Paylaş
Dolayısıyla bazılarının sürekli barıştan yana olduklarını söylemeleri, gerçekten neyin peşinde veya neyin yanında olduklarını gizlemelerinden başka bir şey değildir. Dolayısıyla düpedüz yalancılıktır. Ne çim sahada futbol oynayan polisleri uzun menzilli tüfeklerle “şehit eden” teröristler, ne de onları bir gün “ölü ele geçiren” güvenlik güçleri, savaştan yanadır. Onlar da barıştan yanadır. Ama savaşmaktadırlar. Çünkü belli bir toplumsal amaca hizmet için görev yapmaktadırlar. O insanları veya uğrunda savaşılacak toplumsal amacı belirleyen önderlerini savaştan yana manyaklar olarak göstermek haksızlık ve insafsızlıktır. Halkı bilgilendirmek veya sergiledikleri tavırla, kamuoyunu belli yönde oluşturma gücüne sahip olan gazetecilerin, yazarların, sanatçıların, sporcuların, din veya bilim adamlarının, “siyasi tercihlerini” açıkça ortaya koymaları ahlaki bir vecibedir. Bunu yapmayıp, herkese sempatik olmak, kimseyi karşısına almamak ve hiçbir eleştiriye muhatap olmamak gibi “çok konforlu” bir köşe minderinde oturmaya çalışanlar ya fikir züppesidir ya da ödlek sahtekârdır.
RAKİBE BAŞARI DİLENMEZ
İster sportif, ister siyasi, ister askeri, ister iktisadi mücadeleye giren her kişi, kurum veya devlet, karşısındakine acıyarak davasını savunamaz. Hele hele rakibine başarı dileyemez. Bu bir intihar olur. Her savaş acılarla doludur. Her savaş pistir, kirlidir, hilelidir, desiselidir. Savaşmanın altın kuralı rakibin kafasını karıştırmak ve onu aldatmaktır. Ancak böyle yapılırsa, en az maliyetle, en görkemli zaferler elde edilir. Kurnazlık olmasa, küçük bir kuvvetle, büyük bir kuvveti alt edilemez. Harbin ekonomisi bunu emreder. Basketbolda rakibe “feyk atmak” futbolda “kıvırtmak” veya “çalım atmak” veya kaleciyi “ters köşeye yatırtmak” birer aldatmadır. Seyirciler de en çok, başarılı aldatmaları alkışlar. Bunların hepsi savaş teknikleridir. Bu kandırmaların dik âlâsına tarihi kanla yazılan harplerde rastlanır. Komutanın makbulü, bir savaşı ne pahasına olursa olsun değil, en az zayiatla kazanandır.
KADDAFİ Mİ, MUHALİFLER Mİ BARIŞÇI
Libya Arap Halk Sosyalist Cemahiriyesi hükümdarı (şimdiye kadar çoktan kıdemli olması gereken) Albay Kaddafi, 42 yıldır sarayında sulh içinde oturuyordu. Libya halkı da “petrol ne verdiyse” barış içinde geçinip gidiyordu. Demokrasi yoktu tabii. Ama o kadar kusur Dubai’de de bulunur. Derken Libya’ya bir gün “Arap Baharı” geldi. ABD ve AB’nin ve özellikle Fransa’nın uyguladığı teşvik tedbirleri sayesinde ortaya aniden “savaşçı” muhalifler çıktı. Tabii öncelikle Kaddafi’nin yakın çevresi, “kazanacak ata oyna” ilkesine göre vicdanlarının veya cüzdanlarının sesini dinleyip görevlerinden istifa ederek, karşı tarafa geçtiler. Kaddafi’nin defteri kısa zamanda dürüldü ve işi bitti. Şimdi barıştan yana olanlara soruyorum. Libya’da iç savaşı kim çıkardı? Muhalifler mi, Kaddafi mi? Daima barıştan yana Türkiye, önce biraz orta sahada top çevirip sonunda niçin savaşı çıkaran muhalifleri destekledi? Yoksa biz “savaş kötüdür, ama savaştan kötü şeyler de vardır” diyen İngilizlerden veya “adam öldürmek değil, haksız yere adam öldürmek büyük günahtır” diyenlerden miyiz?
SON SÖZ: Savaş, berabere bitmez.
Paylaş