Söz konusu dev kuruluşların fona devredilmesi ve denetimiyle ilgili eleştiriler de devam ediyor.
Türkiye Varlık Fonu’nun kurulması ve içine alınacak kuruluşların saptanmasında en etkili isimlerden biri olan Maliye Bakanı Naci Ağbal, dün Ankara’da, önce CNN Türk ve ardından da Hürriyet bürosunun konuğuydu.
Bakan Ağbal’la sohbetimizin büyük bölümü, tahmin edileceği üzere fon ve denetimiyle ilgiliydi.
Devletler, tarihleri boyunca, dönemin devlet yapısına ve kültürüne göre değişik biçimlerde bu denetimi yapmıştır.
Denetim, demokratik hukuk devletlerinin ortaya çıkışından sonra daha önem kazanmış, demokrasinin gereği olarak vergilerin nasıl ve nereye harcandığı daha gelişmiş yöntemlerle denetim altına alınmıştır. Bunun nedeni, demokrasilerin halka hesap verebilirlik ve şeffaflık ilkeleridir.
Denetim bilinci, günümüzde artık her vatandaşın politik ve ekonomik birey kimliğiyle, oyunu ve vergisini takip etme hakkı olarak tanınmaktadır. “Eleştirel politik birey ve eleştirel ekonomik birey” kimliği taşımak ve onun gereği olarak, sadece sandıktan sandığa değil her süreçte verdiği oyun ve ödediği verginin hesabını sorabilmek, demokratik gelişmişlik ölçülerinden biri haline gelmiştir.
Bu bakımdan demokratik hukuk devletlerinde vergilerin (bütçenin) ve vergi dışı gelirlerin (kamusal fonların) denetlenmesi en liberal sistemlerde bile mevcuttur.
YÖNETİM-DENETİM İLİŞKİSİ
Denetim demokratik sistemin ayrılmaz bir parçası olmasına karşın, yönetim denetimden, yöneticiler denetçilerden pek hoşlanmaz. Denetim geçirmek soğuk bir konudur.
Bazı liberal siyasetçiler ise denetimi yönetimin ayak bağı olarak görür. Nitekim rahmetli Turgut Özal böyle bir düşünceye sahip olduğu için Türkiye’nin denetim organlarını etkisiz kılan ve kamu fonlarını denetim organlarının yetki alanı dışına çıkaran bir politika izlemişti.
Oysa, denetim organları yönetime ayak bağı olan değil, yanlış uygulamaları, yolsuzlukları, istismarları ortaya çıkaran, yönetime yol gösteren ve hukuk içinde çalışmayı sağlayan organlardır. Devlet denetim organları sonuçta millet adına milletin parasının nasıl harcandığını denetleyen kurumlardır.
O parada ‘tüyü bitmemiş yetimin’ hakkı vardır.
Bu nedenle, demokratik ülkelerde devlet; bu paraların harcanmasında ‘kör kuruşun’ hesabını tutmak, hesabını vermek ve hesabını sormak zorundadır.
Bütçeden yapılan harcamaların denetimi, bu anlayışla yapılır, yapılmalıdır.
Devletin parasını harcayanlar her kuruşun hesabını vereceklerini bilerek harcama yapmalıdır. Kendi paralarını harcarken gösterdikleri özenden çok daha fazlasını devlet parasını harcarken göstermek zorundadırlar.
DAYANAK VE SORUMLULUK
Devletin yaptığı her harcamanın bir yasal dayanağı vardır. Bu harcamalar denetlenirken, harcamanın yasal dayanağı araştırılır ve harcama belgeleri denetlenir.
Devletin kasasından para çıkması için bir ‘verile emri’ (ödeme emri) düzenlenir ve o belgeye harcama belgeleri eklenir. Belgeleri ‘gerçekleştirme memuru’ düzenler, denetler ve ödeme ancak ‘harcama yetkilisi’nin (ita amiri) imzasıyla yapılabilir. Harcama yetkilisi, dayanaktan yoksun harcamalar konusunda mali sorumluluk taşır.
KAMU HİZMETİ
Bunun temel nedeni son yıllarda ABD ve Avrupa Birliği’nin (AB) Türkiye’ye karşı izledikleri politikalardır.
ABD’nin ve AB ülkelerinin; ekonomik, siyasi ve askeri olarak aynı kampta yer almamıza karşın, PKK’yla mücadelede Türkiye’ye yardımcı olmadıkları bir gerçektir. Buna, FETÖ’nün 15 Temmuz’da giriştiği kanlı darbe girişimi karşısında ABD ve AB’nin takındığı ‘seyirci’ tutum da eklenince, Türkiye’de ‘Batı karşıtlığı’nın tavan yapmasına şaşmamak gerekir.
Batı’nın bu iki terör örgütüyle mücadelede, Türkiye’ye yardımcı olmasını bir kenara bırakın, aksine, terör örgütlerini kollayıp destekler bir pozisyon aldığı gün gibi ortadayken, başka bir sonuç beklemek abesle iştigal olur.
Yunan Milli Savunma Bakanı, dün helikopterle bölgede uçtu. Adacıklar etrafında bot dalaşı yaşandı. Yunan helikopterlerine karşı Türk jetleri alçak uçuş yaptı.
İŞGAL VE SİLAHLANMA
Ege’de Türkiye için kritik olan adım Yunanistan’ın 2004 yılından bu yana aidiyeti belirsiz adacıkları egemenliği altına alma girişimleridir. Akar’ın ve kuvvet komutanlarının Kardak ziyaretinin nedenleri arasında Yunanistan’ın bu girişimlerinin bulunduğu da askeri kaynaklarca belirtiliyor.
Bu konuda, deniz hukuku ve özellikle Kıbrıs konusunda uzman olan eski Milli Savunma Bakanlığı Genel Sekreteri Ümit Yalım, bir süredir sosyal medyada önemli bilgiler paylaşıyor ve önemli iddiaları gündeme getiriyor. Yalım, haritalar üzerinden verdiği bilgilerle, Yunanistan’ın Ege’de, Kardak kayalıklarının yakınındaki Kalolimnoz Adası’yla birlikte 18 adayı işgal ettiğini ve silahlandırdığını belirtiyor.
Yunanistan Başbakanı Çipras da “Yunanistan’da yargının bağımsız olduğunu ve kararlarının herkesi bağladığını” ifade ederek, bir anlamda karardan duyduğu ‘memnuniyeti’ yansıtmış oldu.
Yunanistan Yüksek Mahkemesi’nin verdiği kararın hukuki değil siyasi olduğu çok açık görülüyor. Yunan yargısı olayı hukuki açıdan ele alsaydı, tereddüt etmeden, darbeci 8 subayı Türkiye’ye iade kararı verirdi. Ancak, hukuk yerine siyaseti esas alarak, iade etmemeyi tercih etti.
Türkiye ile arasındaki ‘suçluların iadesi anlaşması’nı bugüne kadar olduğu gibi bu kez de hiçe saydı; üstelik Türkiye’yi de ‘töhmet altında’ bırakır gerekçelerle, darbecilerden yana hüküm kurdu.
SUÇ ALETİ
Yunanistan’da davaya konu olan olay, suçluların ‘suç aletiyle’ birlikte yakalanmaları, teslim olmaları halidir. Türkiye’de, suç işledikleri helikopterle Yunanistan’a kaçmışlardır.
Yunanistan, 15 Temmuz günü kanlı bir darbe girişimine kalkışmış, Türkiye’de anayasal düzeni ortadan kaldırmaya, hükümeti devirmeye yönelmiş, eline 241 masum insanın kanı bulaşmış darbecileri iade etmeme kararını hiçbir hukuki gerekçeyle izah edemez.
Yunanistan’ın yargılayıp iade edilmeme taleplerini yerinde gördüğü bu 8 subay kimdir ve ne yapmışlardır?
Bu kişiler, 15 Temmuz gecesi Cumhurbaşkanı
Suriye’nin kuzeyinden Akdeniz’e doğru PKK koridoru açılması girişimi, Türkiye’nin güneyden kuşatılması girişimiydi. Bu girişim Fırat Kalkanı’yla kesilmiş durumda ama henüz bitmiş değil.
Güneyden kuşatmanın denizdeki ayağı ise Kıbrıs’tır. Çözüme ulaşıyoruz diye KKTC’nin ortadan kaldırılması ve Kuzey Kıbrıs’ın Rum egemenliğine gireceği bir sürecin başlaması, Türkiye’nin Akdeniz’den de kuşatılması sonucunu doğurur.
Benzeri bir hamle Ege’de Yunanistan’dan geliyor. Yunanistan, Türkiye 15 Temmuz, terör ve Suriye ile meşgulken, Ege’de aidiyeti belirsiz adaları işgal ederek, batıda bir kuşatma hamlesi yapıyor.
Eğer 15 Temmuz’da FETÖ’cü darbe girişimi devleti ele geçirebilseydi, Türkiye’yi kuşatma, kaosa ve içsavaşa sürükleyerek parçalama girişimi hızlanacaktı.
SURİYE SINIRI
Suriye içsavaşını fırsat bilen PKK’nın, bu ülkenin kuzeyini ele geçirerek, büyük projesinin bir ayağını hayata geçirip bir devletçik kurmaya ve Akdeniz’e bir koridor açmaya yöneldiği açık biçimde görüldü.
Bu girişim, Obama yönetimi tarafından çok ciddi biçimde desteklendi.
Türkiye, PKK’nın başlattığı güneyden kuşatma harekâtını ancak TSK’nın Fırat Kalkanı operasyonuyla kesebildi. Bu yönüyle Fırat Kalkanı güneyden yapılan kuşatmayı yarma harekâtıydı.
Washington, 1991 Körfez Savaşı’ndan sonra Saddam’ı sınırlıyorum diyerek 36. paralelin kuzeyinde oluşturduğu ‘güvenli bölge’de bir yandan Barzani-Talabani ikilisini bir yandan da Öcalan ve PKK’yı destekledi. Bu destek PKK’yı hem askeri hem siyasi açıdan güçlendirdi. PKK’nın Türkiye’ye saldırıları arttı ve giderek Kuzey Irak’ta da etkili bir konuma geldi.
ABD’nin 2003’te Irak’ı işgal etmesine kadar aktif olan Çekiç Güç ‘işlevini’ tamamladı. Irak’ı işgal eden Washington, Talabani’yi Irak cumhurbaşkanı, Barzani’yi Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi başkanı yaparak ödüllendirdi. PKK’yı Kandil ve Kuzey Irak’ta etkili bir askeri ve siyasi güç haline getirdi.
ABD bununla da yetinmedi, 1 Mart tezkeresinin reddedilmesi sonrasında Türk askerinin kafasına çuval geçirdi, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni (TSK) hedefine aldı. TSK’nın itibarsızlaştırılması, Ergenekon, Balyoz ve benzeri davalarda büyük çaplı bir tasfiyenin gerçekleşmesi ve nihayet koruma altına aldığı FETÖ’nün 15 Temmuz’da giriştiği kanlı darbeye kadar, Türkiye ve TSK aleyhine ne varsa doğrudan veya dolaylı destek oldu.
Bugün ise Kuzey Suriye’de ‘2. Kuzey Irak’ yaratılması, ciddi bir risk olarak Türkiye’nin karşısına çıkmış durumda.
ABD-PKK İLİŞKİSİ
Kuzey Irak sürecinde ABD’nin PKK’ya doğrudan veya dolaylı desteği birçok kez kanıtlarıyla ortaya koyuldu. ABD ve PKK yöneticilerinin ortak toplantıları, helikopterle atılan yardımlar görüntülerle, fotoğraflarıyla kamuoyuna çok kez yansıtılmıştı. Keza o dönemin Genelkurmay başkanı, kuvvet komutanı, ordu veya kolordu komutanı seviyesindeki komutanlar tarafından da ifade edilmiş ve ‘Çekiç Güç’ün büyük hata olduğu vurgulanmıştır. (Fikret Bilâ, Komutanlar Cephesi, Doğan Kitap, 6. Baskı, Nisan-2010)
ABD, PKK ile bu ilişkisini Suriye’de PYD-YPG adı altında sürdürüyor. PKK’da ABD’ye ‘piyade’ hizmeti verip, Kuzey Irak’tan çok daha rahat biçimde Kuzey Suriye’de devletçik kurmaya çalışıyor.
PKK, Kuzey Suriye’de, Kuzey Irak’a göre daha rahat. Kuzey Suriye’de karşısında, Kuzey Irak’ta olduğu gibi bir