Kendimi nostaljiye gark olmuş Tom Miks gibi hissediyorum. İki elde iki altıpatlar hesabı...
Şöyle ki Rolling Stone’un Türk edisyonunun ilk sayısının iki ayrı, alternatif kapak altında aynı içeriğe sahip iki nüshası var.
(Birinin kapağı Madonna, birinin kapağı Mor ve Ötesi. Ki, Mor ve Ötesi ile Rolling Stone’un Türk versiyonunun ilk sayısının kapağı birbirlerine yakışmışlar demek ister deli gönül.)
Küçümenliğimden beri dergi manyağı addedilebilecek bir okurum.
Bunun yanında mesleğe dergicilikle başlamış, kendini dergicilikten gelme addeden bir gazeteciyim.
Ve yakın bir tarihte orijinal derginin 1000. sayısını koleksiyonluk bir nüshayla kutlayan, 1967’den beri müzik üzerine yayınların tabiri caizse kutsal kitabı sayılan Rolling Stone’a dair kurulan her cümleyi, iyi müzik dinler gibi huşu içinde dinleyen bir müzikseverim.
Şöyle söyleyeyim, iki gündür, derginin, röportajından resim altına, spotundan reklamına okumadığım tek satırı kalmadı.
Helál olsun diyorum, başka bir şey demiyorum.
Çevirisiyle haber diliyle her biri leziz şekilde kaleme alınmış ve fotoğraflanmış.
İğne oyası gibi işlenmiş.
Ben Levent Kazak imzalı Mazhar Alanson röportajından birkaç soru alıntılayayım, fikir versin. Gerisi meraklısının ilgi ve alákasına kalmış:
- Biraz geçmişe dönelim. Ankaralı’sın. 70’lerin Ankarası’nı biraz anlatsana. Neredeyse iç savaş var, tablo karanlık. Ne yapıyordun?
- Ankara’nın Ankara olduğu dönem biraz daha öncesidir. 70 olaylarına kadar şehirde Amerikalı dolu. Konsolosluklar, yabancılar... Şehirde kozmopolit bir tat vardı. Bunların yaşadığı mahalleleri, kendi kulüpleri vardı. Kültürel hayata getirdikleri bir renklilik çok önemli. Kulüplere giriyordun, aaa, Teddy Boy’lar filan çalıyor. Ben de tabii kapmışım balerinleri, kulüpte zenciler, Çinliler dolu; kimi Vietnam savaşından gelmiş; biz cici çocuk kalıyorduk oralarda. Durum oldukça hipiydi.
- Hiçbir siyasi hareketin içinde oldun mu; sempatizanı olduğun bir fraksiyon falan?
Yok. Uzaktan takıldım. Cebeci Konservatuarı, sanat eğitimi filan beni nispeten bu işlerden uzaklaştırdı. ODTÜ’de filan olsaydım muhtemelen olayların ön saflarında çarpışıyor olacaktım.
- Hangi tarafta?
Sol olacaktı herhálde. Çünkü solun sanatı vardı; sağda yoktu. Tabii o dönem olaylardan ne kadar uzak kaldım desem de içindesin. Evde sürekli huzursuzsun, birileri kaçıyor, bombalar patlıyor, şehirde kolera salgını var, okul girişlerinde adam vuruluyor, saçlar kesiliyor. 35 yıldır bir tek kolera düzelmiş. Okul girişleri aynı.
- Oyunculuk yapıyorsun ama konservatuarda oyunculuk eğitimi aldığın pek bilinmiyor.
Şimdi, ben önce aktörüm. Onun eğitimini gördüm. Devlet tiyatrolarında çalışmışlığım da var; oralardan çok şey öğrendim.
- Tiyatro sahnesini bıraktın mı?
Neden bıraktım biliyor musun? Çok saygı duyulan bir aktör oldum diyelim. Kerli ferli, hayatı çözmüş. Aaa bi’ bakıyorsun hálá seyircilerin önünde tepiniyor, yuvarlanıyorsun!
- Bu mudur yani?
Değildir tabii, şaka! Aslına bakarsan tiyatroyu hiç bırakmadım. Ben kendimi sanki bir müzisyen rolü oynuyormuşum gibi hissediyorum. Sahne her zaman sahnedir. Tiyatro bana rahatlık getirdi.