Merkez Bankası’nın son kararı hakkında görüş aldığım banka üst düzey yöneticileri, kararın piyasada daha fazla para olmasına neden olacağını belirtirken, “daha fazla likidite bir yerden sonra bizler için maliyet haline gelir” yorumunu yaptılar. Bir genel müdür “bankalar açısından kredi vermeden kâr etmenin çok zor olduğu”nun altını çizerken, dolayısıyla fazla likiditenin ister istemez krediye dönüşeceğini anlatmaya çalışıyordu.
Çünkü bankalar açısından topladıkları parayı değerlendirip kâr edebilecekleri iki ana yoldan birisi kredi vermek, diğeri de Hazine’nin borçlanma kağıtları başta olmak üzere menkul kıymet yatırımlarından kâr sağlamak. Hazine’nin bir süredir iç borçlanmayı azaltırken, ağırlığı dışarıdan borçlanmaya verdiğini biliyoruz. Seçim öncesinde harcamaların yüklü miktarda artışı için Merkez Bankası kârının Hazine’ye devrinin mayıs yerine ocak ayına alınması sağlandı. Bu sayede artan harcamalar finanse edilirken yılbaşından önce başlayan politika değişikliği ile iç borç yerine dış borca ağırlık verildi.
İç borç çevirme oranları düşük tutularak bankaların boşluğu kredileri arttırarak doldurmaları teşvik edildi. İşte bu nedenle son günlerde KGF kredilerinin artmaya başladığı görülürken, hükümete seçim öncesi bunun de yetmediği, piyasaları daha da rahatlatma ihtiyacı hissettiği anlaşılıyor. Bu nedenle zorunlu karşılık oranlarının düşürülüp hemen uygulamaya girmesi kararı verilirken, boşa çıkacak likiditenin de krediye dönüşmesi amaçlandı.
Bankaların önümüzdeki 1.5 ay içerisinde hızlı biçimde, özellikle tüketimin artırılmasına dönük, kredileri hızlandırmak için yoğun kampanya yapmaları benim için sürpriz olmayacak. Reel sektör kredilerinin ise daha çok KGF kredileri kanalıyla artırılabileceğini, bankaların bu konuda çok cesur olamayacaklarını sanıyorum.
RAHATLAMA SAĞLANIR AMA
Konuştuğum bankacılar, önümüzdeki günlerde KGF kredilerinin hızlanıp, limitlerin dolacağını tahmin ettiklerini söylediler. “Amaçlandığı gibi seçime kadar bir rahatlama sağlanabilir mi?” diye sorduğumda, rahatlama sağlanacağı tahmin ettiklerini gördüm.
Edindiğim izlenim o ki; bankalarla konuşuldu ve kredileri kısa süre içinde hızlandırmaları istendiğinde, bankacıların “maliyetlerini azaltarak likiditenin biraz daha artırılması” talepleri oldu. Maliye ve Hazine Bakanı Berat Albayrak’ın bankaların kredilerini neden hızlandırmadığını anlamadığını söylemesinin ardından geçen hafta Merkez Bankası Başkanı Murat Çetinkaya’nın Anadolu Ajansına demeç verip, “finansal istikrar için likiditenin artırılabileceğini” söylediğine şahit olduk. Piyasaya mesaj vermek için bu kez AA’yı seçmesi ve Başkan Çetinkaya’nın röportajında bundan başka önemli bir mesajın bulunmaması, sadece bu amaçla demeç verildiği izlenimini ortaya çıkarıyordu. Hafta sonunda, S&P’nin not açıklamasının ardından Merkez Bankası’nın zorunlu karşılıklarını düşüren kararı resmi gazetede yayımlandı.
Anlaşılan o ki; kısa sürede piyasanın rahatlatılması kararı amacına ulaşacak.
Öyle ya da böyle, az ya da çok, tanzim satış uygulamasında bir zarar söz konusu. İşte o nedenle manav ve pazarcı esnafı da çıkıp, “aynı şartlarla bana versinler ben daha ucuza satarım” diyebiliyor. Çünkü işleyişi iyi biliyorlar, taşıma ve işçilik olmasa üreticiden aldıkları malı çok küçük bir artışla satmaya razı olduklarını söylüyorlar.
Geçen gün Tarım ve Orman Bakanı Pakdemirli’nin “epttavm önerisi”nden söz etmiştik. Dün Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Mehmet Cahit Turhan, tanzim satışlarının yakın zamanda Türkiye’nin Milli Pazaryeri Platformu “www.epttavm.com”da başlatılacağını söylemiş. Bakan Turhan, “Proje kapsamında tarım ürünlerinin vatandaşımıza ulaşması sürecinde yaşanan aracı hizmet ücretlerini ortadan kaldırmayı amaçlıyoruz” demiş. Bakanın söylediğine göre halk bu internet sitesine girip sebze ve meyve seçecek, PTT kanalıyla bu ürünler tüketicinin adresine götürülecek. Haberden anladığımız kadarıyla da PTT bu işi yaparken ya para almayacak, ya da çok az bir fiyata yapacak. Dolayısıyla bu kez de PTT’nin ulaşım ve işçilik zararı söz konusu olacak.
Uygulamaya sokulan sistemde esas belli oldu; üretici fiyatlarını düşürecek bir uygulama değil, aracılık zincirinde biriken maliyetleri düşüren, daha doğrusu bu maliyetleri devletin üstlendiği bir satış yöntemi söz konusu. Bu, aracılık maliyetinin ortadan kaldırıldığı anlamına gelmiyor tabi ki; maliyet devlet tarafından üstleniliyor. Bir anlamda “sebze-meyve için zarar görevi” verildiği anlamına geliyor. Bu görevi de belediyeler, bakanlıklar ve PTT gibi kamu kurumları üstlenmiş oluyor.
KİT ZARARI GİBİ…
Bir süredir kamu bankalarına verilen görev zararlarının yeniden büyümesiyle ilgili kaygıları tartışıyoruz. Ziraat Bankası kamuoyunda çıkan görev zararlarının sanki Bankanın zararı gibi gösterildiği haberlere karşı çıkarak, bu verilen görev nedeniyle oluşan zararların devlet tarafından karşılandığını, dolayısıyla bunun bankanın zararı anlamına gelmediğini açıklamak ihtiyacı duydu.
Tanzim satışla yapılan sebze ve meyve satışları da finansman açısından aynı yöntemin uygulandığı anlamına geliyor. Yani halka zararına yapılan satışların eninde sonunda faturası yine halka çıkıyor.
Belediyeler ya da PTT de Hükümetin verdiği görevle zararına sebze meyve satıyor. Sebze meyvenin zararı belediye bütçesine ya da PTT’ye yazıyor. Sonunda ne oluyor derseniz; Hazine KİT’lere ve belediyelere para aktarmak zorunda kalıyor. Yani tersinden gösterilse de, aynı kulak gösterilmiş oluyor.
Hazine’nin ödediği görev zararının kimin parasıyla ödendiğini söylemeye gerek yok artık herhalde ama yine söyleyelim: Ya maaşımızdan peşin kesilen, ya da hizmet alırken ödediğimiz vergilerle biz ödüyoruz.
Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin tanzim satış çadırını ziyaret eden Pakdemirli, bu organizasyonla istedikleri amaca ulaştıklarını belirtmiş. Havaların çok soğuk gitmesi, güneşin olmaması ve birtakım felaketlerle ister istemez fiyatların arttığına dikkat çeken Pakdemirli, bazı fırsatçıların da fiyata etki ettiğini, bundan sonra havalar iyileştikçe fiyatların daha da düşeceğini söylemiş.
Bakan Pakdemirli’nin uygulamaya girdiğinden bu yana geçen kısa sürede yankı yaratan tanzim satış uygulaması için “gerekirse kalıcı olacağını” söylemesi bence talihsizlik olmuş. Devletin şirketi PTT kanalıyla sebze-meyve ticareti yapılması önerisi ise artık doruk noktası...
Bence tanzim satış uygulamasının kalıcı olması mümkün değil. Böyle olduğu takdirde piyasa ekonomisinin işleyişine ciddi bir darbe vurulmuş olacağını, herkes gibi Bakan Pakdemirli’nin de bildiğini tahmin ediyorum. O nedenle bir yandan seçim öncesi fiyatları düşürerek sempati toplamaya çalışırken, öte yandan sayıları çok kalabalık kesimleri karşısına almayı, politik açıdan hesaba kattığını düşünüyorum.
Tanzim satış uygulaması geçici olmak zorunda. Aksi takdirde, son iki gündür sosyal medyada gördüğümüz kuyruk görüntüleri başta olmak üzere, çok sayıda olumsuz yan etki görülmeye başlayacak, politik açıdan bir avantaj olmaktan çıkıp, dezavantaja dönüşebilecektir.
SEÇİMDEN SONRA TEMELDEN ELE ALINMALI
Kısa sürede sonuç almak için uygulanan bu yöntem kalıcı olamaz. Kalıcı olamaz; çünkü tarımdaki sorunları, gıda fiyatlarındaki yüksek trendi tanzim satış mağazaları ile halletmenin mümkün olmadığını herkes görüyor.
Ama belli ki seçime kadar bu uygulama yaygınlaştırılarak sürdürülecek, “gerekirse devreye gireriz, gıda fiyatlarını indiririz” mesajı yaygınlaştırılmaya çalışılacak.
Tanzim satış uygulamasına mecbur kalınması bile, tek başına, seçimlerden sonra ciddi bir tarım politikası arayışına girmek gerektiğinin açık bir kanıtı. Tarımda yer alan tüm kesimlerin temsilcileriyle, tercihan tüm parti temsilcilerinin de katılacağı, bilimsel toplantılar dizisi gerçekleştirilip, bu platformlarda mümkün olduğunca ortak çözümler üretilmesi gerekiyor. Kalıcı biçimde tarımdaki yapının değiştirileceği kapsamlı çözümler ancak böyle çıkacaktır.
Türkiye Un Sanayicileri Federasyonu (TUSAF) bu amaçla geçen hafta sonunda buğdayın anavatanı Göbeklitepe’de, “Medeniyetin Başladığı Yer: Buğdayın Bereketiyle Göbeklitepe” başlığıyla toplantı düzenledi.
Toplantının ilk günü Global Source Partners’dan ekonomist Dr. Murat Üçer, TÜSİAD Başekonomisti Dr. Zümrüt İmamoğlu ve benim katıldığım bir toplantıda dünya ekonomisindeki gelişmeler, Türkiye ekonomisinin mevcut durumu ve olası gelişmeler ele alındı. Sunumların ardından oturuma katılan un sanayicileri bir yandan sektörün içinde bulunduğu durumu ve sıkıntılarını özetleyip, öte yandan küresel gelişmeler ve özellikle seçim sonrası olası gelişmeler hakkında detaylı sorular yönelttiler.
Gerek toplantı sırasında gerekse yaptığımız özel sohbetlerden edindiğimiz izlenim o ki; mevcut ekonomik sıkıntılar, finansman ve likidite sorunlarından bir hayli etkilenmiş durumdalar. Özellikle içeriye çalışan sanayicilerin buğdayı aldıkları çiftçiler ile mallarını sattıkları fırıncılar arasında ciddi bir finansman yükünü zorunlu olarak omuzladıkları anlaşılıyor. Kredi temininin zor ve pahalı olduğu bu dönemde finansman yükünün giderek ağırlaşmasından şikayetçiler.
Toplantılara ev sahipliği yapan TUSAF Başkanı Eren Günhan Ulusoy da her açıdan çiftçiler ile fırıncılar arasında kaldıklarını, son ekmek fiyatlarıyla ilgili tartışmada olduğu gibi, tümüyle sorumlu olmadıkları alanda inisiyatif almak zorunda kaldıklarını, bunu ise tüm paydaşlarıyla birlikte karşılaştıkları problemleri çözüp sektördeki istikrarın korunması adına yaptıklarını söyledi.
Başkan Ulusoy sektördeki son gelişmeleri anlatırken Ağustos’taki kur atağından çok olumsuz etkilendiklerini, kurda sağlanan istikrar nedeniyle işlerin şimdi biraz daha yoluna girdiğini, ihracattaki birinciliğin sürdürüldüğünü söyledi. Dahilde işleme rejimi çerçevesinde ithal ettikleri buğdayı işleyerek ancak ihracat yapabildiklerini, son gelişmeler nedeniyle yapılan sıkılaştırmalar sonucu özellikle Doğu ve Güneydoğu’daki sanayicilerin sıkıntılarının büyüdüğünü kaydetti.
Tarım alanlarının özellikle buğday ekim alanlarının azaldığını, bunun artırılması gerektiğini kaydeden Başkan Ulusoy, ekim alanları artırılınca buğdayda arz fazlası olacağından kimsenin korkmaması gerektiğini, fazlayı ihracatta rahatlıkla değerlendirebileceklerini, böylece ithalat ihtiyacının da çok azalacağını ifade etti.
‘GÖBEKLİTEPE YILI’NIN İLK ETKİNLİĞİ
TUSAF çok yerinde bir kararla bu yılki bu yılki değerlendirme toplantısını, Urfa Göbeklitepe’de gerçekleştirme kararı almış. Toplantı kararının verilmesinin ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu yılı “Göbeklitepe yılı” olarak ilan etmesine çok sevinmişler. Bu kapsamda yılın ilk etkinliğini de TUSAF yapmış oldu.
Ekonomide gündemin seçim sonrasına kaymasının IMF tartışmalarıyla ateşlendiğini söyleyebiliriz. Hükümetin seçim sonrası IMF ile anlaşmak için nabız yokladığı haberleri çıkınca muhalefet bu iddiaları köpürttü. Hazine ve Maliye Bakanlığı açıklama yaparak böyle bir ihtiyaç olmadığını, IMF ile anlaşmanın gündemde olmadığını belirtti. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan bu konudaki iddiaları kesin bir dille yalanladı.
Aslında IMF tartışmalarının altında “seçimden sonrasına ilişkin alınacak tedbirlerin ne olacağı?” sorusunun yattığı söylenilebilir. Reel sektörün zor durumda olması, bankaların batık kredilerinin artması, iç talepteki daralmanın seçim sonrasında da süreceği beklentisi bu soruları gündeme taşıyor. Kur atağının ardından, “Stres testlerinin yapılıp bankalara kaynak aktarma mekanizmalarının kurulacağı” söylenmeye başlamıştı. Hükümetin tavrı nedeniyle bu mekanizmanın rafa kaldırıldığı görülüyor. Halbuki piyasalarda hala böyle bir ihtiyaç olduğundan söz ediliyor. Hem bankacılar hem reel sektör yetkilileri, açıkça olmasa da, bunun gereğini dile getiriyorlar. İşte böyle bir mekanizmadan vazgeçilmiş görüntüsünün de etkisiyle, herkes IMF ile yeni bir anlaşma olup olmayacağı tartışmasına başladı.
Yani bir anlamda piyasaların seçimden sonra IMF ile anlaşma imzalayabileceği beklentisi vardı ve bu haberlerin alıcı bulmasının nedeni buydu. Son açıklamalarla bu beklenti bitirilmiş gibi görünse de, böyle bir ihtimalin fiyatlandığını söyleyemeyiz. Bazı kesimlerin “O zaman geldiğinde mecburen olur” diyerek beklentilerini koruduklarını da gözlüyoruz.
GIDA ENFLASYONU VE KREDİLER
Dün Bakan Albayrak’ın konuşmalarından yansıyanlar aslında seçimden sonraki gündemin ipuçlarını da veriyordu. Gıda enflasyonu ve bunun için alınacak önlemler belli ki uzun süre tartışılmaya devam edecek. On yıllardır süren “hal yasası” tartışmaları yine alevlenmiş görünüyor ve sadece bu yasa ile gıda enflasyonunun çözümünün mümkün olmadığı herhalde görülüyordur. Satıcılara ve aracılara denetim baskısıyla, tanzim satışlarla bu işin çözüme kavuşmayacağı da açık. Seçimden sonra asıl olarak tarım politikasının yeniden gözden geçirilmesi ve rasyonel esaslara dayanan, her ay değişmeyecek genel bir stratejinin saptanması, bu çerçevede çözüm aranması gerekiyor.
Bankaların reel sektöre verdiği kredilerin de yine tartışma konusu olmaya devam edeceği anlaşılıyor. Bakan Albayrak bankaların son dönemde iyi sınav verdiğini ama son dönemde neden kredi vermediklerini anlayamadığını söylemiş. Aslında bankaların kaynak sorununu artık herkes biliyor. Bu kaynak maliyeti ile zaten zor durumdaki işletmelere kullandırabilecekleri kredilerin faiz oranları belli. Böyle bir oran ile kredi kullanıp bu işletmelerin düze çıkamayacakları da açık iken, yani sorun çok daha genel bir makro denge sorunu iken, banka kredilerinin artması mümkün değil. Kamu bankalarının sübvansiyonlu kredilerine özel bankaların da katılmalarının mümkün olamayacağı da açık. Olsa bile bence BDDK’nın “bu maliyetle bu kredi verilemez” diye müdahale etmesi gerekir.
Özetle; tartışmaların asıl konusu makro istikrar için ne yapılacağı, nasıl güven verileceği, kaynak temini ve kullanımı için hangi mekanizmaların kurulacağı olmalı.
Zaten yapısal tedbir talebinin altında da bu yatıyor.
Ocak ayında en yüksek artış yüzde 6.43 ile gıda ve alkolsüz içkiler grubunda gerçekleşirken, yıllık bazda artış ise yüzde 30.97’ye yükseldi. Bunu yüzde 29.63 ile çeşitli mal ve hizmetler ile 29.07 ile ev eşyası izledi. Bu tablo dar ve sabit gelirlilerin yüksek enflasyondan en olumsuz etkilenen kesim olduğunu, vergi indirimleri bitince yükseliş riski bulunduğunu gösteriyor.
Gıda ve alkolsüz içeceklerde yüzde 31’e yaklaşan fiyat artışı, nişasta bazlı şeker (NBŞ) üretim kotasının yarı yarıya azaltılması sonrası yapılan tartışmaları hatırlattı. Yapılan eleştirilerden biri gıda ve alkolsüz içecekler sektöründe önemli girdi olan NBŞ’nin Türkiye’de üretimi azalınca ithalatın artacağı, bunun gruptaki fiyat artışlarını kamçılayacağı yönündeydi.
Aslında toplumun bir kesimini desteğini almak için alınan kararların çok daha kapsamlı tartışılması gerektiği, tartışılmadan alınan kararların sonuçta ülke ekonomisine, istihdamına etkisinin daha rasyonel tartışılması gerektiği ortada. Son şeker kararı bence bu gerekliliğe iyi bir örnek oluşturuyor.
NBŞ kotasının yüzde 5’ten yüzde 2.5’e düşürülmesiyle bu şekerin üretimi 135 bin tondan 67 bin 500 tona inecek. Sayıları fazla olan pancar üreticileri, pancara dayalı şeker sanayi bu kararı olumlu karşıladı ama toplam ülke ekonomisi açısından yarar ve zararı birlikte tartışılmalı. Her şeyden önce 1 milyon ton kurulu kapasiteye karşılık zaten yüzde 30’lara düşen kapasite kullanımı bu kararla daha da azalacak. Yani yerli NBŞ üreten tesislere, işçilerine, mısır üreticisine ister istemez zararı olacak.
ETKİLERİ FAZLA
İkinci nokta; kotanın azalmasıyla Türkiye’de NBŞ tüketiminin azalmayacağı gerçeği. İçerideki üretim talebin altında kalacağı için geriye kalan ihtiyaç ithalattan karşılanacak.
Tarım konusunda uzman Gazeteci Ali Ekber Yıldırım, Tarım Dünyası’nda yaptığı değerlendirmede; NBŞ tüketiminin de yılda 1 milyon ton civarında olduğunu, bu tüketimin sadece 67.5 bin tonunun iç piyasadan karşılanmasıyla kalanın farklı yollardan ithal edileceğini belirtirken, “Büyük gıda firmaları piyasada sıvı şeker bulamadıklarını belirterek yüzde 15 gümrük vergisi ödeyerek ihtiyaç duydukları NBŞ’yi ithal ediyor. Kota ile yerli sanayiye ürettirilmeyen glikoz ve izoglikoz ithalatla karşılanıyor. Ayrıca bir çok ülke ile serbest ticaret anlaşması olduğu için bu çerçevede gümrüksüz ithalat yapılıyor” diyor. Yıldırım, “Bu ürün sağlık açısından zararlı ise kota tamamen kaldırılsın” ve “öyleyse ürünün tüketimi yasaklansın” derken, tesislerin bu kararla kapanacağını belirtiyor.
NBŞ üreticileri de şeker pancarı gibi kendilerinin de Türkiye’de üretilen mısırları kullandıklarını hatırlatıp, bu kez mısır üreticisinin zora gireceğini, bu kararın pancar üreticisini ve fabrikalarını zaten kurtaramayacağını söylüyorlar.
Piyasadan alınan tahminler, enflasyon beklentisinin ortalama yüzde 1.1 artış olduğunu gösteriyor. Bu takdirde yıl sonunu yüzde 20.3 ile kapatan yıllık enflasyon çok düşük oranlı bir artış kaydedecek.
2018 Ağustos ayında yaşanan kur atağının ardından geçen yılın son 4 ayı enflasyon açısından çok inişli çıkışlı bir dönem oldu. Eylüldeki yüzde 6.3’lük aylık fiyat artışı sonucunda yüzde 24.52’ye kadar çıkan yıllık enflasyon, ekim ayındaki yüzde 2.67’lik artışın ardından, son yılların en yüksek oranı olan yüzde 25.24’ü gördü.
Ardından kurlarda nispeten istikrarın sağlanması ve fiyat artışlarına dönük alınan sert önlemler sonucu geçen yılın son iki ayında enflasyon eksi çıktı. Daha önceki yıllarda eksi rakamlar görülürdü ama bu tek ayla sınırlı kalır, iki ay üst üste yaşanmazdı. Geçen yıl kasımda yüzde 1.44, aralıkta ise yüzde 0.40 eksi rakamlar gerçekleşti. Bu iki aylık gerileme sonucu yıllık enflasyon da 2018 yıl sonunda 20.3’e kadar çekilebildi.
PEKİ, BUNDAN SONRA NE BEKLENİYOR?
Şubat ayı enflasyonu mart başında çıkacağı için, yerel seçimler öncesi açıklanacak son enflasyon açıklaması olacak. Ekonomik sıkıntının geniş halk kesimlerine yayıldığı bir dönemde şubat ayı enflasyonunun düşük çıkması için çalışılacaktır.Bu durum artık piyasalar tarafından makul görülürken, seçim sonrasında ise hem vergi indirimlerinin sona ermesi hem de bekletilen zamların devreye girmesi nedeniyle, nisan ayından itibaren fiyat artışlarının yeniden hızlanması bekleniyor. Buna karşılık baz etkisi nedeniyle, yani 2018’in ilk 7 ayındaki makul oranlar nedeniyle, yıllık enflasyon oranlarının 2019’un geriye kalanında önemli ölçüde artması da beklenmiyor. Buna karşılık hükümetin belirlediği yıl sonunda yüzde 15 civarında bir rakama inilmesi hedefi ise piyasalar açısından zor görülüyor.
PİYASALARA ETKİSİ
Bu hafta yaşanacak piyasa hareketlerinde, bugün açıklanacak enflasyon rakamlarının etkisinin olacağı kesin. Piyasa uzmanları yüzde 1.1’lik piyasa tahminin gerçekleşmesi halinde, önemli bir hareket olmayacağını, ancak aylık yüzde 2’ye yaklaşan bir enflasyon oranının tepki ile karşılanabileceğini belirttiler. Aynı şekilde yüzde 1’in epey altında çıkacak rakamlar da, bu kez olumlu yönde, piyasa hareketlerine neden olabilir.
Ancak bu haftaki piyasa hareketlerinde Fed’e ilişkin beklentiler, yani küresel piyasalardaki gelişmeler, yine daha etkili olacak gibi gözüküyor. Fed’in geçen haftaki toplantıda faizi değiştirmeyip, faizler konusunda sabırlı olacağı ifadesi ve bilanço küçültme hızını düşürebileceğine dair sinyaller tüm gelişmekte olan ülkeler gibi Türkiye’de de piyasalarda olumlu karşılandı. Merkez Bankası’nın sıkı para politikasında ısrar edeceğini söylemesinin ardından, Fed açıklaması TL’nin önemli ölçüde değer kazanmasına neden oldu.
Merkez Bankası Başkanı Murat Çetinkaya dün Enflasyon Raporunu açıklarken, 2019 yılındaki enflasyon tahminlerini yüzde 15.2’den 14.6’ye, 2020 tahminlerini de yüzde 9.3’den 8.2’ye çektiklerini belirtti. Çetinkaya bununla birlikte, ana mesajlarını “enflasyonda ikna edici bir düşüş görülene kadar sıkı para politikası duruşunun sürdürüleceği ve bu doğrultuda gerekirse ilave parasal sıkılaştırmalar yapılması” olarak belirtti. Çetinkaya’nın bu tavrı Merkez Bankası’nın “şahin” bir tutuma girdiği şeklinde algılanıp, hemen benimsendi.
Piyasalar geçen ay enflasyonda ciddi düşüş olmamasına rağmen faiz indirimi yapılabileceğinden korkmuş, yapılmayınca rahatlamıştı. Ancak seçimden önce siyasi otoritenin etkisinde kalarak, Mart ayındaki Para Politikası Kurulu toplantısında küçük de olsa indirim yapabileceği beklentisi içindeydi. Dünkü açıklama ile birlikte indirimin yapılmayacağına ilişkin kuvvetli mesaj verilmesi piyasaları sevindirdi.
Çünkü Merkez Bankası’nın sözünü ettiği “enflasyon belirgin bir düşüş”ün önümüzdeki aylarda görülebileceğini, piyasalar hiç tahmin etmiyor. Reuters’ın ocak enflasyonu için yaptığı ankette piyasaların yüzde 1’in üzerinde bir enflasyon ve 20.3’lük yılsonu enflasyonunun devam edeceği beklentisinde olduğu görülüyor. Piyasa bu nedenle, Merkez Bankası’nın açıklamasından sonra mart ayında indirimin kesin olarak yapılamayacağı sonucunu çıkardı.
Piyasaların sıkı para politikasının sürdürüleceği konusunda Merkez Bankası’na inandığı görülürken, yapılan enflasyon tahminlerindeki düşüşlere ise pek ihtimal vermiyor. Merkez Bankası’nın açıklamasında kurlardaki ve bazı malların vergi oranlarındaki düşüşün, petrol ve ithalat fiyatlarındaki düşüş ile çıktı açığındaki aşağı yönlü güncellemelerin tahminlerde indirime neden olduğu görülüyor. Piyasalar Merkez Bankası’nın bu tahminlerine katılıyor ancak gıda enflasyonu tahminine inanmıyor.
GIDA ENFLASYON KAYGISI
Merkez Bankası’nın gıda enflasyonu konusunda bu yılki yüzde 13, 2020’deki yüzde 10 tahmin seviyelerini koruduğunu kaydeden piyasa oyuncuları, gıda enflasyonundaki gerçekleşmelerin bu varsayımların epeyce üzerinde olacağını, genel enflasyon tahminlerini de bu nedenle iyimser bulduklarını söylüyorlar.
Geçen yılın sonunda yüzde 25.57 seviyesinde bulunan gıda yıllık enflasyonunun, düşük bazın da etkisiyle bu ay sonunda yüzde 30’lu seviyelere ulaşabileceğini belirten bazı analistler, yıl sonuna ait yüzde 13’lük öngörünün, bu nedenle kısa süre içinde sorgulanmaya başlanacağını, dolayısıyla genel enflasyon tahminlerinin de sorgulanır hale geleceğini söylüyorlar.
Bu kaygılar nedeniyle, banka analistlerinin Merkez Bankası’nın enflasyon tahminlerinde indirime gitmesine rağmen, daha önceki enflasyon tahminlerine katıldıkları ve kendi tahminlerinde bir değişikliğe gitmedikleri gözleniyor.