ORTA Doğu ve Afrika ülkelerinin sınırları, Batılı büyük devletler tarafından çizilmiştir. Yani bu devletler kurtuluş veya kuruluş savaşları vererek ulusal hudutlarını kendi kendilerine inşa etmiş değildir.
Sudan da bunlardan biridir. Bir süredir çoğunlukla Hıristiyanların yaşadığı Güney Sudan, Müslümanların ekseriyette olduğu büyük Sudan’dan kopmaya çalışıyordu. Bir benzeri mücadele de Sudan’ın Darfur bölgesinde sürmektedir. Dünyanın neresinde olursa olsun, eğer bir ülkede etnik veya dinci esaslı bir bölücü hareket varsa, “harita uzmanı” Batılı Devletler ve Batılı Adam oradadır. * * * Bizim Cumhurbaşkanımıza benzetilen yakışıklı Amerikalı sinema yıldızı, George Clooney, bir süredir Güney Sudan’ı bağımsızlaştırmayı kendine vazife edinmişti. Bunun için ikide bir oralara gidiyordu. Kötü haber: George Clooney son seferinde maalesef sıtmayı kapmış. İyi haber: George Clooney’in çabaları boşa gitmemiş ve Güney Sudan halkı yapılan referandumda bölünme yönünde oy kullanmış. Bu arada unutmadan söyleyeyim, sevgili George da 10 günlük bir tedaviden sonra iyileşip turp gibi olmuş. * * * Hıristiyan inancına göre Tanrı, her insanı yeryüzüne bir ödev veya görevle göndermiştir. Buna “misyon” denir. İnsan olgunluk çağına gelip, geçim derdinden de kurtulduktan sonra, kendi kendine “acaba benim misyonum ne?” diye sormalı ve buna bir cevap bulmalıdır. Bunun benzeri duyguyu da bizim zenginlerimiz yaşar. Onlar da belli bir çizgiyi geçince kendi kendilerine acaba ben hangi ülkenin fahri konsolosu olayım diye sorar ve sonunda bir tane bulur. Tanrı, insanlara bireysel ödev verdiği gibi, bir de Hıristiyanların tümüne “kolektif” bir misyon vermiştir. Bu ödev “Medeni Hıristiyanların, medeni olmayan diğer ulus ve kültürleri” tekdir veya kötekle doğru yola sokmasıdır. Birey olarak dinle, diyanetle ilgisi olmayan, pazar günleri kilisenin kapısından içeri adımını atmayan “çizgi üstü batılı insanlar” dahi Tanrının verdiği bu kolektif misyonu içselleştirmiştir. Bizlerde böyle bir misyon kavramı olmadığı için, sıkça George Clooney’in Sudan’da, Madam Mitterrand’ın Diyarbakır’da ne işi var gibi sorular sorar dururuz. * * * Fransızcası “stabilite” dir. Oturmuş, sağa sola; yukarı, aşağı oynamayan demektir. Tersi “labilite”dir. Labil kökünden gelir: Oynak, çabuk değişen demektir. Teorik soru şudur: Denge, stabil mi, yoksa labil midir? İki kefeli bir terazi veya bir tahterevalli düşünün. Denge halinde düz durmaktadır. Ama sistem son derece oynaktır. Kefelerin birine küçük bir çakıl taşı konsa denge bozulur. Koca bir tahterevallinin bir ucuna biraz abanın, diğer uç hemen havaya kalkar. Denge yani istikrar derhal bozulur. * * * Batılı devletler, diş geçirebildiği ülkeleri kendine bağımlı kılar. Bunun için kullandığı “siyasi örgütleme” stratejisinin dayanağı işte bu “denge teorisi”dir. Onlar, hiçbir etnik kümenin, diğerleri üzerinde hâkimiyet tesis edip “istikrarlı bir düzen” kurmasına izin vermez. Sürekli etnik kümeler arasına “denge” nifakı sokarlar. Böylece birine biraz el verseler, diğeri nalları havaya diker hale gelir. Çünkü denge, kuram olarak labildir. Son Söz: Her komplo, teori değildir.