Paylaş
Dün Türkiye, yanan ormanlarına, kaybolan canlarına, çaresiz hayvanlarına...
Ve bir de o ormanlar, oradaki canlılar için hayatını feda eden genç çocuğumuza ağlarken, ben Almanya’nın Bayreuth şehrinde Wagner’in “Die Walküre” (Valküreler) operasını seyrediyordum...
*
Türkiye’den ayrılırken, ülkem tatil yapıyordu...
Ve bir anda o duygusal tatil bitti...
Operanın her arasında insanlar bir önceki sahneyi konuşurken, ben Türkiye ile konuşuyordum...
Dün geceden beri o görüntüler gözümün önünde...
Bir de Şahin Akdemir’in güzel ve masum yüzü...
Tuhaf... Nedense o çocuğun yüzünü gülerken gözümün önüne getirmeye çalıştım...
Başaramadım...
Acaba nedeni dün önüme gelen bir araştırma mıydı...
Dünyanın en ünlü araştırma kuruluşlarından biri olan Gallup, 116 ülkede bir araştırma yapmış...
160 bin kişiye sorular sormuş...
Amaçları dünyanın gülme, öfke ve stres haritasını çıkarmak...
Sonuçlar çok düşündürücü...
*
Dünyanın en az gülen ülkeleri sıralamasında Türkiye birinci...
Bizi Bangladeş, Nepal, Pakistan ve Sırbistan izliyor...
*
Gelelim “Dünyanın yeni öfke haritası”na...
Orada durumumuz daha iyi...
Hiç olmazsa 1 numara değiliz...
Ama 2 numarayız...
Bir numara içsavaş yaşayan Irak...
2 numara biziz, bizi 3 numarada tarihinin en büyük çöküşünü yaşayan Lübnan ve son olaylarla iyice karışan Tunus izliyor...
*
Bir harita daha var...
Stres haritası...
“Dünyanın en stresli halklarının yaşadığı ülkeler sıralaması...”
Orada durumumuz daha da iyi...
2 numarada değiliz ama listeye direkt 4 numaradan girmişiz.
Bizden önce 1 numarada Peru, 2 numarada Lübnan, 3 numarada Ekvator var...
2) BİZ Mİ GÜLEMİYORUZ YOKSA ONLAR MI GÜLDÜREMİYOR
YANGIN var gücüyle devam ederken içimdeki yangın da giderek kontrolden çıkıyor... Biz ki...
İsmail Dümbüllü’nün kavuğunun nesilden nesle aktarıldığı bir mizah ülkesiyiz...
Aziz Nesin’in, Rıfat Ilgaz’ın “Hababam Sınıfı”nın ülkesiyiz.
Metin Akpınarların, Zeki Alasyaların, Kemal Sunalların, Cem Yılmazların, Ata Demirerlerin, ‘Organize İşler’in, Recep İvediklerin, Kolpaçinoların ülkesiyiz...
Ne oldu bize... Neler oluyor bize de...
Dünyanın en az gülenler listesinde, liste başı oluyoruz...
*
“En az gülen” ne demek...
“Gülmeyen” demek...
Neden yanıyor içimiz bu kadar...
Ve giderek gülmeyi unutuyoruz...
Acaba önce güldürme, güldürebilme güç ve cesaretimizi mi kaybettik?
Güldüren olmayınca...
Gülen de olmuyor mu...
*
Sanmayın ki bunları işaret parmağımı birine doğrultup, onu veya bunu ima ederek yazıyorum...
Hayır, kolektif bir çaresizliğin ifadesi bu...
Tabii ki iktidarda olan, muhalefette olan gülmeyi unutmuş siyasetçiler de var bu şikâyet dilekçemde...
Şurası bir gerçek ki...
Artık hepimiz hiç olmazsa çocuklarımıza gülme hakkını iade edecek bir vaatte bulunabilmeliyiz...
*
Biliyorum, yine bazıları çıkıp diyecek ki...
“Biz ciddi insanlarız...”
Yok öyle şey arkadaş...
Biz artık çok iyi biliyoruz ki:
Gülmemek, asık surat bir ciddiyet maskesidir sadece... Kaybolmuş, yitip gitmiş insanların ve bir de güçlü olmayı asık surat zanneden sahte muktedirlerin en pejmürde kamuflajıdır o maske...
*
Sadece ve sadece derin bir hüznü saklar... O da geçici bir süre için...
*
Suratlarımızda uzun süre kalmış ciddiyet maskeleri.... Bilelim ki bir gün ölüm maskesine dönüşür... Kadavraya dönen insanlığın ölüm maskesi...
FFP2 MASKESİYLE ALKIŞ VE YUHALAMANIN FARKI
BU fotoğrafı önceki akşam Bayreuth festivalinde sahnelenen “Die Walküre” operasının bitişinden sonraki selamlama sırasında çektim.
Fotoğrafın en sağında, elinde bastonla sahneye çıkan insana dikkatle bakın...
O insan seyircilere bakarken, seyirciler arasında da müthiş bir kutuplaşma yaşanıyordu...
O insan, yaşayan Avusturya sanatçılarının en büyüklerinden biri olan Hermann Nitsch...
Bu yıl Bayreuth’a damgasını vuran sanatçı işte o oldu...
Bayreuth çok tutucu bir şehir ama burada sahnelenen opera tasarımları hep çok avangard.
İki yıl önce son defa burada “Tannhäuser” operasının tam anlamıyla “Punk” bir yorumunu izlemiştik...
Bu defa ise tam anlamıyla bir “Happening” sanatı olarak “Die Walküre”yi seyrettik.
“Die Walküre”, Wagner’in “Ring” adı verilen 4 epik operasının ikincisi...
Bence Wagner’in müziği en güzel operası bu...
Tanrılar aleminde geçen bir hikâye...
*
Bu yıl dekor olarak çok ilginç bir şey tasarlanmış...
Her sahne açıldığında bembeyaz duvarlar ve zemin görüyorsunuz.
Sahnede dekor olarak sadece 4-5 sandalye var.
Soprano ve tenorlar o sandalyeye oturuyor...
Sonra ellerinde onlarca kova ile boyacılar geliyor ve orada yaptıkları karışım boyaları yere dökmeye başlıyorlar.
Aynı anda sahnenin arkasındaki duvarların üzerindeki boyacılar da aşağı boya akıtıyor.
Ve biraz sonra fark ediyorsunuz ki yerde ve duvarda yavaş yavaş bir Hermann Nitsch tablosu oluşuyor. Ama o tablo her an bozulup yeniden yapılıyor...
Bir tür “happening” yani...
*
Opera bittiğinde sanatçılar Nitsch’i de sahneye davet etti.
İşte tam o an salonun arka tarafından bir yuhalama başladı. Bazı seyirciler Wagner’in bu postmodern yorumunu kabullenemiyordu...
Buna karşılık salonun büyük bölümü yorumu çok sevmişti...
*
“FFP2” maskeleri yüzün büyük bölümün kapattığı için kimin yuhaladığını, kimin destek sesleri çıkardığını anlamak mümkün değildi...
Ama eller maskesizdi ve alkışlayan insanların ezici çoğunluğunun elleri, maskelerimizin sakladığı yüzlerimize oturan gerçek duyguları anlatıyordu.
Büyük ve tarihi bir opera gösterisine tanık olmuştuk.
6 SAAT SÜREN OPERA ARASINDA ‘WAGNER’ TUVALETİNE GİRMEK
BAYREUTH’taki opera binasına giriş, Berlin Havalimanı’ndan Almanya’ya girişten zor oldu.
Konser günü gidip sağlık merkezinde akreditasyon bileziği alıyorsunuz....
BioNTech veya Alman Sağlık Bakanlığı’nın kabul ettiği bir aşının olması şart.
Sonra size bir sağlık bileziği takıyorlar...
Bitmedi, size özel bir maske veriyorlar...
Özel ve güçlü bir FFP2 maskesi...
Salonda koltuklar birer boş bırakılarak satılmış...
Yani seyirci sayısı yarıya inmiş...
*
Bayreuth’ta konserler çok uzun sürüyor...
Mesela önceki akşam izlediğimiz “Die Walküre” saat 16’da başladı, gece 22.10’da bitti...
Altı saatti yani...
Ama her sahne arasında yarım saatten uzun bir ara var...
Normal zamanlarda bu aralarda restoranlarda şampanyalı yemekler yeniliyor...
Ancak Bavyera Hükümeti pandemi kurallarını çok sıkı uyguladığı için restoranlar kapatılmıştı.
Onun yerine seyyar büfelerden aldığımız içeceklerle yetindik...
Pandeminin getirdiği bir değişiklik de şuydu.
Bu yıl smokinsiz seyirci sayısı daha fazlaydı...
En ilgimi çeken şey ise pandemi nedeniyle kurulan seyyar tuvaletleri yerleştiren şirketin adının “W. Wagner” olmasıydı...
21’İNCİ YÜZYILIN CALLAS’I LİSE DAVİDSEN Mİ OLACAK
HİÇ şüphesiz gecenin starı Sieglinde’yi canlandıran Norveçli soprano Lise Davidsen’di...
Geçen hafta bu köşede onun yeni çıkan Beethoven-Wagner albümünü tanıtmıştım.
Gerçekten büyük star...
İki yıl önce Bayreuth’ta onu Tannhäuser’de seyretmiştim.
Daha da gelişmiş...
Böyle giderse sanırım bu yüzyılın yeni Callas’ı o olacak...
WAGNER’İN ŞEHRİNDE KİLİSE ÇANINDAN RAHATSIZ OLMAK
SABAH otelde kahvaltı salonunda kahvemi içerken yolun karşısındaki kilisenin çanları bugüne kadar hiç işitmediğim kadar güçlü çalıyor.
Günde 5 kere çevremdeki 6 camiden gelen ezan sesine alışık bir Müslüman için bunda yadırganacak hiçbir şey yok... Ama salondaki bir Alman çift, servis elemanından pencereyi kapatmasını istiyor...
Çan sesi bir anda kesiliyor....
*
Bayreuth Katolik bir şehir... Almanya’nın en muhafazakâr şehirlerinden biri...
19’uncu yüzyılda Yahudi aleyhtarı görüş ve duyguların yükselmeye başladığı ilk bölgelerden biri burası...
Ve bunda ünlü besteci Richard Wagner ve eşi Cosima Wagner’in de payı var...
Zaten bu bilgiler bütün açıklığı ile festival binasının bulunduğu parktaki plakalarda yazılı...
Sanat böyle bir şey...
Büyük sanatçıların büyük günahları sanatlarının değerini düşürmüyor...
KATKIDA BULUNANLAR
Sayfa Editörü: Firuzan Demir
Düzeltmen: Nagehan Keleş
Tasarım ve Uygulama: Pelin Akaydın
Paylaş