***
Kıyafetleri işte böyleydi...
Bir pantolon bir mintan...
***
Peki nedir öyleyse, kırılamayan bu makûs talihin tam ortasındaki bu harika gülücükler...
***
Senin anlayamadığın, o vefasız kalbinin yok saydığı şeydir işte o...
***
***
Transistörlü bir radyoydu bu ve elimde mahalleye ilk çıktığım gün, mahallenin tartışmamız kralı bendim.
Çünkü Çiğli Amerikan radyosunda çalınan Bob Dylan’ın 50 yıldır harika kalan şarkısı ‘Like A Rolling Stone’u sokakta arkadaşlarımla o radyodan dinlemiştim.
***
Küçükken başucu kitabım Doğan Kardeş yayınlarından çıkmış ‘Kâşifler ve İcatlar Ansiklopedisi’ydi...
***
Her yıl American Scientific dergisinin “yılın en önemli buluşları” kapak konulu dosyasını merakla beklerim.
Bu yılki de geçen hafta geldi.
Yaptıkları güzel işlerle, 20 yıldan uzun süredir en kötü anlarımızda bizleri güldürerek, düşündürerek, hüzünlendirerek, hayatımızı yaşamayı kolaylaştıran üç insan bunlar...
Beşiktaş Kültür Merkezi’ni kurarak, “Otogargara”, “Bir Demet Tiyatro” gibi harika oyunları ve dizileri hayatımıza sokan üç insan... Demet Akbağ, Yılmaz Erdoğan ve BKM’nin, işletme fakültelerinde “vaka” olarak incelenebilecek yöneticisi Necati Akpınar...
Geçen hafta BKM’nin hikâyesini anlatan çok güzel bir kitap çıkardılar.
İşte orada nasıl bir araya geldiklerini ve bütün bunları yaptıklarını anlatıyorlar.
Bir de Demet Akbağ’ın yaptığı bir mertliği... Dostluğu... Arkadaş ve sanatçı dayanışmasını...
İşte size o kitaptan “Beni hiç aldatmayan” üç insanın dostluk hikâyesi...
SANA ÖYLE BİR ROL YAZDIM Kİ GİYİNECEK ZAMANIN OLMAYACAK
-
Bitmedi...
Orada 16 yiğidimiz Suriye toprağında, karda kışta can veriyor, bayrağımız ayaklar altında...
Burada Rizeli belediye başkanı, bu kaostan, bu fırsattan, bu acıdan istifade, yangından mal kaçırır gibi Atatürk heykeli kaçırıyor.
* * *
Orhangazi’de yatacak...
1999’da depremde kaybettiği anacığının yanında...
***
- Uzman Çavuşum Ali Sezai...
Gazeteci, eşine haber gönderiyor...
“Bana bir palto ve bir çift bot getir lütfen...”
***
Eşi alıp götürüyor...
“Türküm doğruyum” demenin faşistlik...
“Türk övün, çalış, güven” demenin ırkçılık olduğuna bile inandırmışlardı bizi...
“Ne mutlu Türküm diyene” demek haram edilmişti dilimize...
Dün, Avrupa ile Asya’yı demiryolu ile suyun altından bağlamıştık...
“Yaşadığımız bu kâbus, bu alçakça terör nedir?”
* * *
Zülfü Livaneli geçen cumartesi günü Marka Konferansı’nda çok açık bir ifade ile şunu söyledi:
“Yaşadığımız dönem bir parantezdir...”