“Guguk Kuşu” geldi Ankara’dan İzmir’e, kondu Elhamra’daki Devlet Opera ve Balesi’nin sahnesine!
Bilirsiniz değil mi o guguk kuşunu? Hani, şu kurma zinciri aşağıya sarkan cicili bicili yuvasından başını uzatır da her saat başı, öter “guguk guguk” diye. Şimdi de bir haberci gibi “vakt erişti” demeye mi geldi bu “Guguk Kuşu”? “Birim Dans Tiyatrosu” adını “uydurup” Devlet Opera ve Balesi içinde 2008’de ortaya çıkıp da “Guguk Kuşu”na can veren bu “oluşum”, bale sanatçısının çaresizlik yazgısı karşısında üzerinde önemle durulması gereken, ama olağan işlerdenmiş gibi geçiştirilip gitmiş bir olgudur. * * * Seyirci alkışlar da o sanatçıların “yaş 35, Dante gibi yolun yarısı” bile diyemeden ortada kalıvereceklerini düşünmez bile. “Bedenin ya da sesin sanata dönüştüğü başka bir sanat var mı baleden başka, sanatçısını elden ayaktan kesen?” diye bir düşünmeye dursak! On yaşını geçmeden başlayan on yılı aşkın eğitim ve sonunda on yıl kadar sürecek bir ayakta kalış! Sonrası, onca az bulunur yeteneği, onca emeği ile ne işe yarayacağını bilememenin dramatik çıkmazı! Bir “çöp” gibi ortada kalıvermenin acısı, dinmez sancısı! Cumhuriyet, güzel sanatların sanatçılarıyla bir ulusun uygarlık yolundaki onuru olduğu inancıyla, bale sanatını da “devlet koruması” altına almış. Biraz gecikmiş gibi görünse de İstanbul Yeşiköy’de on yedisi kız, on biri erkek, daha ilkokul çağında ne olduğunu pek bilmedikleri bir yolculuğa başlıyor, 6 Ocak 1948’de. Başöğretmenleri bir kadın, İngiliz: Dame Ninette de Valois . İnanılmaz görünse de o kadın, bir vakitlerin ünlü balerini ve İngiliz Kraliyet Balesi’nin kurucusu Dame Ninette de Valois, eğitimin 1950’de Ankara Devlet Konservatuarı yapısı içine alınmasından sonra da neredeyse ömür boyu süren yakın ilgisiyle, “çoluk çocuk”tan bir “company” yaratır. Yine inanılmaz gibi gelse de özellikle 1960’dan sonra o çocukların Devlet Balesi’nde birer sanatçı olup o görkemli bale temsilleriyle sahneye çıkışları, beklenenin ötesinde şaşırtıcı olmuştur. 1961’de ilk uzun soluklu gösteri: “Coppelia”. Ve o “Taşbebek Coppelia”da Binay Okurer. Nerede şimdi o “sevgili” Binay! Ve Coppelia’nın öteki unutulanları: Ferit Akın, Cantürk Sakarya, Hüsnü Sunal, Tenasüp Onat, Engin Akaoğlu, Evinç Sunal, Ümran ve Rezzan Ürey... Ve hemen arkalarından çığ gibi gelenler: Meriç Sümen, Sait Sökmen, Gülcan Tunççekiç, Güloya Aruoba ve daha niceleri. * * * Ve yaş dayanır 30’a, çekilirler sahneden ya da gerilerde sallanmak düşer kendilerine ya da kral, kraliçe gibi salınıp dururlar, içlerinde tıkanıp kalmış o coşkuyla. Dediler onlar için, “65 yaşına kadar devlet bunlara aylık mı ödeyecek” ya da dediler, “bankamatik sanatçısı”! İşte, şimdi onlar, o “yaşı geçmiş” balerinler, baletler birer “Guguk Kuşu” olup uçup duruyorlar sahnede. Sanatlarının yolunu bekleyen o kör çıkmazda yeni bir yol yaratmışlar kendilerine: Dans Tiyatrosu. Herhalde bir farkı var balenin, canım, düğünlerde eğlentilerde çıkıp oynamaktan. Yoksa niye gençliklerini müziğe uydurup adım adım tüketmiş olsunlar! “Guguk Kuşu”, o içinde sıkışıp kaldığı yuvadan “vakt erişti” deyip ortalığa uçuverdi de adımlarını şaşırıverdi mi, onu anlamayı da haftaya bırakalım.