstüne kalkmamıza asla müsaade etmiyorlar.
Temel gibi, bir dik durabilsek ne yapacağımızı biliyoruz ama...
Deliye pösteki saydırır gibi âdeta bizi ‘meşguliyetle tedaviye’ tabi tuttular.
On yıllar boyu, toplum olarak nelerle uğraştığımızı ve halen daha nelerle uğraştırıldığımızı görürseniz; tüm enerjimizin toprağa verildiğini anlarsınız.
İncir çekirdeğini doldurmayan meselelerle, sürekli ayrıştırıp kavga ettirdiler. Sittin senedir, başörtüsü yüzünden kavga edip durduk. Üstelik kavga ettiğimiz yer, Müslüman mahallesiydi. İsteyen takar, istemeyen takmaz diyemedik. Başörtüsünün rejimimizi yıkabileceğini vehmettik. Müslüman mahallesinde salyangoz satanlar, öyle anlamamızı sağladı.
Bugün geldiğimiz bu noktada bile, zaman tünelinde kalmış bir aklı evvel çıkıp “Başörtülü psikolog meslek etiğine aykırıdır” diyebiliyor. Üstelik bu kişi, profesör unvanlı sözde bir biliminsanı. İçi zift dolu bu kafalar yüzünden ülkemiz tımarhaneye döndü.
İmam hatiplilerin önüne kesmek için, bir katsayı garabeti uydurduk ve tüm meslek liselileri o ateşte yaktık. Artık ara elemanı bulabilmek için akla karayı seçiyoruz. Suriyeliler ve Afganlılar olmasa yandık.
Sözde laiklik adına ülkemizi parti mezarlığına çevirdik. Necmettin Erbakan’ın kurduğu ve hatta iki kez iktidara taşıdığı tüm partileri kapattık. Böylece rejimimizi koruduğumuzu zannettik.
Erbakan başbakan iken kendisine etmediğimizi bırakmadık, iktidardan uzaklaştırıp partisini yine kapattık. Lakin öldüğünde, hakkında yanıldığımızı anlayıp hem günah çıkardık (!) ve hem de oturup ağladık.
O kafaya göre Taksim’e cami yapılarsa rejim elden giderdi! Nitekim Erbakan’a yaptırmadılar.
Erdoğan döneminde ise daniskası yapıldı; Taksim’e cami ile birlikte modern bir kültür merkezi de inşa edildi. Aynı kafa, yıkılmakta olan, ucube kültür merkezinin tek tuğlasına dokundurtmuyordu.
Sayın Erdoğan’la birlikte diklenmeden dik duran Türkiye, dayak yemediği gibi, vurdu mu oturtturuyor!
Azerbaycan-Ermenistan savaşına seyirci kalan Rusya, Türkiye’nin geliştirdiği SİHA’lara talip.
Dik durabilmemiz sayesinde onca alt ve üstyapıları gerçekleştirdik. Savunma sanayiinde ve enerji konusunda dev adımlarla yeni bir çığır açtık.
IMF’nin borcunu kestik; artık kanunlarımızı dışarısının telkinleriyle çıkarmıyoruz.
Dışarıdan bakan da ithal etmiyoruz.
Hepsinden önemlisi, milletçe pösteki saymıyoruz. Herkes işine gücüne bakıyor, sahip olduğumuz enerjiyi toprağa değil, kalkınmaya harcıyoruz.
Mevcut pahalılık ve ekonomik savaşla, dik duramayan bir Türkiye’de karşılaşsaydık çoktan sıfırı tüketmiş ve IMF’nin eline tutsak olmuştuk.
Kim ne derse desin; ayağa kalkan Türkiye, bugünkü sıkıntıları da aşacak ve alnı açık, başı dik olarak yoluna devam edecektir.
Paylaş