“OYUN Kuramı” (Game Theory) davranış bilimlerinin önemli bir buluşudur.
Davranış bilimleri, insanların nasıl karar aldıklarını inceler. Öncelikle şu iyice anlaşılmalıdır. Alınan her karar, geleceğe aittir. Geçmişle ilgili karar alınamaz. Alınsa da faydasızdır. Çünkü geçmiş, geçmiştir; değiştirilemez. Halbuki gelecek inşa edilebilir. Ancak gelecekte ne olacağı belli değildir. Dolayısıyla her karar belli bir “belirlisizlik” ortamında alınır. Karar alıcılar belirsizliği ortadan kaldırmak için tahminlerde bulunur. Bu kestirimlerinde, ihtiyatı elden bırakmamak için, genellikle diğer tarafın kendileri için “kötü şeyler yapacağını” varsayarlar. 1. Kararlarını, ne yapmaları gerektiğine göre değil, başkalarının yapacaklarına mukabele etme fikri üzerine inşa ederler. 2. Aldıkları kararla, kendi fayda tüketimlerini çoğaltmayı, karşı tarafın fayda tüketimini ise azaltmayı hedeflerler. 3. Çünkü ortada bölüşecek sabit bir fayda paketi olduğunu düşünürler. Dolayısıyla bir tarafın kazancının artması, ancak diğer tarafın kaybının çoğalması pahasına olabilir derler. Yani kayıp, kazanç toplamının her zaman sıfır ettiğine inanırlar. 4. Bu yüzden, belli bir ihtilafın çözümünden kazançlı çıkmak için, karşı tarafla işbirliğine girmenin mantıken saçma olduğunu düşünürler. Bilim adamları, bu çerçeve içinde düşünen bireylerin, firmaların, kurumların veya sosyal kümelerin (mesela aşiretlerin, kabilelerin, kavimlerin, milletlerin veya devletlerin) aldıkları kararların “mantıken doğru” ama “gerçekte yanlış” olabildiğini gözlemlemiştir. (Burada “doğru” nihai maksada hizmet eden, “yanlış” nihai maksada hizmet etmeyen demektir.) Neticede bu tersliğin sırrını çözüp, süreci modellemişler ve adını da “Oyun Teorisi” koymuşlar. Bu teoriden, dilimize giren “kazan-kazan” diye bir deyim var. İnceleyelim.
Herhangi bir ihtilaf, mesela Kürt meselesi halledilmeye çalışılırken öyle bir çözüm bulunsun ki; bundan sadece bir taraf değil, iki taraf da kazançlı çıksın deniyor. Bunu duyan taraflar derhal çözümün “kazan-kazan” olmasında hemfikir oluyor. Ama bir türlü, ne öyle bir çözüm bulunabiliyor, ne de bulunsa bile hayata geçirebiliyor. Çünkü ne söyleyenler ne de ihtilafa taraf olanlar “kazan-kazan”a giden trenin “kaybet-kaybet” istasyonundan kalktığını bilmiyor. Bilse de söylemiyor. Taraflar da mademki, çözüm “kazan-kazan” olacak niçin ben bir şey kaybedeyim diye düşünüyorlar.
İşbirliğine engel olan ve “kazan-kazan” çözümün geliştirilmesine imkân tanımayan varsayım, kayıp kazanç toplamının sıfır olduğunu düşünmektir. Hâlbuki hayatın kendisi “toplamı sıfır olan” bir oyun değildir. Çözüm bulunduğunda kazançlar, daha da önemlisi çözüm bulunamazsa kayıplar zannedildiğinden çok yüksek olabilir. Kaybedecek hiçbir şeyi olmadığına inanıp, ABD ve AB nasıl olsa bu ihtilafı benim lehime çözer diye düşünülürse sonuç herkes için çok acı olabilir. “Kazan-kazan” çözümünü geliştirmenin ön şartı hayali kazançlardan “taviz vermeye” hazır olmaktan geçer. Son Söz: Az kayba razı olmayan, çok kaybı göze almış demektir.