Paylaş
Yağmur sonrası nasıl mis gibi toprak kokusu sarar etrafı işte iki haftadan bu yana öyle buram buram bahar kokuyor hava.
Arka bahçeye bakıyorum, mağrur manolyanın gölgesinden sıyrılıp boy atmayı başarmış mor salkımların, hanımellerinin eli kulağında, ortancalar desen pıtırcığa kesmiş ha patladı ha patlayacak.
Belediyenin ağaç budama adı altında yaptığı kıyıma ne kadar sinirleniyorsam çiçeklere duyduğu ilgiye de bir o kadar seviniyorum. Yaz- kış yol boyları, parklar, hatta elektrik direklerinin tepeleri hep çiçekli.
Eskiden yurtdışındaki çiçekli şehirleri gördüğümde resmen burkulurdum. Çok değil on yıl öncesine kadar çiçekli park mı vardı bizde? Yoktu. Çiçek dediğin ya pencere önünde ya balkon köşesinde ya arka bahçede olurdu. Ön bahçelere, halka açık yerlere ekilmez, ekilse de keyfi sürülmezdi. Açmasıyla koparılması bir olurdu çünkü. Hâlâ pek çok parkta “çimlere basmayınız, çiçekleri koparmayınız” diye uyarı levhaları duruyor gerçi ama sanırım eskisi kadar hoyrat değiliz artık. Koparmamayı öğrendik.
Bir de o güzelim parklarda keyifli zaman geçirmenin âdâbını öğrenebilsek.
Şu mangal konusu çok yazıldı çizildi ve yasaklandı da ama her yasak delinmek içindir diye düşündüğümüz için olsa gerek mangal sevdamız bitmiyor.
Pazar günü evin bitişiğindeki parkta sırtını lalelere dönüp oturmuş tam altı aile cızır cızır mangal yapıyor, koku ve duman lodosun da etkisiyle tüm mahalleye yayılıyordu. Yayılan bir tek koku olsa neyse de o müzik yok mu o müzik... Avaz avaz çalan, işte o çile çekilir gibi değildi. Tek şarkı olsa amenna ama her biri sonuna kadar açılmış farklı farklı şarkılar çalıp durdu gün boyu. Ne zaman ki güneş battı, evli evine, köylü köyüne gitti, pencereyi açmak mümkün olabildi.
Eskiden çiçekli şehirler gördüğümde burkulurdum.
Şimdilerde ise büyük ağaçların altına kurulmuş uzun sofralar gördüğümde burkuluyorum.
Aile fertleri ve arkadaşlardan oluşan 10 - 15 kişilik bir grup uzun bir ahşap masanın çevresine oturmuş pazar keyfi yapıyor. Büyük kesme tahtalarının üzerinde peynirler, salamlar, hasır sepetlerde kesilmeyi bekleyen çıtır ekmekler. İri bir tabakta bütün mevsim sebzeleri, kuşkonmazlar, domatesler, taze soğanlar, minik turplar. Çocuklar kareli peçeteleri boyunlarına bağlamış makarnanın gelmesini beklerken annelerin zorlamasıyla yüzlerini buruşturarak bir - iki sebze kemiriyor. Şarap açılmış, sohbet koyulaşmış. Birazdan masaya kocaman servis tabaklarıyla dumanı tüten iki çeşit makarna gelecek. Ardından da koyu kahveyle meyveli bir tart. Yemek sonunda rehavet de basacak sıcak da. Toscana’da da geçebilir bu sahne Güney Fransa’da da...
Ama burada, Boğaz’da değil.
Masa mı yok? Var. Hem de uzun. Dost desen Allah’a şükür, bol. Yemek yapmaya da hiç üşenmem, değil iki makarna, börek bile açarım.
Ama sıkıysa bir pazar keyfi yap bakalım.
Bahar kokusuyla gelir dedim ya yazının başında.
Doğru ama farklı kokar bahar... Hafta içi başka, hafta sonu başka.
Gün gelecek bunu da öğreneceğiz ama...
Paylaş