Paylaş
Sağ, sol veya merkez partilerden hangisi, tek başına da iktidara gelse, devlet işlerine karıştırılmadılar, karıştırılmazlar.
Hangi parti iktidarda olursa olsun köklü reformlar yapmasına asla müsaade edilmez.
Bakınız 2024 yılında bile hala darbe anayasasıyla idare edilmekteyiz.
1961 Anayasası’nı darbeciler yaptı; Süleyman Demirel yüzde 52’lik oyla tek başına iktidara gelmesine ve anayasayı değiştirmek için yırtınmasına rağmen tek bir maddesini bile değiştiremedi.
61 Anayasası’nı değiştiren de topyekûn ortadan kaldırıp yeni bir darbe anayasasını dayatan da yine darbeciler oldu.
Kendileri çalıp kendileri oynanan ve tüm bu oyunlarda seçilmişlerin esamisi dahi okunmayan bir demokrasiden bahsediyoruz.
Vur abalıya deyip siyasetçiyi yerin dibine sokuyoruz; bunu yaparken de isyan halindeki Yeniçeri gibi davranıyor ve ‘Söyletme-n (yin) vurun!’ diyoruz.
Vur ama önce bir dinle dahi diyemiyoruz, zira acı gerçeklerle yüzleşmek istemiyoruz.
Sözde parlamenter sistemdeki hükümetlerin ortalama ömürleri 18 aydı. Bu demektir ki, bütün bu hükümetler taş taş üstüne koyamadan dağılıp gitmişler.
Bürokratik vesayet tam da bunu istiyor; kendini hancı, gelip geçen hükümetleri yolcu görüyor. Ülkede istikrar olmamış ve en ufak bir kalkınma veya herhangi bir hukuksal reform yapılmamış umurlarında bile değildir.
Bürokratik oligarşinin hüküm sürdüğü ülkelerde halk ezilmeye mahkumdur. Bu durum, bilinçli bir tercihtir. Halkın canıyla uğraşması ve kendi dertleriyle boğuşması arzu edilir.
Böylece halkın yeni beklentileri ve talepleri olmaz.
Türkiye 2. Cihan Savaşı’na girmemesine rağmen 1939-1950 yılları arasında hem maddi ve hem de manevi olarak çökmüştü. Millet açtı, ekmek karne ile veriliyordu. Dini eğitim yasaklanmış, köylerde bile cenazeleri yıkayacak hoca bulunmaz olmuştu.
Böylesine itilmiş aç, biilaç bir halkın herhangi bir talebi olabilir mi?
Halkın bu denli perişanlığı sandığa yansıdı ve 27 yıllık CHP iktidarı düştü. Trabzon’u CHP’nin kalesi bilen İnönü, oranın da kaybedildiğini öğrenince; ‘Bu millet cezalandırılmalıdır’ diye öfkesini kustu. (Nihat Erim’in Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan hatıraları)
1950’den sonraki şeklen demokrasi döneminde, iktidardaki partiler olsun, muhalefet partileri olsun, bunlar da ak sütten çıkmış ak kaşık değiller. Bunlar da sınırlı yetkilerini, bir araya gelerek ve hep birlikte vesayete direnerek, milletin hayrına kullanmadılar, kullanamadılar.
Yıkıcı muhalefetiyle CHP, her daim bürokratik vesayetin yanında durarak iktidarlara gün yüzü göstermedi.
Darbe, görünürde iktidara yapılmış olsa da gerçekte demokrasiye, milli iradeye ve topyekûn siyasi partilerin hepsine yani bütün bir millete yapılmış demektir. Ama bunu muhalefet hiçbir zaman anlamadı veya anlamak istemedi.
Partiler arası rekabetten öte bu denli düşmanlık ise, vesayetin işine yaradı, parçaladı, böldü ve istediği gibi yönetti.
Siyasetçi de millet de avucunu yaladı.
Paylaş