BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan’ın Kızılcahamam kampında demir-çelikcilere yaptığı “inşaat bizim için öncelikli sektördür, zam yapmayın” uyarısı, bence son dönemde ekonomide kamunun rolü konusundaki değişimi gösteren çok çarpıcı bir örnek. Maliyetler artmış, kurlar yüzde 30 yükselmiş, ne yapacaklar?
Bu uyarı bana yaklaşık iki ay once, Hükümete yakınlığı ile bilinen bir büyük işadamıyla yaptığımız sohbeti hatırlattı. İşadamı, “kamu giderek daha fazla biçimde bize rakip oluyor” demişti. Sanıyorum kastı; hem vergilerdeki artış, hem kamunun üretici ve satıcı olarak ekonomiye daha fazla girmesi, hem de artan müdahaleci tavrını kapsıyordu. Kamu zaten belirlediği makro hedefler, politika uygulamaları, para ve kur politikaları ve regülasyonlarla ekonomiyi, özel sektörü derinden etkiliyor. Ancak modern çağda, piyasa ekonomisi uygulanan bir ülkede kamunun bizdeki kadar müdahaleci ve günlük politikaları belirlediği pek görülmemiştir. Hükümet baştan beri piyasa ekonomisinin kurumsallaşması için gereken bağımsız regülasyon kurumlarını yeniden kamu etkisine alarak zaten bu konudaki eğilimini göstermişti. Ancak son dönemde müdahaleler giderek artmaya başladı. Daha geçen gün Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın, küresel krizin ülkelerdeki korumacı eğilimleri artırmasından korkulduğunu, bu eğilimin şimdiye kadar fazla görülmemesinin sevindirici olduğu yönünde bir demecini hatırlıyorum. Ancak “iyi ki yapmıyorlar” dediğimiz şeyi kendimiz yapıyor, korumacı eğilimleri artırıyoruz. Hatırlarsanız; Hükümet et fiyatlarında dengeleyici olacağım gerekçesiyle Et ve Balık Kurumu’nu yeniden perakende satışına sokmuş ama et fiyatları buna rağmen eskisinden çok daha fazla artmaya başlamıştı. Yine akaryakıtta denge sağlayacağım diye devlet akaryakıt dağıtım şirketi kurmuştu. Fiyatları etkileyemediği gibi şimdi bu şirketi, birilerine, satmayı planlıyor. Sanki bir zamanlar hoşlanmadığı işadamlarına rakip olarak bu dağıtım şirketini kurmuş, işadamı sektörden çekilince de bu şirketi satıyormuş gibi bir hava oluşuyor. Sağlık sektörü de kamunun özel sektöre aşırı müdahaleci tavrının yoğun hissedildiği bir alan. Özel sektörü devreye sokan, koca koca hastahaneler, milyonlarca dolarlık yatırımlar yaptıran Hükümet, şimdi de gerek tam gün yasasıyla, gerek diğer uygulamalarıyla sağlıkta özel sektöre aşırı müdahalecilik içinde. Sürekli değişen mevzuat, katkı payları sektörü iyice plan yapamaz bir sektör haline getirdi. Sektörde ciddi olarak, “Belli yatırımcıların korunduğu; ona göre düzenleme yapıldığı” sepekülasyonları yapılıyor. DEVLETİN GÖREVİ: SAĞLIKLI REKABET OLUŞTURMAK Küresel ekonomideki kriz nedeniyle her yerde kamu müdahaleciliğinin arttığı, o nedenle bunların normal olduğunu söyleyenler çıkacaktır. Ancak unutmayalım ki; küresel ekonomi düzeldiğinde, müdahaleci değil kurallı piyasa ekonomisinin kurumsallaşması sağlanacak. Ekonomiyi bu ortamda iyice hantallaştırıp, verimsizleştiren devletçiliğe geri dönülmeyecek… Devletin görevi; yapacağı düzenlemeler ile sağlıklı rekabet koşullarını yaratmaktır. Halbuki şimdi, özel sektöre karşı ve özel sektörün içinde ayrımcı bir politika izlendiği algısı hakim. Geçenlerde çok sayıda işadamının olduğu bir ortamda, herkes birbirine Sanayi ve Ticaret Bakanı’nın TÜSİAD’da yaptığı konuşmada yerli otomobil için kamunun alım belirleyiciliğinden söz ettiğini hatırlatıp, “yerli otomobil projesinde asıl amaç nedir?” diye soruyordu. Herkes kamunun yerli otomobil alımıyla bu projeyi desteklemesini bekliyor ve “O zaman burada yatırım yapan otomobil firmaları ne yapacak?” diye soruyordu. Enerjiyle ilgili yabancı yatırımcılar, kuralların her gün değişmesinden,sübvansiyon uygulanıp fiyatların serbestçe oluşmadığından yakınıp, elektrik piyasası kurulmasını istiyorlar. Yani en güvendiğimiz sektöre bile, kamunun müdahaleci tavrı nedeniyle, yatırım yapılamıyor. Özetle; küresel ekonomiyi kimse gerekçe göstermesin; Hükümetin ekonomide kamunun ağırlığını ve müdahaleciliğini artıran bir uygulama içinde görüyoruz.