Paylaş
Üniversitelerin oyunculuk giriş sınavlarında adaylardan “klasik” oyunlardan birer parça oynamaları istenir. Çoğunlukla eski Yunan oyun yazarlarının ya da Shakespeare gibi oyunları günümüze kalmış yazarların oyunlarından seçilir sınav parçaları.
Tiyatro oyunculuk eğitimine başlarken de üzerinde çalışılan parçalar, yine “klasikleşmiş” yazarların oyunlarından seçilmekte. Doğrusu, çığır açmış olsalar da, oyunlarını “karakterlerin çatışması” üzerine kurmaksızın soyut yaklaşımı seçen Beckett, Ionesco gibi yazarlardan seçilmiş parçalarla oyunculuk eğitiminin başladığı görülmüş şey değildir. Bu, temelinde insanın yattığı drama olgusunu aktarmada temel bir gerçeğe dayanmaktadır: Sanatçı, önce insanı tanımalı, çözümlemeli, bedenine geçirebilmeli ki, sahnedeki insandan salondaki insana ulaşabilsin.
Mitologyadan kalkmış olsa da, sokaktaki insanı anlatsa da drama olgusunu öne çıkaran oyunlarda insan, tutkuları aşkları - kıskançlıkları vb. insan varlığına özgü karakter kişilikleriyle çatışırken toplumsal olaylar içinde de çalkalanabilmektedir.
İzmir DT.’nin son yıllarda kimi zaman yerinde, kimi zaman süsleme gibi duran danslı şarkılı eklemelerle sahneye getirdiği oyunlara ağırlık vermeye başladığı görülüyor. “Açık biçim” yaklaşımıyla sunulan oyunlarda insanlar birer karakter olarak yaşama olanağına, yönetmenin de tutumu gereği, kavuşamıyor. Dahası, üzerine dayandırılan romanlar insanı, toplumsal sorunlarla birlikte aramızda yaşayan insanlar olarak işlediği halde, sahneye gelen oyunlarda karakterler birer cansız tiplere dönüşüyor. Bu yaklaşımın son örneği “Felatun Bey ile Rakım Efendi” ve “Üç Kağıtçı”.
İzmir DT., sanatçılarının ustalıklarından kuşku duyuyor değiliz. Öyleyse nerede o oyunlar ki, sanatçılar insan varlığını birbirinden farklı karakterler olarak sahneye getirebilsin! Temelinde insan dramının yattığı oyunlardan uzak kaldıkça, bir soru düşüveriyor ortalığa.
Acaba İzmir Devlet Tiyatrosu, diyelim ki, bir “Hamlet” oynayabilir mi?
Paylaş