Türkiye’nin ithalat kalemindeki ürün ve ülke çeşitliliği de dikkat çekici bir noktaya ulaştı.
Türkiye, 2005 yılından bu yana aralarında Tanzanya, Mozambik, Cook ve Christmas Adaları’nın da bulunduğu onlarca ülkeden, insan saçı döküntüsü, at kılı, tohumluk olmayan pamuk, susam, küspe, kaşar peyniri ithal etti.
Üstelik ABD, Hindistan ve Çin’den 380 kilo insan saçı ve insan saçı döküntüsü ithal etti. Türkiye bu ithalat karşılığında 27 bin dolar ödeme yaptı. Dış Ticaret Müsteşarlığı verilerine göre, ülkemizin at kılı ithalatı ise 61 tona ulaştı. Bu ithalat karşılında 273 bin dolar ödeme yapıldı.
İthalat yaptığımız ülkeler arasındaki çeşitlilik de dikkat çekici bir boyuta ulaştı. Verilere göre ithalatçılarımız, Hint Okyanusu’nda küçük bir ada olan 240 kilometre karelik Cook Adası’ndan 38 bin dolar değerinde, 12 bin kilo kaşar peyniri ithal etmeyi bile başardı.
Cook Adaları’nın yanı sıra Christmas Adaları da ithalat kalemimizdeki yerini aldı. Christmaslı sanayiciler, Türkiye’ye motor sanayisinde kullanılan 293 adet mil yatağı, 16 adet elektrik teçhizatı parçası ve 5 adet entegre devre satmayı başardı. Christmaslı sanayicilere bu ithalat karşılığında 12 bin dolar ödendi.
Torna tezgahı ithalatının yanı sıra, Mozambikli sanayicilerin yüzü egzoz susturucuları konusunda da güldü; Türkiye, 14 bin adet susturucu ithal etti. Tüm bu ithalatlara ek olarak, aynı ülkeden tohumluk olmayan susam ve pamuk tohumu, tütün, ağaç ve kömür de ithal edildi; toplam, 13 milyon dolar ödendi.
Türk ithalatçıların kapısını çaldığı ülkelerden biri de Tanzanya oldu. Tanzanya’dan başta öküz, inek, koyun ve keçi derisi, olmak üzere, pek çok ürün ithalatı gerçekleşti. Ancak bu ithalat içinde en ilginç olanı şark tipi tütünden mamul sigaraydı ki, sadece 25 adet ithal edildi ve karşılığında 119 dolar ödendi. Akıllarda ise Tanzanya sigarası tiryakisi Türk’ün kim olduğu sorusu kaldı.
Doğu Afrika’da bir ada ülkesi olan Komor’dan sökülecek gemi ithal eden ve karşılığında 602 bin dolar ödeyen Türkiye, Malavi’den çay ve tütün döküntüsü ithal etmeyi de başardı. Memleketimin büyük çoğunluğu kıl, tüy ve tohumdan oluşan bu "garip" ithalatı, yaklaşık 45 milyon dolara ulaştı.
Prestij mekanlar para basıyor
Uzunca bir süredir her şey dahil sistemiyle durumu kurtaran Türk turizmi kabuk değiştirmeye, monotonlaşan hizmet anlayışını geride bırakmaya başladı. Kapasitelerini sonuna kadar zorlayıp ucuza yatak satan, daha doğrusu sürümden kazanmaya çalışan beş yıldızlı oteller, artık yüksek fiyatlara ulaşmak için markalaşmaya ve kaliteye yöneldi. Bazı tesisler hizmet anlayışını değiştirip, müşterilerine kişi başına günlük 30 ile 70 Euro arasında bir bedel değil, 12 bin Euro’lara varan faturalar çıkarıyor, Bunun en güzel örnekleri de Türk turizminin Riviera’sı olarak kabul edilen Belek’te yaşanıyor.
Örneğin, Kempinski The Dome, Adam&Eve, Rixos Premium gibi tesisler aynı büyüklükteki otellere oranla daha kaliteli hizmet sunmaya başladı. 100 dönümlük büyüklüğüyle en az iki bin turist ağırlayan tesislerin aksine, bu mekanlar 400 bilemediniz 700 kişiye hizmet vermeye başladı. Tabii, aldıkları kişi başı fiyatları da katlayarak.
Bu işletmeler içinde en göze çarpanı ise Kempinski The Dom. Geçenlerde yolumun düştüğü bu tesis Selçuklu mimarisinden esinlenerek inşa edilmiş. Otel bırakın Türkiye’yi, dünyadaki emsallerinin bir adım önünde. İç dekorasyonu, servis anlayışı ve lüksüyle, mutlaka görülmesi gereken bir müze izlenimi veriyor.
Toplam 420 yatak kapasitesine sahip otelin odalarında da yine dünyanın en ünlü markalarına rastlıyorsunuz. Lobi ve otelin geri kalan genel alanlarında kullanılan mobilyaların tamamı, dünyanın en ünlü markaları olan Fendi ve Baxter. Yiyecek-içecek departmanında kullanılan tabaklar Villeroy&Boch, Rosential; bardaklar Schott&Zwiesel; çatal bıçak takımları Hepp marka. Ayrıca, tüm elektrikli ekipmanlar özel imalat ve 22 ayar altın kaplama. Perde ve yatak örtüleri Vanelli, oda otomasyonları Martens, banyo armatürleri Stark, balkon ve dış mekan koltukları da Ketal imzasını taşıyor.
Bu gibi otellerde gecelik ağırlama bedeli, standart beş yıldızlıların 10 gün karşılığı aldığı paradan başlıyor, 12 bin Euro rakamına ulaşıyor.
Ortadirek çiğ köftesi
ÇİĞ köftenin ilk olarak Hz. İbrahim döneminde Urfalı bir ev hanımı tarafından yapıldığı biliniyor. Kocasının avladığı ceylanın etini pişirmek için evde odun bulamayan kadın, derde deva olsun diye bu yemeği yapıyor. Ceylanın budundan bir miktar yağsız et çıkararak, taş üzerinde başka bir taşla ezmeye başlayan kadın, ezilmiş eti bulgur, biber ve tuzla karıştırarak yoğuruyor. Yeşil soğan ve maydanoz eklemeyi de ihmal etmiyor. Sonuçta da Urfa’nın o leziz yemeği ortaya çıkıyor.
Yıllardır alışkın olduğumuz bu lezzet, şimdilerde etsiz olarak, fakat yine "çiğ köfte" ismiyle, porsiyonu bir buçuk milyona alıcı buluyor. Gazetemizin Ankara bürosundan Buket Güler ile Barış Oral’ın dikkatini çeken bir mekan her gün porsiyonu 1,5 YTL’den yarım ton çiğ köfte satıyor.
Kızılay Kumrular Sokak’ta ki MH Meşhur Çiğ Köfte’nin icraatı Urfalıları kızdırır mı bilmem, ama Ankaralıların bu tadı sevdiği bir gerçek. Özellikle akşam saatlerinde uzun kuyrukların oluştuğu mekanın önündeki çiğköfte tepecikleri kısa zamanda tükeniyor. Günde ortalama 2 bin kişi ağırlayan mekanın sahibi Hüseyin Özkul’un anlattıkları ise benim daha ilgimi çekiyor.
"Herkes alabilsin diye bu fiyatlara sattığımız çiğköfteyi daha ucuza isteyenler bile var. Bazen paraları yetişmiyor, yarım porsiyon bile talep ediyorlar. Hatta 1,5 YTL’lik hesap için kredi kartından para çektiriyorlar. Et ve tavuk döneri de satıyoruz ama insanlara pahalı geliyor."
Etsiz çiğ köfteyi oldukça lezzetli buldum, ama 1,5 YTL’yi bile denkleştirmekte zorlanan insanların çokluğunu görünce de lokmalar boğazıma dizildi.