GEÇENLERDE, televizyon karşısına geçmiş, kanallar arasında zıplarken, karşıma bir iktisat söyleşisi çıktı.
Ortadan bir yerden izlemeye başladım. Merkez Bankası’nın almakta olduğu ve alması gereken önlemlerle ilgili bir makale tartışılıyordu. Makalede anlaşılan “ısınmakta olan ekonomimizin soğutulması için, faizlerin daha da indirilmesi iyi olur” gibi bir ibare varmış. Yorumcu hoca derhal parladı ve şöyle dedi: “Ekonominin ısınması denilen oluşumun göstergesi enflasyondur. Bunun da çaresi faizleri düşürmek değil, tam aksine arttırmaktır. Türkiye’de enflasyon düşmektedir. Dolayısıyla ısınma yoktur. Makalede ileri sürülen fikirler külliyen yanlıştır”. * * * Hocanın sözleri mantıken doğruydu. Ama iktisadi muhakemesi (reasoning, sebep-sonuç bağlamında düşünme) “külliyen yanlıştı”. Dedikleri mantıken doğruydu. Çünkü “ekonomide ısınma” diye adlandırılan kötü gelişmenin tek göstergesi enflasyonun yükselmesidir diye bir tanım ortaya koydu. Ardından, sermaye hareketleri serbestleştiğinden beri pek de geçerliliği kalmayan, “enflasyonun düşürülmesi için ulusal paranın faizini arttırmak gerekir” ilişkisini hatırladı. Bu iki ifadeden, mantığın kıyas dediği yolla sonuca ulaştı. Makale sahibinin düşüncesi yanlıştı. Çünkü ortada ısınma yoktu. İspatı enflasyonun düşmesiydi. Hem olsa bile bunun çaresi faizleri düşürmek değil arttırmaktı. Hocaya göre makale yazarı sınavda çakmıştı. Hâlbuki ekonominin ısınması denilen oluşum “iç talebin, milli gelir artışından daha hızlı büyümesi” olarak da tanımlanabilir. Bunun da göstergesi “cari açığın artmasıdır” denilebilir. Eğer cari açığın artması istenmeyen bir sonuçsa, o takdirde bu açığın büyümesini uyaran sıcak para girişlerini yavaşlatmak gereklidir. Bu maksatla, TL’li mevduat, tahvil ve bono getirilerini, yani faizlerini düşürecek düzenlemeler yapılabilir. Benim yukarıda yer verdiğim tanıma göre, Türk ekonomisi ısınmaktadır. Çünkü milli gelir 2010 yılında yüzde 8.9 büyürken iç talep yüzde 13.2 büyümüştür. Bu bir iç talep canlanmasıdır ve ısınmanın öncüsüdür. Göstergesi de 2009 yılında milli gelirin yüzde 2.3’ü olan cari açığın, 2010’da yüzde 6.6’sına çıkmasıdır. Bugün ülkemizde tartışılması gereken temel iktisadi politika sorusu şudur: Cari açığın büyümesi Türk ekonomisi için bir tehlike midir? Yani bu cari açık büyümesi günün sonunda “finansal istikrarı” bozabilecek midir? Finansal istikrar bozulunca “fiyat istikrarı” da kendiliğinden bozulabilir mi? Hem finansal hem de fiyat istikrarı bozulunca ortaya ekonomik istikrarsızlık çıkabilir mi? Ekonomik istikrarsızlık, büyümeyi yavaşlatıp işsizliği arttırmaz mı? Eğer cevabınız hayırsa, mesele yok. İstediğiniz kadar Merkez Bankası’nın aldığı veya Maliye’nin alabileceği tedbirleri eleştirebilir ve hiçbir öneride bulunmayabilirsiniz. Ama cevabınız “evet, cari açık ileride tehlikeli gelişmeler yol açacak bir baş belasıdır” diyorsanız, o zaman alınan ve alınacak önlemleri yine eleştirebilirsiniz. Ama mutlaka kendi çözümlerinizi ortaya koymalısınız. Bu soruya öncelikle ekonomik program açıklayan siyasi partilerimiz ve ateş altındaki bankacılarımız cevap vermelidir. Son Söz: Muhakeme mantığı içerir, mantık muhakemeyi içermez.