ABD’yi önüne katıp Ukrayna’yı Rus silahlarına karşı koyabilecek silahlarla donattılar. Yetmedi, bu silahların eğitimlerini Ukraynalı askerlere verdiler. Ardından da: ‘Yürü! Biz, AB-ABD-NATO olarak yanındayız!’ dediler.
Rusya’ya da, NATO’ya aldığımız birkaç eski Varşova Paktı ülkeleriyle yetinmeyeceğiz, hepsini alacağız diyerek onu da kışkırttılar.
Kelimenin tam anlamıyla, tavşana kaç tazıya tut diyerek; sonuçta her ikisini de bitmiş ve tükenmiş bir halde, kendi yönlendirmelerine alacaklarını hesap ettiler. Zira 2. Büyük Savaş’tan sonra da hep böyle pis oynadılar ve kazandılar. Lakin ilk defa gözlerini karartıp ‘ayı’yı oyunlarına dâhil ettiler.
Önceki aşağılık oyunlarının ve sözde başarılarının sarhoşluğuyla ateşle oynadıklarını fark etmediler.
İngiltere ve ABD akılları sıra, gözlerine kestirdikleri maşaları vasıtasıyla vekâlet savaşlarıyla işin içinden sıyrılabileceklerini zannediyor.
Belli ki Türkiye’nin güneyinde destekledikleri Kürt ayrılıkçılarla Putin’i karıştırdılar. ‘Ayı’nın severken bile muhatabını öldürdüğünü unuttular. Üstelik bu ‘ayı’ dünyanın 2. büyük nükleer gücü.
Dolayısıyla dünyanın bu en pis oyuncuları ilk kez tüm dünyayı yakabilecek bir ateşle oynuyorlar.
Mahut pis oyuncuların hedefinde yalnız Rusya yok, bir o kadar önem addedip düşmanca tavır sergilemekten çekinmedikleri Türkiye var.
Zira dünya, 2. Büyük Savaş’tan sonra ABD ve Rusya’nın hegemonyasında kurulmuştu ki oluşturulan bu düzen (gerçekte düzensizlik-kaos), insafsızlığın, sömürgeciliğin ve zulmün her çeşidinin daniskasıydı.
Bunlardan birincisi olan komünizm zulmüne dünya ancak 70 yıl dayanabildi. Berlin Duvarı ile koca Sovyet İmparatorluğu yıkılıp paramparça oldu.
Tek dişi kalmış ABD canavarı, köpeksiz bulduğu koca dünyada yalnız başına at koşturuyor ve önüne gelene, zulmün envaiçeşidini tattırıyordu.
Dünyanın birinci ve ikinci taksimlerini, savaşlardan galip çıkan zalim ve emperyalist devletlerin liderleri yapmıştı. Her ikisi de kurt taksimi idi.
Her iki taksimde de aslan payını kendilerine ayıran bu emperyalistlerin gözleri bir türlü doymadı. Bütün dünya ülkeleri çalıştı, didindi, üretti, bunlara verdi lakin ne yaptılarsa bunları doyuramadılar.
Şimdi de bir üçüncü paylaşımın arifesindeyiz; bu paylaşımda da mütegallibenin (zorba-galip ve üstün güçlerin) aralarında anlaşmadığını söyleyemeyiz.
Bütün dünyanın gözleri önünde iyi polis-kötü polisi oynarlar ama sonunda al gülüm ver gülüm yaparak, malı götürürler.
Kurt taksimi esnasında, zorbalar kavgaya tutuşur gibi yaparlar. Yutacakları ülkeleri de bu esnada piyon olarak kullanırlar. Kendileri filler gibi tepişir görünür lakin o arada nice çimenler (ülkeler) ezilir ve yutulur.
Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, Ukrayna’yı Rusya’nın önüne sürerek kışkırtmalarına devam ettiler. Akılları sıra Rus ayısını oynatıp seyredecekler! Tıpkı Irak’ta yaptıkları gibi. Malum Saddam’ı Kuveyt’i işgal konusunda kışkırttılar ve akabinde kendileri Irak’ı işgal ettiler.
Belli ki Putin’i hiç tanımamışlar. KGB kökenli Putin, Rusya’da ‘Çar’lığa soyunmuştur. Göreve geldiği günden beri adımlarını ona göre atmaktadır.
Başta ABD ve Batı’nın aymazlığından istifade ederek Rusya’yı sıcak denizlere indirmiş ve Akdeniz’de konuşlandırmıştır.
İsrail’in kayığına binen ABD, Suriye’de hâlâ Büyük İsrail’in emellerine hizmet etmektedir. Bu yüzden Türkiye ile papaz olmakta ve çok önemli bir müttefikini karşısına almaktadır.
ABD dün de aynı aymazlık bataklığında çırpınırken Rusya Kırım’ı işgal etmişti. Protesto etmekten başka ne yapılabildi?
Rusya aynı oyunu yine sahneliyor ve asıl oyuncunun ayı olduğunu tüm dünyaya gösteriyor.
ABD ve Batı, ava giderken avlandı. Dikkat ediniz, Rusya kışın tam ortasında düğmeye bastı. Rus gazıyla ısınan ve büyük ölçekte Rus petrolüyle ekonomi çarklarını döndüren Avrupa’nın kıpırdayacak hali yoktur.
Asıl Rus ayısı, Avrupa’nın çaresiz halini görüp oynamakta ve bunların sefil hallerini seyretmektedir.
Demokrasilerde, gelişler ve gidişler hep milli irade tarafından olması gerekirken, bizdeki vesayetle hastalıklı demokraside, iktidara çıkarılma ve iktidardan uzaklaştırma, millet yerine askeri ve sivil bürokrasi tarafından yapılmıştır.
Dış vesayetin içimizdeki uzantısı olan mahut bürokrasi, demokrasiyi rafa kaldırma kepazeliğini işlerken; ‘demokrasiyi rayına oturtmak için’ bu eylemi yapıyoruz derler.
‘Demokrasiyi (halkın iradesini), daha iyi yaşatmak için öldürüyoruz’ şeklindeki rezil beyanlarına milletin de inanmasını isterler.
Millet ise her seferinde, vesayetin isteğinin aksi yönünde oy verir ve kendi gönlündekileri iktidara taşır. Vesayet odakları da, ‘Bizim çıkarttığımız vesayet anayasalarıyla iktidara gelenler nasılsa muktedir olamayacaktır (hancı biziz, onlar yolcudur)’ diyerek, teselli bulurlar.
Sayın Erdoğan, dış ve iç vesayetin tüm bu oyunlarını bozdu; demokrasiyi asıl sahibine, yani milli iradeye (milletin ta kendisine) teslim etti ve vesayet odaklarının çanına ot tıkadı.
Eski çamların bardak olduğunu gören vesayetin ağababası olan ABD, bu kez değişik şeytani yöntemlere başvurdu. Bir yandan Türkiye ekonomisini çökertmeye çalışırken, diğer yönden küsurat şeklinde oluşturduğu, birbirine benzemez muhalefet partilerini konsolide etmeye başladı.
Onlar da, KK’nın yönlendirmesiyle, sözde altılı olarak toplandılar ve ortak kararlar alarak, müşterek hareket edeceklerini kamuoyuna duyurdular. Belli ki tek hedefleri var: Erdoğan’ı alaşağı etmek. Ondan sonrasını kendileri de bilmiyor.
Zira yanardöner kişilerle değil mezara, pazara kadar bile gidilmez.
Tüm dünyada, üretimde ve tedarik zincirlerinde müthiş daralma var. Bu durum ister istemez mal ve hizmetleri ve bunların bedellerini etkiliyor. En sağlam ekonomiler bile enflasyonla tanıştı.
Zira dünyada elektrik ve doğalgaz fiyatları 8-10 katına, petrol ürünleri 3-4 katına çıktı.
Bu denli olumsuz şartlardan etkilenen ülkelerden biri de ister istemez Türkiye’dir. Zira Türkiye kalkınmakta olan bir ülkedir ve bunun için gerekli enerjiyi çoğunlukla dışarıdan ithal etmektedir.
Hükümet, tüm bu olumsuz şartları en az düzeyde halka yansıtabilmek için gerekli önlemleri aldı ve almaya devam ediyor.
Unutmayalım ki Türkiye daha düne kadar Bulgaristan’dan elektrik ithal ediyordu. Bu durum, zamanın başbakanı Süleyman Demirel’e ‘Türkiye’nin bir demir perde ülkesinden elektrik almasını nasıl değerlendiriyorsunuz? diye sorulduğunda, şu manidar cevabı verdirmişti: ‘Elektriğin komünisti olmaz!’ Her gün sekiz saat boyunca elektriği kesilen bir ülkenin başbakanı başka ne diyebilirdi ki?
Sayın Erdoğan iktidarda olmasaydı ve elektrik üretiminde, ulaştırmada ve sağlıktaki bu denli devasa altyapılar yapılmamış olsaydı, Türkiye’nin hali nice olurdu? Hiç düşündünüz mü?
Günün yirmi dört saatinde yiğidi öldürüyoruz da, bari hakkını teslim edelim? Yirmi yıl öncesinde Türkiye neredeydi, bugün nereye geldi?
Türkiye, dünya üzerinde COVID-19 aşısını bulan 9 ülkeden birisidir. Türkiye’nin ürettiği aşı sayesinde dünyadaki fakir ülkelerin halkları bu nimete kavuşacak. Çünkü Türkiye, veren elin alan elden üstün olduğunu bilen ender ülkelerdendir.
Bunlar 6+1 ama 1’i özenle masanın dışında tutuyorlar. Kendilerinden utanmaları yok lakin milletten utandıkları ve çekindikleri ortada. Zira bunların altısının toplamı hiçbir şey ifade etmiyor. Masaya davet etmeye çekindikleri HDP’ye muhtaçlar. Onsuz bir adım atamazlar.
HDP de eline geçirdiği bu tarihi fırsatı kaçırmıyor ve anahtar rolünü oynuyor. Anahtar konumundaki HDP olmadan bu altılının bir baltaya sap olamayacakları ortada.
Vaktiyle Erbakan’ın partisi de hem anahtar konumundaydı ve hem de partisinin amblemi anahtardı. Erbakan da eline geçirdiği bu fırsatı çok iyi değerlendirir, ‘kadayıfın altının kızarmasını’ bekler ve rakip partilere kök söktürürdü. O vakitler Türkiye halkının siyasi yapısı yüzde 65 sağ, yüzde 35 sol oylar olarak sandığa yansırdı.
Vesayet, o zamanki sağa, yani Süleyman Demirel’e söz geçiremeyince sağı bölmekten başka çare bulamadı ve General Muhsin Batur’u İsviçre’ye yolladı. Batur, İsviçre’de bulunan N. Erbakan’a güvence vererek Türkiye’ye getirtti ve ona parti kurdurttular.
Kurdurulan parti, sağı (Adalet Partisi) bölecek, bunun yanında bölen parti ise hiçbir zaman meşru addedilmeyecekti. Nitekim öyle de oldu. Sağ bölünüp parçalandı. Uzun yıllar boyunca siyasi istikrar sağlanamadığı gibi Erbakan’ın kurduğu tüm partiler de kapanmaktan kurtulamadı.
Bütün bunlara rağmen Erbakan’ın hırsı ve azmi, onu koalisyonla da olsa Başbakanlık koltuğuna oturttu. Aynı vesayet odakları, ona bu kez Başbakanlığı zehir ettiler ve meşum 28 Şubat darbesiyle alaşağı ettiler.
Yuvarlak masaya oturan ‘altılı ganyan’ ekibinden beşine dikkat edin; hepsi sözde sağdan, sağı bölmek için görevlendirilmiş cins tipler. Hepsi de görünürde solun emrinde. Solu iktidar yapmak için çırpınıyorlar.
Bu yetmemiş gibi, bir de açıklamalarını 28 Şubat günü duyuracaklar. Bu da, 28 Şubat generallerinin içeride olmasını içine sığdıramayan
Sahibinin sesi malum medyayı da bu denli psikolojik savaşın ileri karakolu olarak kullanıyorlar.
ABD, Rusya’ya sınır bir kısım NATO ülkelerine 3 bin, 2 bin kişilik askeri birlikler göndererek ve akşam sabah savaş çığırtkanlığı yapıp Rusya’nın işgale kalkışacağını dillendirerek kışkırtmaya devam ediyor.
İstiyorlar ki, Putin bir çılgınlık yapıp kendisini ateşin ortasına atsın!
ABD aynı oyunu Saddam’a da oynamış, Irak’ı Kuveyt’e saldırtmıştı. Sonrasında da Batılı müttefikleriyle beraber Saddam’ın karşısına dikilmiş ve Irak’ı, kendileri işgal etmişti.
Birinci Büyük Savaş’ta da Almanya, aynı taktikle Türkiye’yi savaşa sokmuştu. İngiliz donanmasının önünden kaçan iki Alman zırhlısı (Goben ve Breslav), boğazlardan geçip Karadeniz’e açılmıştı.
İngiltere bu gemileri Enver’den istedi. Enver de (Enver Paşa Enverland diye Padişah’tan habersiz ülkeyi yönetiyordu), Alman yanlısı olarak; zırhlılara Türk bayrağı çektirdi ve Alman mürettebatına Osmanlı üniformalarını giydirerek, başlarına fes geçirdi. İngiltere’ye de bu gemiler (Midilli ve Yavuz S.S.) Osmanlı’nın malı dedi.
29 Ekim 1914 sabahı, Almanya’nın kışkırtması ile Türk zırhlıları (!), başta Odessa olmak üzere Rus limanlarını topa tuttu. Bu akılsız hareket sonucunda Osmanlı, Almanya’nın safında Birinci Büyük Savaş’a girecek ve sonu hüsranla bitecekti.
Allah’tan
ABD’de bile son 40 yılın en yüksek enflasyonu (hayat pahalılığı) yaşanmaktadır. Enerji fiyatları AB ülkelerinde altı misline çıktı. Petrol fiyatları yüzde 100 artarak yüz dolara yaklaştı.
Tüm bu fiyat artışlarının da nerede duracağı belli değildir.
Bu denli olumsuz durum, bizim gibi enerjisi dışa bağımlı ülkeleri ziyadesiyle etkiliyor. Nitekim Türkiye’de de enflasyon yüzde 50 dolayındadır.
Bu da demektir ki Türkiye’deki dar ve sabit gelirliler, özellikle emekliler ve asgari ücretle geçinenler çok zor durumdadır. Bunlar bir de İstanbul gibi büyük şehirlerde yaşıyorlarsa durumları gerçekten vahimdir.
Zira aldıkları ücretler kirayı, elektrik, doğalgaz, aidat, su, telefon gibi zaruri giderlerini ancak karşılamaktadır.
İç piyasadaki darlığın ve pahalılığın (olmayan veya az olan mal çok pahalıdır) en önemli sebeplerinden biri de, hesapsız-kitapsız yapılan ihracattır. Dışarıya 5 liraya satabildiği bir malı, içeride neden bir liraya satsın ki?
Dışarıya sattığından, içeriye mal kalmıyor, kalan da ister istemez çok pahalı oluyor. Bundan dolayıdır ki bir kısım emtiada ithalatta olduğu gibi ihracatta da kota konmalıdır.
Hem de hammaddeden ara mamule ve mamule kadar tüm emtia gözden geçirilmelidir.