Mad Men’in beşinci sezonu, geçen haftasonu iki saatlik bir bölümle yayınlandı. İlk dört sezonu nefessiz seyretmiştim. Dört yılda insanları sigaraya başlattılar. Şimdi yavaş yavaş bıraktırmaya çalışacaklar. Reklam dünyasının dehalarını, onların hırslarını bu kadar güzel anlatan başka bir dizi olamaz. Mad Men, 2007’den beri seyredenlerden 10 üzerinden 9’a yakın ortalama not alan bir dizi. Bizim bu işleriyle uğraşan dostlarımız, uzayda kahvehane esprileri yapıp, izleyenleri komaya sokacaklarına, böyle birkaç dizi seyretseler, çok faydalanırlar.
Bizim ufaklığa nazar değdi
Formula 1 severim. Fırsat buldukça ya yerinde ya da televizyondan izlerim. Geçen yılın fırtına adamı Sebastian Vettel’e taktım kafayı. İlk iki yarışta bu kardeşimiz ayağı frende yarıştı sanki. Fotoğraflarda da hep gülen Vettel, artık bozuk bir ifadeyle çıkıyor. Geçen yıl Frankfurt Otomobil Fuarı’nda, Infiniti’nin adına yaptığı otomobilin tanıtımında çok yakından izlemiştim kendisini. Bisiklete yeni başlayan bir çocuk gibi görüntüsü vardı. Sağlam da espriler yapıyordu. Son yarışta, takımıyla radyo iletişimi kaybedip, ağlamaklı bir ifadeyle yarışı kaybettiğinden yakınıyordu. Sonuçta ikinci yarıştan puan çıkaramadı. Bu arada, İstanbul’un, Formula 1 takviminden çıkarılması da bizim için moral bozucu. Yüzlerce milyona yapılan güzelim İstanbul Park, artık çevresindeki satılık villalara manzara görevi yapacak. Kentsel dönüşümü bilmem ama yakında orada köysel dönüşüm başlar.
İstanbul’da Rönesans
Floransa’ya giden herkes bilir. Rehberler şehri anlatmaya başlayınca mutlaka Medici Ailesi’nden bahseder. Çağlar boyunca üç Papa ve birçok Floransa kralı yetiştiren, Rönesans’ı başlatan ve bu akımın liderliğini yapan dünyanın en önemli ailelerinden biridir Medici Ailesi. İşte bu ailenin son prensi Don Ottaviano de Medici di Toscana di Ottojano İstanbul’daydı. Muhafazakarlar korkmasın sakın. İstanbul’da Rönesans falan başlatmayacak. Prens, Damat Tween’in, Nişantaşı’ndaki mağazasını ziyaret etmeye geldi ve gitti.
AVM’de hayat başkadır
Türkiye’de garip bir AVM hayatı var. Her köşeye, her mahalleye, her gettoya bir AVM kampanyası, memlekette tam gaz gidiyor. Randevular, yemekler, vakit geçirmeler hatta intihar etmek için bile AVM, yani alışveriş merkezleri tercih ediliyor.
Hafta için ilginç bir film galası vardı. Film değil, gala ilginçti. Oyuncular, konuklar her şey şahaneydi. Yenildi, içildi, konuşmalar dinlendi. Sonra da yedi salonda birden film konuklara sunuldu. Fakat filmi izlemeye girenler, çok özel olduklarını Yapımcı Lütfi Kara’nın yaptığı basın açıklamasıyla öğrendiler. Film, süresiz olarak sinema salonlarından çekilmişti. Yani seyirci sayısı galaya gidenlerle sınırlı kalacaktı.
Yapımcı Kara, kendisine bu kararı aldıran sinema sektöründeki sorunları da tek açıklamayı ihmal etmedi. Kara derdini anlatmak için daha ucuz bir yöntem seçebilirdi. Yani oyuncuları yanına oturtur, bir basın toplantısı yapabilirdi. Fakat bunun yerine, yukarıda yazdıklarımı gerçekleştirdi. Aslında Lütfi Kara’nın seçtiği yoldan gidilip sadece basına ve davetlilere gösterilmesi gereken o kadar çok film var ki...
Bu gençlere destek çıkın
Marmara Üniversitesi’nde bir kulüp var, adı: Marmara Üniversitesi Yenilikçi Fikirler. Öğrenciler kurmuş. Okullara gidiyorlar, yetimhanelere gidiyorlar. Orada çocuklara iyi vakit geçirmelerini sağlayacak çalışmalar yapıyorlar. Örneğin bugün 14.00’te Kasımpaşa Çocuk Esirgeme Kurumu’nda olacaklar. Kurumdaki çocuklara güzel vakit geçirtecekler. Onlara stand-up gösterisi, ud-gitar dinletisi düzenleyecek, hediyeler dağıtacaklar.
Hiçbir beklentileri yok. Daha önce de iki okula kütüphane yapmışlar. Böyle güzel işler yapan gençlerden haberimiz bile olmuyor. Bana mail atıp, yaptıkları işleri anlatmışlar. Her şeyi aralarında topladıkları öğrenci harçlıklarıyla yapıyorlar sanırım. Benden yardım falan istedikleri yok. Fakat, iyilik yapmak isteyip de, ne yapacaklarına karar veremeyenler için bu öğrencileri aramak son derece faydalı olur.
UEFA bizi affet!
UEFA Genel Sekreteri Gianni Infantino, Çarşamba günü bir basın toplantısı yaptı. Infantino, gayet net konuştu. “Sıfır tolerans” diyor, başka bir şey demiyor.
Kadın dövmenin hobi gibi kabul gördüğü ülkemizde, yıllardır ezilen kadınların sığınma yeri olan Mor Çatı, bağışlarla ayakta kalan bir kurum. Cebinizden para çıkmadan da, bu evlere yardım edebilmeniz mümkün. Polisan Boya, böyle bir sosyal sorumluluk kapsamında ilginç bir proje geliştirdi: Mesleklerinde başarılı, güçlü duruşlarıyla takdir kazanmış 58 ünlü kadını bir araya getirdi. Fotoğrafçılar Serhat Hayri ve Tayfun Çetinkaya da bu kadınların portrelerini çekti.
İyi olmuş, başarılı ya da başarısız yorumu yapmak istemiyorum. Burada tek bir amaç var: Polisan, Mor Çatı Kadın Sığınıkları’nın tadilatına katkıda bulunacak. Siz de aynı şekilde katkıda bulunmak istiyorsanız www.facebook.com/polisanhomecosmetics adresini tıklamanız yeterli.
Kartalkaya ısınacak
Dört metre karın üstünde bikinili bir model görmek nasıl bir duygudur acaba? Ben hiç yaşamadım. Merak edenler varsa, 22 Mart’ta Kartalkaya’da böyle bir operasyon gerçekleşecek. La Perla, Jean Paul Gaultier’in elinden çıkma 2012 yaz sezonu ürünlerini tanıtacak. Hem iç çamaşırı hem mayo. Özellikle “Arkadaşlarla kayağa gideceğiz” diye eşlerinden, sevgililerinden izin koparmaya çalışan erkekleri, ben gidemeyeceğim için buradan ispiyonlamayı görev kabul ediyorum.
Şarkı sözü nasıl yazılır
Herkes gibi müziğe ilgi duyan biri olarak, şarkı sözlerinin nasıl yazıldığını, bestelerin nasıl yapıldığını hep merak etmişimdir. Çeşitli yöntemler duymuştum. Mesela Mustafa Sandal, bir ormana gidip, terk edilmiş bir kulübede sabahlayarak bir şarkısını yazdığını açıklamıştı. Şarkı sözleri deniz kıyısından bahsediyordu, o ayrı. Ya da bir yolculukta, doğayı seyrederek ilham perisini yakalayanları da çok duymuşuzdur.
Fakat Gülben Ergen’in geçen hafta magazine yansıyan mesaj olayı benim için kesinlikle bir numara oldu. Konferans izlerken “şahdamarım mısın?”, “Bana sahip misin?” gibi mesajlar yazması ve bunu da şarkı sözleri olarak açıklamasına saygı duydum. Konferans seyrederek bunları yaratan Ergen, bir de açık kalp ameliyatına girmeyi denerse, inanılmaz şarkı sözleri çıkaracağına eminim. Albüm çıktığı anda bir tane almak görev oldu benim için.
İstanbul silüetine İki kulak
Estetik üzerine uzman bazı bilim adamları, bizlere mail göndererek, güzellik konusunda görüş bildirirler. “Yatarken kulaklarınıza haşlanmış ıspanak sararsanız, hem kulaklarınız daha parlak gözükür, hem de daha iyi duyarsınız” türünden açıklamalar... Hem eğlendiren, hem de öğreten bir bilgi olduğu için zevkle okurum.
Geçen gün bunlardan biri daha geldi. Medikal Estetik Uzmanı Dr. Nihat Dik, her ölümlüyü ilgilendiren bir konuya değinmiş:
Kırmızı halıdaki kusursuz güzelliğin sırrı. Tüm önerileri açıklamam için yer yok, özetledim:
* Yüzün yorgun halinden kurtulması ve parlaması için iki hafta önceden başlanılarak Angelina Jolie’nin sırrı olarak bilinen mikro iğneleme yapılıyor. Haftada üç gün.
* Yine yoğun olarak iki hafta önce kavitasyon ve lenf drenaj uygulamasına girilmeye başlanıyor. Acil olarak vücut mümkün olduğu kadar sıkılaştırılıyor.
* Yüz ve vücut için 20 dakikada estetik etkisi yapan lumislim yani düşük seviyede salınan lazer enerjisiyle lifting yaparak yerçekiminin etkisi azaltıyor.
* Leke balsamı üzerine yapılan artık herkesin bildiği makyaj hileleri ile kontörler, kıyafetlerle desteklenince kusursuz güzellik kırmızı halıda yürüyor.
Habere ilginç tepkiler de geldi. “Madonna biletleri satılmazsa, ülke çökecek mi yazacaksın” diyen okurlar da var.
Zenginliğimizin 50 bin kişinin Madonna konserine gitmesiyle ölçülemeyeceğini, 2011 yılında 600 bin kişinin umreye
gitmesini dikkate almam gerektiğini de yazdılar.
Yaz yaklaşıyor, konserler mevsimi başlayınca aklıma geldi. Yıllar önce, Rolling Stones’un, Ali Sami Yen’de konser verdiği geceyi düşündüm. Biletler, insanlara pahalı gelmişti. Sahanın yarısı boştu. Fakat çevrede ne kadar bina, teras varsa, ellerinde içkileri, biraları, konsere parası yetmeyenler tarafından doldurulmuştu. Dışarıda kalanlar, Mick Jagger’e eşlik ediyor, içeridekilerden daha çok eğleniyorlardı sanki. Şimdi Madonna biletleri çok daha pahalı olmasına rağmen tükenmiş durumda.
Tebrikler ey zenginleşmiş halkım. Bu arada, konsere gideceklerden bir ricam olacak. Bizim Arena’nın çimlerini fazla ezmeyin.
Bakımı çok zor ve pahalı.
Komiklik kapsama alanı genişliyor
Bizim telefoncuların komedyen merakı nereden geliyorum bilmiyorum ama bu işe kafayı taktıkları belli. Şahan Gökbakan’lı Turkcell, Şafak Sezer’li Vodafone çok güldürdü.
Geçen hafta TRT1 spikeri sabah haberlerinde kahkahayla gülüyordu. Ortağı dayanamadı, neye güldüğünü sordu: “1543 yazmış arkadaşlar, ona gülüyorum” dedi. Güzel geyikti. Fetih 1453 filmi herkesin dilinde. Çoğunluk beğenmiş görünüyor. Ben henüz gidemedim. En azından
teknolojiyi nasıl kullanmışlar, çok merak ediyorum. Kuyruklar azalınca seyrederim artık. Gazetelerin internet sitelerinde filmle ilgili tüm okur yorumlarını merakla izliyorum. En şahane yorumlar onlardan geliyor çünkü. Filmi eleştirmeyi bırakıp, işi neredeyse siyasi atışmaya çevirenler var. Bir okur, “CHP’lileri de götürün izlemeye, utanıyorlar gitmeye” derken, yüzlercesinin arasından, en dikkatli sinema seyircisini de keşfettim. Bakın sevgili internet okuru filmi nasıl eleştirmiş.
“Filmi izledim, gerçekten çok harika bir yapım. Bilhassa gençlerimizin izlemesini tavsiye ediyorum. Yalnız; gözüme takılan bir hata var, yazmadan geçemeyeceğim. Ulubatlı Hasan’ın surlara sancağı dikerken koltukatındaki tüylerin görünmesi hiç iyi bir görüntü değil. Gözden kaçan bir ayrıntı olsa gerek.”
Uzaktan sevmek serbest
Ülkemizde parmakla sayılan ve birkaç tanesi de işadamı Ali Ağaoğlu’nda olan Bentley’nin yeni modeli Continental GTC Convertible, İstinyePark’ta tanıtıldı. Çarşamba yapılan davette söz konusu Bentley olunca, erkeklerin gözlerinin güzel kadınlarından çok, bu İngiliz soylusunun üstünde olduğunu söylemek abartı olmaz. Hatlar keskin, el işçiliği kusursuz diye tarif edilir Bentley. Emporio Armani Ristorante’de düzenlenen geceye ilginin hayli yüksek olduğunu da ekleyelim.
Ya biletler bittiyse
Madonna, dünya turnesi nedeniyle 7 Haziran’da TT Arena’da da bir konser verecek. Biletler 100-600 lira. Okuduğuma göre, krizdeki Avrupa ve ABD’de birçok yerde biletler çıktığı gün tükenmiş. Devlet büyüklerimizin söylediğine göre ülkemizde kriz yok. Bu gerçekse 50 bin kişilik Aslantepe’de konserin biletlerinin bitmesi lazım. Hep beraber takip edelim.
Topmodel olmak isteyenlere
İstanbul kültürünü yaşatan TRT İstanbul Radyosu, bugün terk edilmiş izlenimini veriyor. Harbiye’deki o ihtişamlı binanın koridorları, bir zamanlar Türkiye’nin en değerli sanatçılarına ev sahipliği yapıyordu. Her adımda dev bir sanatçıya rastlanırdı. Eserleriyle güzel duygulara davet eden birbirinden şık, birbirinden kibar, birbirinden üretken ve naif isimler...
TRT İstanbul Radyosu’nda Eğitim Kültür yayınları kalkmış. 1953’ten bu yana pek çok gencin eğitim merkezi olan Çocuk Kulübü kapatılmış. Oya Başar, Perihan Savaş ve Güner Ümit’in rol aldığı programlar artık yok. Haftasonu programları bitirilmiş. Kayıtların yapıldığı A Stüdyosu o kadar boş ki, kiraya veriliyor. Hatta geçen yıl Bahar Korçan bir defile yapmış...
Tiyatro Şubesi’nin stüdyosu suskun. Artık kayıt yapılmıyor. Eskiler tekrarlanıyor. Ve hatta yayın süresi günden güne kısaltılıyor. Radyo günlerinin heyecanla beklenen dizileri Arkası Yarın’lar, bir saatte reklamsız dinlediğimiz Radyo Tiyatrosu, çocuklara hitap eden ve 5-6 bölümlük dizi olarak aktarılan Çocuk Bahçesi artık yok. Doğa ve insan sevgisiyle toplumsal duyarlılık mesajlarıyla umut aşılayan, dünya edebiyatını paylaşarak dünya insanı yaratan, fondaki klasik müziklerle berrak düşünmeye katkıda bulunan bu programlar artık yok...
Radyo-3’teki klasik müzik yayım süresi azaltılmış, vericiler sadece sahil ve İstanbul kesimine ulaşıyor artık; tüm Türkiye’ye değil. Yayınlar, konuk getirilen müzik programlarına dönmüş durumda. İnsan profili değişmiş. Herkes birbirinden, sürülmekten korkuyor.
Stüdyoların ceviz kapılarının pirinç kolları sessizce çıkarılmış. Şimdi kırmızı plastik kapı kolları var. Birilerinin kırmızı kol satası gelmiş diye düşünüyor insan.
“İşte böyle... Hal-ü Hak” diye bağıracak halim yok. Fakat milli değerlerimiz, kültürümüz, anılarımız diye her gün ahkam kesenlerin, bunlara nasıl sahip çıktığını bir de bu cepheden öğrenmiş olduk.
Geçmiş Dünya Radyo Günü kutlu olsun.
Sen paradan haber ver
Londra’da sağlam bir maç seyrettim: Chelsea-Manchester United. Altı gol, kaliteli futbol. Yani bir maçta aradığınız her şey vardı.
Londra’da maçı seyrettiğim aynı gün ve saatte Türkiye’de Fenerbahçe-Beşiktaş maçı vardı. Maçları değil fakat sistemi karşılaştırmak için iyi bir fırsat oldu.
Üç büyükler aralarındaki her maçta olduğu gibi, Beşiktaş seyircisini neredeyse kafeslere oturtup, Fenerbahçeliler’le arasına araya güvenlik ordusu yığmıştık. Manu seyircisi ile Chelsea’li taraftarlar arasında sadece iki tane güvenlik görevlisi vardı. Kafes falan da yoktu.
Maça girerken, bizdeki gibi cebinde ne varsa polis tarafından toplanmıyor. Daha doğrusu üst arama diye bir şey yok.
Stadın içinde alkollü içki satışı var. Mesela, viski-cola bizim parayla 15 lira. Sadece tribüne sokturmuyorlar. Şampiyonlar Ligi’ndeyse alkollü içki yasağı var.
Misafir seyirci ve ev sahibi aynı anda çıkıyor. Stadın hemen dışında toplu olarak, başlarında birkaç atlı polis eşliğinde kendilerini getiren araçlara gidiyorlar. Bu sırada kendilerine en ufak bir sataşma falan da olmuyor.
Bunları yaşayıp, aramızda bu durumu tartışırken, internet radyosundan Fenerbahçe-Beşiktaş maçında çıkan olaylardan bahsediyordu spiker.