BU yazıdaki bilgilerin kaynağı, benim de bir mezunu olduğum Pennsylvania Üniversitesi’nin “Gazette” adlı aylık dergisidir. Pennsylvania Üniversite’sinin tıp fakültesi 1765’te kurulmuştur.
Amerikanın ilk tıbbiyesidir. Kalp cerrahisi profesörü ve TV yıldızı Dr. Mehmet Öz bu fakülteden mezundur. Dr. Öz, tıp eğitimi ile birlikte işletme fakültesine de devam ederek, aynı gün hem tıp doktoru hem de işletme mastırı derecesi ile mezun olmuştur.
* * *
Bu fakültenin tıbbi araştırma yapan bilim adamı hocaları vardır. Bunlardan Virginia Lee ve John Trajonowski, bir zamanlar adına bunama denilen Alzheimer’s hastalığının “tedavisi” üstünde araştırmalar yapıyorlarmış. Yukarıdaki cümlede, tedavi kelimesini tırnak içine yazdım. Çünkü hocalar da tedavi fiilini özel bir anlamda kullanıyor. Yani öyle bir ilaç veya yöntem bulacağız ki, bu hastalık tamamen iyileşecektir demiyorlar. Bunun yerine, hastalığın kötü seyrini “beş yıl kadar geciktirmeyi” hedefliyorlar. Bu suretle önümüzdeki dönemde dünya ölçeğinde, sağlık harcamalarında yılda 1,5 trilyon dolar tasarruf sağlanabileceğini hesaplıyorlar. Beni, bu yazıyı kaleme almaya tahrik eden husus işte bu tababet ekonomisi oldu.
* * *
1906 yılında Dr. Alois Alzheimer, ihtiyarladıkça oluşan ve çoğunlukla 73–74 yaşlarında görünür hale gelen ve önce insanı unutkan, sonra da ne yaptığını bilmez hale getiren illetin, aslında bir beyin tahribatı olduğunu keşfeder. O yıllarda Amerika’da “muhtemel ömür” 48 yıldır. Dolayısıyla bu hastalığa duçar olanların sayısı çok azdır. Bunların bakımı da topluma büyük bir yük getirmemektedir. İnsanlar, nispeten genç yaşlarında, çoğu kez mikrobik hastalıklardan ölmektedir. İlaç tıbbının ve cerrahi yöntemlerin gelişmesiyle, insan ömrü uzamış ve günümüzde gelişmiş ülkelerde muhtemel ömür 78 yaş olmuştur. Uzayan ömür, genç yaşlarda seyrek rastlanan yeni illetlerin ortaya çıkmasına sebep teşkil etmiştir. Beyin hücrelerinin hızla ölmeye başlaması, beyin dokusunun sertleşmesi ve beynin büzüşüp küçülmesi şeklinde tezahür eden Alzheimer hastalığı, sonunda insanı “başkalarının yardımı olmaksızın yaşamını sürdüremez” hale getirmektedir. Ekonomide denge için, bırakın insanın “tükettiği kadar üreten” olması kuralını, insan bu hastalığa duçar olunca neredeyse kendinden başka bir kişiyi de tam zamanlı işgal etmektedir. Böylece iki kişi birden “üretenler” takımından çıkmaktadır. Üstelik hastalık geri dönüşü olmayan bir seyir izlemekte ve ölümle sonuçlanmaktadır. Ortada hiçbir getirisi olmayan tam bir “ziyan” vardır.
* * *
Trajonowski ve Lee üniversitede bir Alzheimer Araştırma Örgütü kurmuş. Bu örgüt aynı konuda araştırma yapan diğer bilim insanları ve kurumlarla ilişki kurarak bir ağ oluşturmuş. Hedefleri, yakın bir tarihte Alzheimer hastalarına, hastalığın seyrini yavaşlatan ve yaklaşık bir 5 yıl daha başkalarına muhtaç olmadan yaşamlarını sürdürmelerini sağlayacak bir ilaç üretmek. Muhtemelen sayısı milyonlara varacak bu hastaların çoğu, beş yıl içinde kalp krizinden veya bir başka sebeple ölecektir. Böylece Alzheimer’li hastaların bakımının ulusal ekonomiye getireceği yük azalacaktır diyorlar. İşte size, faiz-döviz muhabbeti dışında gerçek bir iktisat konusu.
Son Söz: Ölümden kaçınılamaz, ama sürünmekten kaçınılabilir.