Ece Sükan

Venedik Bienali’nde ütopyalar yarışıyor

2 Haziran 2013
‘Ansiklopedik Saray’ başlığı altında yapılan 55’inci Venedik Bienali dün 88 ülkenin katılımıyla kapılarını sanatseverlere açtı.

Bienalin bu seneki temasının ilham kaynağı, sanatçı Marino Auriti’nin 1955’teki bir ütopyası: 136 kattan oluşan, dünyanın tüm ansiklopedik bilgisine ev sahipliği yapan hayali bir müze .

Venedik bienallerinin iki ana merkezi, Arsenale ve Giardini’deki ülke pavyonları. Bu pavyonlardaki işlerin yanı sıra bienalde 50’ye yakın yan organizasyon ve sergi bulunuyor. Küratör Massimiliani Gioni, sadece günümüzün birçok önemli çağdaş sanatçısını bir araya getirip sergilemek yerine, onların yaratıcı güdülerini yansıtmak ve hatta bir şekilde ‘sanatçının dünyasını’ tanımlayabilmek istemiş. Profesyonel sanatçı ile amatörün, dışardakilerle içerdekilerin arasındaki sınırları flulaştırnış. Ayrıca antropolojik bir yaklaşımla imajlar ve onların hayatımızdaki fonksiyonları üzerine odaklanmış.
Gioni, dünyanın kendisinin tamamen bir ‘imaj’ haline gelmesiyle, ‘imaj’ yaratma sevdasının halen ne anlamı olabileceğini sorguluyor. Zira sergilenen işlerin genelinde doğa, teknoloji, insan vücudunun limitleri, farklı form algıları ve insanın düşünme haliyle geçmiş-günümüz karşılaştırmaları bolca görülüyor. Yani bir çeşit ‘öz’e dönüş hali söz konusu.
Bu seneki temanın ilham kaynağı da sanatçı Marino Auriti’nin 1955’teki bir ütopyası. Dünya üzerindeki tüm bilgileri ve keşifleri barındıran hayali bir müze kurmak: ‘Ansiklopedik Saray.’ Burada bahsedilen hiç inşa edilmemiş 136 katlı bir binanın maketi.
Bienalin tamamı içinde bulunduğumuz durumu çok güzel özetliyor: Her birimiz birer medyayız artık. Sürekli akış halindeki enformasyon ve imaj bombardımanı altındayız. Hatta artık imajlar bize sahip oluyor. Dışarıdan gelen bunca imaj akışının arasından kafamızın içinde yaratmaya, hayal etmeye, vizyonlamaya ne vaktimiz ne de yerimiz kaldı.

KOLEKTİF BİLİNÇ

Bu sorgulamada, vizyon ve yüksek bilinç bağlantısı yaratan bazı ‘saykodelik’lerin de yer bulduğu birkaç işe rastlamak da enteresandı açıkçası. Kolektif bilinç inanılmaz bir şey. İşler arasında çok fazla doğal malzemenin -özellikle de ağaçların yer alması- dünyanın bir ağaç için birleşebileceğinin adeta bir sembolü gibiydi, tıpkı Gezi Parkı’nda ağaçlar için verilen mücadele gibi...

Yazının Devamını Oku

Tişört deyip geçme...

19 Mayıs 2013
Son dönemde dünyada ve Türkiye’de ikon şahsiyetlerin basıldığı tişörtler pek gözde. New York’taki Türk tasarımcı Kevin Tekinel’in ikonik tişörtlerini şimdi Jay Z de Justin Bieber de giyiyor

Geçen yıl Miami Tasarım Fuarı’nda üzerinde el işi göz nuru işlenmiş Orhan Gencebay portresi bulunan tişörtüm çok ilgi çekmişti. Rafineri reklam ajansının alaturka kültürünü ve alışkanlıklarını tasarımla birleştirdiği Tasarım Alaturka sergisinden aldığım tişörtü, Sulukuleli kadınların nakış motifleriyle ikonik bir Gencebay fotoğrafı süslüyordu.
Marlon Brando’nun başrol oynadığı filmlerde, tişörtü günlük giyimde ‘cool’ bir hale getirmesinden sonra, popüler kültürün bu giysi üzerine bir desen, sembol, resim basması an meselesiydi diyebiliriz. Buna, Andy Warhol’un pop-ikon sanatının etkisi de eklenince, özellikle 1980’lerden itibaren tişörtler bir çeşit kendini ifade etme platformuna dönüştü. Konser tişörtleri, müzik gruplu seriler ve sloganlı tişörtleri giyenler aidiyet duygularını ifade etmeye başladılar.
Koton markası da Türkan Şoray’ın gözleriyle başladığı ikonlu tişört serisine sonra Cüneyt Arkın’ın Dünyayı Kurtaran Adam filmindeki replikler ve karelerle devam etti. Son olarak da Barış Manço’nun özgün tarzından ilham aldığı bir tişört koleksiyon çıkarttı.
New York’ta yaşayan Türk sanat yönetmeni ve tasarımcı Kevin Tekinel de ortağı Dana Veraldi ile son dönemde çıkardıkları DeerDana markasıyla ön plana çıkıyor. Frida Kahlo, David Lynch, Pablo Picasso, Kanye West, Barack Obama, Grace Jones, Jean-Michel Basquiat gibi ikonların illüstrasyon çalışmasıyla yer aldığı tişörtleri, Jay Z de Justin Bieber da giyiyor.

Bu oyun uykunuzu kaçıracak

Şehrin batı yakasında metruk bir binanın önünde sıraya giriyorsunuz; üstelik önceden bilet bulabilmişseniz. Sonra gruplar halinde içeri alınıyorsunuz ve hayali bir otelin hayali resepsiyonunda elinize birer iskambil kâğıdı tutuşturuluyor. Oyunun içindesiniz artık. Karanlık koridorlardan 1940’lar caz kulüplerini andıran salona varınca başınıza neler geleceğini bilmiyorsunuz. Alfred Hitchkock’un Vertigo filminden ismini almış bu hayali otelde (The Mckittrick Hotel), Eyes Wide Shut ve Clockwork Orange filmlerinin gerginliğinde kendi film noir yani kara filminizi çekiyorsunuz. Hem de en büyük kontrast olarak Shakespeare’in Macbeth metni eşliğinde. Kısacası Sleep No More, İngiliz tiyatro grubu Punchdrunk’ın 2011’den beri kapalı gişe oynayarak birçok ödül topladığı mekâna özel, interaktif bir tiyatro oyunu.

Yazının Devamını Oku

Parfümün dansı

12 Mayıs 2013
Efsaneler gizemli hikayelerle beslenir. Chanel de meşhur N°5 parfümünün gizemli hikayesini bir sergiyle taçlandırıyor.

Coco Chanel, ismi, felsefesi ve tasarımlarıyla 1920’lerde kendi dilini oluşturmuş bir tasarımcı. Moda olmaya çalışmak yerine, kendi stilini yaratmak en büyük mottosuydu her zaman. Yıllar yılı sürecek ve modayla sınırlı kalmayacak bir stil... Moda tarihinin seyrini değiştirmeyi kafasına koymuş olan Coco Chanel, 20’lerde alışagelmiş kalıpları kırarak, erkek giyiminden ödünç aldığı parçalarla ilk kez kadınları maskülen-feminen bir stille tanıştırdı.
Kadınları korselerinden, rahatsız kıyafetlerinden özgürleştirerek, bir anlamda feminist bir bakış açısı getirdi. Kısacık kestirdiği saçları, sigarası, arabası ve spora olan merakıyla zengin, bekâr, özgür, güçlü ve erkekle eşit bir imaj çizerek devrim yarattı. N°5 parfümünün çıkış noktası, aslında bir aşk hikâyesinden ibaret. Chanel’in büyük aşkı Boy Cappel’in bir trafik kazası sonucu hayatını kaybetmesiyle yaşadığı yokluk ve boşluk duygusunu, dönemin kültürel izleriyle müthiş bir etkileşim içinde harmanlayan bir koku. 1921’de, dönemin önemli ‘burnu’ Ernest Beaux tarafından yaratılan parfüm, o zamana kadarki parfümlerden farklıydı. Serginin küratörü Jean-Louis Froment, “N°5, bir parfüm değil, kültürel bir obje” diyecek kadar iddialı. Çünkü parfümün yaratım hikâyesi, o dönemin kültürel izlerini temsil ediyor. Coco Chanel’in modernlik anlayışı ve tutkusu, sanat çevresinden Picasso,
Dali, Cocteau gibi ünlü arkadaşları ve minimalist mimari ilgisinin izleri sergideki arşiv fotoğraflar, yazılar, resimlerle belgeleniyor.
Serginin en güzel bölümlerden biri de bugüne kadar çekilmiş ve efsaneleşmiş muhteşem reklam filmlerini izleme olanağı bulmanız. Yönetmen Baz Luhrmann’ın Nicole Kidman ile çektiği ve Jean-Piere Jeunet’nin İstanbul’da geçen Audrey Tautou’lu epik reklam filmleri bir kez daha izlemeye değer. Serginin tek eksiğiyse Coco Chanel’in sabahları butiğine girmeden evvel çalışanlar tarafından girişe, yollara, evinde şöminesine mutlaka serpiştirilen koku olmuş.

Modanın Oscar’ları nasıl sınıfta kaldı?

Oscar törenlerinde son yıllarda Hollywood ünlülerinin risksiz, garantici kıyafet seçimleri, kırmızı halı tantanasını son derece sıkıcı hale getirdi. New York Metropolitan Müzesi’nin her yıl farklı bir temayla gerçekleştirdiği moda sergilerinin gala geceleri ise çok daha heyecanla beklenir oldu. Malum, bu senenin teması ‘punk’ idi. Anna Wintour’ın tasarımcı Riccardo Tisci ile ev sahipliğini üstlendiği gecenin kırmızı halısı yaratıcılık konusunda beklentilerin çok altındaydı. Davetliler moda ve sanat dünyasının en top isimleri, profesyonel işleri zaten belli bir temadan tasarım, koleksiyon veya bir çekim yaratmak.
Beklentinin yüksek olması doğal. Dünyanın en önemli tasarımcılarının birbirleriyle yarıştığı bir geceden bahsediyoruz. Bu sene birçok tasarımcı temayla alakasız tasarımlar ortaya çıkararak büyük eleştiri konusu oldular.

GECENİN

Yazının Devamını Oku

Şimdi okullu olduk, defileleri doldurduk!

5 Mayıs 2013
Moda sektörü altın çağını yaşarken moda okullarının sayısının ve öneminin günden güne artması tesadüf değil. Peki, hangi okul nasıl bir eğitim veriyor, Türk modasına nasıl bir katkı sağlıyor?

yıl evvel ‘moda editörlüğü’ kariyerime başladığımda Türkiye’de tek bir moda okulu veya atölye çalışması yoktu. Akademik eğitim için tek seçenek vardı, o da Mimar Sinan veya Marmara Üniversitesi’nde tekstil ve moda tasarımı lisans öğrencisi olmak.
Zaman içinde moda sektörünün hacmi büyüdükçe, moda okullarının da sayısı git gide arttı. İstanbul Teknik, Bilgi, Yeditepe ve Bahçeşehir gibi üniversiteler moda tasarım bölümlerinden her yıl onlarca mezun veriyor artık. Üniversitelerin yanı sıra bir de son yıllarda arka arkaya açılmış moda okulları var tabii: IMA, La Salle Academy ve ESMOD...
Türkiye’deki üniversite sınav sistemi sebebiyle istediği bölümde okuyamayan, sadece kolunda altın bilezikleri olsun veya anne baba dırdırından kurtulunsun diye herhangi bir üniversiteye kayıt olmuş yüz binlerce öğrenci var. Modaya gönlünü, canını vermeye razı gençler için söz konusu moda okulları adeta birer ikinci şans, ikinci bahar!
Türkiye’de mühim etiketlerle, unvanlarla anılmak gayet kolay. Herkesin bol keseden kendi kendine yakıştırdığı sıfatlar, unvanlar sonucu moda dünyasında herkes bir an evvel kendi markasını yaratıyor, yeni bir Hüseyin Çağlayan olmaya soyunuyor.
Yeni jenerasyonun çok da karşılığı olmayan bir beklentisi
var moda dünyasından:
Google bilgisiyle, tek tuşla kariyer ve şöhret sahibi olmak. Emek sarf etmeden, sabretmeden, disiplin kazanmadan. Moda okulları tam da bu noktada devreye giriyor, girmeli de. Her şeyden evvel bu zihniyeti değiştirmek, modanın alanlarını birbirinden ayırmak için.

MODA MÜFREDATINDA SON DURUM

Yazının Devamını Oku

Punk’un yükselişi Gatsby’nin izleri

28 Nisan 2013
Bir filmin, bir serginin modadaki renk ve biçim trendlerini nasıl etkilediğine, bizzat şahit olmanız için New York Metropolitan Museum of Art’taki Punk sergisini ve yakında vizyona girecek The Great Gatsby’i takibe alın.

Modanın, sanat müzelerine girip girmeyeceği tartışması, efsane editör Diane Vreeland’in 1972’de New York’taki Metropolitan Müzesi’nin ‘Kostüm Enstitüsü’nün başına gelmesiyle sona ermişti. O günden beri müzede sayısız başarılı moda sergisi gerçekleşiyor. Hatta 2011’deki Alexander McQueen sergisi sırasında müze 3 ay içinde 661 bin 509 ziyaretçi sayısıyla tarihinde bir rekor kırmıştı.
Dünyanın en önemli müzelerinden ‘New York Metropolitan Museum of Art’ da 7 Mayıs’ta popüler kültürün seyrini değiştirecek, aylarca konuşulacak bir sergi başlıyor. Adı, ‘Punk: Chaos to Couture’. Serginin gala gecesi, moda dünyasının Oscar gecesi olarak bilinir. Anna Wintour’un ev sahipliğini üstlendiği geceye ünlü top modellerin, tasarımcıların, aktörlerin en punk stilleriyle gelecekleri düşünülürse, Oscar töreni kırmızı halısının tekdüzeliği ve sıkıcılığından sonra herkesin merakı daha da fazlalaşıyor. Punk, bir alt kültür olarak işçi sınıfı çocuklarının tüketime ve cilalı imajlara başkaldırmasıyla çıkmış, müzik ve politikayla beslenmiş bir akım. Böyle bir alt metne sahip bir akımın ünlüler ve cemiyet insanları tarafından bu görkemli gala gecesinde alkışlanacak olması ironik bir durum. John Lydon’a göre 70’lerin ortasında New York ve Londra’da sokaktan çıkmış bu akımın en saf hali tam anlamıyla 100 gün yaşanmış, mesele sonrasında ticari bir söyleme dökülmüştü. Serginin 100 günlük süreyle açık kalacak olmasıysa güzel ve ‘ince düşünülmüş’ bir tesadüf.

PUNK’A DAİR HER ŞEY

Müzik, edebiyat ve politikayla iç içe geçmiş punk modasının bu sergiyle tekrar gündeme gelmesinin amacı akımın ticarileşmiş popüler görüntüsü olan yırtık tişörtler, zımbalar, çengelli iğneler, dar jean’ler ve deri pantolonlar, deri ceketler ve vücüt piercing’leriyle sizi stereotipe sokmak değil elbet. Felsefesiyle altyapısı desteklenmemiş bir stil, özenti olmaya mahkumdur. Bu sebeple küratör Andrew Bolton, geçen haftaki basın toplantısında sergiyi hazırlarken bakış açısını punk kültürünün kıyafetlerini modifiye etmeye, günlük objelerle yeniden yaratmaya, ‘evde kendin yap’
mottosuna doğru yönlendirdiğini anlatıyordu.
Basın toplantısının devamındaki sergide Malcolm McLaren ve Vivienne Westwood’un Kings Road’daki o çok meşhur dükkânlarının, Sex Pistols, The Clash, Ramones, Debbie Harry ve Patti Smith gibi müzisyenlerin, grupların imajlarının, New York’un kült kulübü CBGB’nin o çok meşhur tuvaletinin replikası olacağı anlatıldı.
Sergi, Londra’da 70’lerin sonundaki çöp toplama grevi sırasında çıkan, çöp torbalarına kafanın geçeceği şekilde bir delik açıp beline de bir kemer takarak yaratılan stilin yıllar sonra John Galliano ve Gareth Pugh tarafından yorumlanmış halini de yan yana getirecek. Dior, Givenchy, Versace, Chanel, Moschino, Alexander Mc Queen gibi birçok önemli moda markası hem sergide yer alıyor, hem de şu aralar davete beraber gidecekleri top modeller için özel kıyafetler hazırlıyorlar. Serginin etkisini şimdiden 2013 ilkbahar-yaz koleksiyonlarında, moda çekimlerinde, partilerde görmek mümkün.

Yazının Devamını Oku

Vurun Kim Kardashian’a

21 Nisan 2013
Haftalardır her magazin dergisinin kapağını süsleyen Kim Kardashian’a yapılan saldırılar ülkeyi ikiye bölmüş durumda.

1950’lerin Hollywood ihtişamından eser kalmayan Los Angeles’ın yeni hâkimi, zevksiz reality yıldızları. Bu ekolün de has temsilcisi Kim Kardashian. Son birkaç haftadır Amerikan tabloid dünyasının en sıcak konusu Kim Kardashian’ın hamilelikte aldığı kilolar ve stil seçimleri. İnsanın stil demeye dili varmıyor açıkçası. Kanye West ile beraber olduktan sonra bir anda ‘kapanan’ Kardashian stil konusunda evrim geçirmişti.  Geçen ay  Paris’te Givenchy defilesine boğazına kadar kapalı siyah bir gömlek ve siyah bir smokin takım ile gelmişliği bile var. Ancak şu sıralar ise Kanye West’in Kim’in gönüllü stil danışmanlığı görevinden ellerini çektiği açıkça hissediliyor. Ve Kardashian’ın aldığı fazla kiloları ile içine düştüğü stil karmaşası da ortada. Haliyle magazin basını, garip giysilerle karnı burnunda ortada salınan ‘yıldıza’ karşı ‘Vurun Kardashian’a  seferi ilan etmiş durumda.

KATİL BALİNA KİM

Özel hayatını satarak, fiziğini kullanarak ve hatta moda markası ve koleksiyonları çıkararak senede milyonlarca dolar para kazanan Kim Kardashian tabloidlerin kapağında ‘Katil Balina’ya bile benzetildi. Bir kısım görüş, hayatını zaten teşhir ederek para kazanan ve birinin en azından vücut tipini ve aldığı kiloları bilerek, kendini komik duruma düşürmeden giyinmesi gerektiğini, bunun da çok zor bir şey olmadığını söylüyor. Kendini böylesine teşhir eden bir ünlünün bu anlamda eleştirilmesinin çok doğal bir sonuç olduğu kanısı yaygın.Buna karşı ‘kadının metalaştırılması’ ve ‘hamileliğin kutsallığı’ üzerinden yürüyen ve ne olursa olsun hamile bir kadına bu tip saldırıların dehşet verici olduğunu savunanlar da az değil. Burada ince ayar neyi eleştirdiğiniz ve tabii ki üslubunuz ile ilgili. Bir kadının veya ünlünün aldığı kiloları ve vücut şekli bu şekilde ağır eleştirilemez. Ancak giydiği kıyafetleri beğenmeyip -ki hayatımda gördüğüm en abes hamilelik stili diyebilirim- bunlara yorum yapılabilir. Tüm bu tartışmalar süredursun, ortaya yeni bir iddia atıldı: Acaba hayatının her karesini paraya çevirmeyi bilen Kim, bir kilo verdirme programı ile anlaştı ve o yüzden mi yiyor? Sonra kontratı gereği şu kadar ayda kiloları verecek, sonrasında milyon dolarları yine cebe indirecek.

New York’tan son trendler

Gözünüzün önüne gelen son moda kıyafetli, cilalı, havalı imajı unutun. New York’ta son moda tamamen ‘sağlıklı, organik hayat’ ya da  hangi sporu hangi hocayla yaptığın’ etrafında şekilleniyor. Topuklu ayakkabılarla ve fazla uğraşılmış bir görünüm sergilemek, ‘o’ meşhur çantayı takmak düşebileceğiniz en fena durum olmuş bile.

ÇANTA MARKASI ‘OUT’  YOGA GURUSU ‘İN’

Yazının Devamını Oku

Milano’dan tasarım manzaraları

14 Nisan 2013
Hermès, Versace giyen evler, ışıkla yıkanan Türk tasarımcılar... Kasvetli Milano, bu yıl 52’ncisi düzenlenen Milano Tasarım Fuarı sayesinde en hareketli, en ilhamverici günlerini yaşıyor.

Milano Tasarım Haftası yeniyle eskiyi, tarihle geleceği, tasarımla sanatı en usta şekilde kombinliyor, moda haftalarında bile görülmeyen bir organizasyonla şehre yayılıyor. Her sokakta, her tarihi mekânda, her mağazada görebileceğiniz yeni bir tasarım, sergi,  sanatçı marka işbirliği, kokteyl, parti var. Şehrin tüm tarihi mekânları, müzeleri, sarayları, okulları, köşe başları herkese açık sergiler şeklinde düzenleniyor ve dünyanın dört bir yanından gelen gazeteciler, editörler, sanatçılar, tasarımcılar, öğrenciler tüm şehri kültürüyle beraber boydan boya gezmiş oluyor. İşte tam bu noktada “Keşke bizdeki tasarım ve/veya moda haftası da böyle şehri kucaklasa, tarihi yerlerle kucaklaşabilse” diye düşünmeden edemiyor insan. Bu düşünce dev transatlantik ve trenlerin arasında Tom Dixon’un tasarımlarını incelerken, Tilda Swinton’ın ‘I Am Love’ filminden hatırlayacağınız Villa Necchi’nin bahçesinde Fabrica sergisini gezerken daha da şiddetleniyor. Tekrar tekrar: İstanbul gibi bir şehrin tam da bunu sunuyor olması lazım tüm dünyaya.

TASARIM HAFTASININ KARE ASI

1. Chanel’den tek ceketle yüzlerce ünlü sergisi: Chanel, yaklaşık 1 sene önce başlattığı ‘The Little Black Jacket’ sergi turnesine Milano Tasarım Haftası açılışında verdiği davetle devam etti. Karl Lagerfeld’in fotoğrafladığı, Carine Roitfeld’in moda editörlüğünü üstlendiği bu sergi ve kitap projesinde klasik siyah bir Chanel ceketin ünlü isimlerin üzerinde nasıl hayat bulduğuna, form değiştirdiğine tanıklık ediyorsunuz. Fotoğraflanan her isim karakterinden bir parça katmış, ortaya farklı stiller çıkmış. Projede kimler yok ki: Carla Bruni, Tilda Swinton, Uma Thurman, Sofia Coppola, Diane Kruger, Keira Knightley.... Yüzün üzerinde fotoğraf 18’inci yüzyıldan kalma tarihi Rotonda di Via Besana adlı binada sergileniyor. Serginin Milano durağındaki davette Vanessa Paradis, Anna Dello Russo, Elizabeth Olsen gibi isimler vardı. Parti James Blake konseri ile devam etti.
2. Adidas’tan beşi bir arada tasarım: İngiliz endüstri tasarımcısı Tom Dixon’ın Adidas için hazırladığı koleksiyon, 19’uncu yüzyıldan kalma bir tren istasyonunda sunuldu. Son teknoloji materyaller, kusursuz üretim ve yaratıcılık her bir parçada kendini gösteriyordu. Uyku tulumuna dönüşen ekstra doldurulmuş parka, en hafifinden cebe giren yağmurluk ve beş değişik parçayı (ceket/pantolon/etek/şort/tulum) tek bir tasarımda birleştiren ürün, koleksiyonun en dikkat çeken parçalarıydı. Güzel not: Koleksiyon, kasım ayında satışa çıkıyor.
3. Eviniz de Hermès’ten giyinsin: Hermès ev dekor tasarımı dünyasını zenginleştirmeye Milano’da da devam etti. Ünlü Fransız tasarımcı Philippe Nigro işbirliğiyle hayata geçirdikleri koleksiyon, akıllıca tasarlanmış, rahat ve multifoksiyonel mobilyalardan oluşuyor. Milano’da özel bir sahne tasarımıyla görücüye çıkan koleksiyonun bir bölümü 9 Mayıs’ta İstanbul’a geliyor.
4. Bir sandalye olarak Donatella Versace: Ünlü marka, 12 parçalık ev koleksiyonunu tasarımcı kardeşler Nikolai ve Simon Haas, yani ‘ The Haas Brothers’ ile tanıttı. Gianni Versace’nin mirası klasik motifleri geleceğe taşıyan koleksiyondaki en gözde parça hiç şüphesiz Donatella Versace adını taşıyan sandalyeydi.

Işıkla yıkanan Türk tasarımcılar

Yazının Devamını Oku

Stilsizlik kaderimiz mi?

7 Nisan 2013
Markalar, tasarımcılar, bireyler, şehirler herkes yeni tabirle ‘ikonluk’ yarışında. Sosyal paylaşım sitelerinde, televizyonda, blog’larda herkes ne giydiğini gösteriyor. Oyluyor, oylanıyor. Peki stil dendiğinde, kim, ne anlıyor, işi ne kadar biliyor?

Hemen hemen her gün bir dergide, gazetede, blogda, televizyon programında birilerinin stil sırları keşfediliyor, modaya dair bol bol ahkâm kesiliyor. Sosyal medya ve blogging çağıyla herkesin kendisini rahatlıkla stil gurusu ilan edebileceği bir dönem başlamış oldu. “Benim seçimim, benim kıyafetim”, “Bugün bunu giydim” hashtag’leri artık günlük yaşamın bir parçası. Peki, herkes bu kadar stil sahibi mi gerçekten? Stil, kültürel farklılıkların en net haliyle gözlemlenebildiği nefis bir ayna. Fransız stilinde gayet cool olan bir görünümün bizim için fazla sade, sıradan, anlaşılmaz, hatta kimilerine göre rüküş olması da işte bu yüzden.

5 MADDEDE ASIL SORUNLARIMIZ

* Türkiye modası dendiğinde gözümüzün önüne bir imaj gelmemesinin ise birkaç
sebebi var. Sıralayalım...

* Doğu kültürlerine özgü bir karakter olan “Başkası ne der?” mantığıyla yaşamak genlerimize işlemiş durumda. Eksantrik, bağımsız ve özgün giyinebilene az rastlanması bu sebeple çok doğal.

* Yaratıcılık meselesini daha okul çağından “Şimdi başımıza icat çıkarma” özlü sözüyle süslemiş, ezberci sistem mağduru bir toplumuz. Bu iklimde farklı olmayı
göze alabilmek nadir bir durum.

* Tarihi dokuya ve geçmişe ilgi duymamak, sadece yeni -hatta yepyeni- olanın peşinde koşmak, orijinal duruşun yaşanmışlık hissinin kaybolmasına neden oluyor.

Yazının Devamını Oku