PİYASANIN umudu da bu yönde; eğer G-20 Zirvesi’nde bu yönde bir karar alınır ve ülkeler bu kararla sınırlandırılırsa, Türkiye’nin IMF ile artık anlaşma yapacağını söyleyebiliriz.
Aslında böyle bir karar çıkma ihtimali yüksek görünüyor.
Bir düşünün; gelişmiş ülkeler de artık gelişmekte olan ülkelerde yaşanacak ek sıkıntılardan etkileneceklerini biliyorlar. Yani gelişmiş ülkeler şu anda yaşadıkları sıkıntıları atlatmaya çalışırken, bünyeleri zayıf düştüğü için, dışarıdan gelecek, eskiden küçük sayacakları etkilerden, şu anda önemli ölçüde olumsuz etkilenmekten korkuyorlar. Krizin hálá derinleştiğini göz önüne alır, 2010’dan sonra iyileşme başlayacağını ve iyileşme sürecinin de çok sancılı olacağını düşünürseniz; gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin birbirlerine olan ekonomik bağımlılıklarının en az 3-4 yıl daha süreceğini de rahatlıkla görebilirsiniz.
İşte son dönemde G-20 organizasyonuna bu kadar büyük önem verilmesinin nedeni de bu karşılıklı bağımlılığın artmasından kaynaklanıyor.
Bu nedenle de mümkün olduğunca ortak ve bağlayıcı kararlar alınmasına çalışılıyor, Nisan başında yapılacak G-20 zirvesi için bu kadar çok hazırlık toplantısı yapılıyor.
Buna rağmen ülke menfaatleri çok farklı olduğu için, İngiltere’de yapılacak bu zirveden somut karar çıkma ihtimali, hálá küçük görünüyor.
Herkesin ortak kanısı; nisan başındaki zirveden somut ve bağlayıcı bir karar çıkmaması halinde, küresel krizin derinleşerek süreceği yönünde. Bu öneme rağmen, somut ve bağlayıcı bir karar çıkma ihtimali hálá düşük göründüğü için de, uzlaşma çabaları artarak sürüyor.
Şahsen somut bir karar çıkmasa bile, bazı konularda mutabakat sağlanacağını düşünüyorum. Bunlardan ilkesel olanları; kamu müdahalelerinin düşük tutulması, korumacılığın artmaması için çaba gösterilmesi gibi kararlar olabilir. Ancak bunun yanında pratikte tüm ülkelerin "2009 yılındaki mecburi gevşemeden sonra, 2010 yılından itibaren mali disipline yeniden dönülmesi için şimdiden harekete geçmeleri" şeklinde bir karar çıkabileceğini düşünüyorum.
Çünkü tüm ülkeler yeniden mali disipline dönüş için ortak hareket etme, gelişmenin yönünü aynı yöne birlikte çevirmek zorunda kalacaklar. Bu arada 2011’den sonra enflasyonla mücadele için de ortak çaba gerekeceğini tahmin ediyorum.
IMF ALEYHİNE ATIP TUTANLAR...
İşte bu noktada tüm bu ortak hareketlerin uyumlaştırılması önem taşıyacak ve uluslararası bağlayıcı bir gözetim ve denetim mekanizmasının kurulması gerekecek.
Son dönemde IMF ve Dünya Bankası’nın işlevinin değiştirilmesi şeklindeki tartışmalar da buradan kaynaklanıyor. IMF ve Dünya Bankası yeniden organize edilip, aynı zamanda G-20 ülkeleri, (belki G-24-25 şeklinde değiştirilebilir) arasındaki uygulamaların, ortak yönde olup olmadığını denetleme görevi verilebilir.
İşte bu kapsamda, kaynak ihtiyacı olan ve mali disipline yeniden dönüş için sıkıntı çekmesi muhtemel ülkelerin IMF gözetiminde bu işleri yapması istenebilir. Belki de IMF, fonksiyonu değişmeden önce, hem klasik görevini yapıp, hem de uluslararası denetim ve gözetim kurumu olarak yeniden yapılandırılmasını gerçekleştirebilir.
Bu tanıma Türkiye tam olarak uyuyor. Bu nedenle G-20 için yapılan çalışmaları, sadece ekonomi yönetimi değil, piyasa oyuncuları da artık çok yakından izlemeye başladılar.
Yaklaşık 1 yıldır süren IMF görüşmeleri konusunda hükümetten artık umudunu kesen piyasa, G-20 zirvesinden zorunlu olarak IMF anlaşması kararı çıkacağı konusunda umutlandı.
Özetle; hükümetin yapamadığını mecburen uluslararası organizasyonlar yapacak.
Sadece piyasa oyuncularının değil, ekonomi bürokratlarının da bu gelişmelerden umutlandığını, seçimden sonra IMF ile anlaşma yapılacağı doğrultusunda hareketlenmeye başladıklarını söyleyebiliriz. Son bütçe rakamlarından sonra, yeniden mali disipline dönüşün çok zor olduğunu bilen bürokratlar, biran önce IMF anlaşmasının yapılmasından yanalar.
Yani seçim meydanlarında IMF’e atıp tutmakla bu iş olmuyor.