Yakın bir gelecekte mutasyona uğrayıp hayatının geri kalanını eli kulağına yapışık bir şekilde yaşamaya mahkûm olmasından korktuğumuz (Ne diye korkuyorsak artık???), sinirsek bir genç, telefonu kapatması için abuk subuk yerlerden kafasını çıkarıp baskı yapan vicdanını görmezden-duymazdan gelip konuşmayı sürdürerek yürüyor: "Abi ver dedim kabinlere coşkuyu; ver coşkuyu, ver coşkuyu..."
Reklamın sonunda, endişeye mahal olmadığının müjdesini alıyoruz. Reklam, malûm, kampanya reklamı olduğu için, bilmem kaç kontörden sonrası indirimli miymiş, beleş miymiş ne...
Sinirsek arkadaş, dilediği gibi gönlünce gevelemeye devam edebilirmiş.
Kampanyanın içeriğini tam olarak bilmiyorum derken de inanın sallamıyorum.
Bende film, "Ver coşkuyu" bölümünde kopuyor. Kampanyanın ne kampanyası olduğunu idrak etmem mümkün değil, çünkü gerisini dinleyemiyorum. Sadece kendi sesimi duyuyorum. Zira dudaklarımdan istemdışı bir şekilde; "Abi ver diyorum beline sopayı; ver sopayı, ver sopayı..." sözleri dökülüyor.
İşin korkunç yanı şu ki bu gibi durumlarda hiç sekmediği üzere bu sakalet de, geldi kopasıca dilime dolandı.
Epeyce bir süredir, vakitsiz bunamış zavallı bünye, ne zaman televizyonun karşısında geçse, kendi kendine, daha doğrusu televizyon figürlerine söyenir durur oldu.
Yeni trip de bu...
Nerde uyuzumu hart hart kaşıyan bir magazin figürü görüyorum, bir yandan da bu cümleyi sarf ettiğim için kendimden tiksinerek, söylenmeye başlıyorum: Abi ver dedim beline sopayı; ver sopayı, ver sopayı...
Bir haftayı aşkındır, memleketin en değerli ormanları, ciğeri yanıyor malûm...
Geçenlerde, magazin programının birinde, şahsi kanaatimce gelmiş geçmiş en fena magazin figürlerinden biri olan, hatta en fenası olan Tuğba Özay’ın anne-babasının yazlığının mı ne, bu yanan bölgelerden birinin dibinde evi varmış, onun haberi duyuruluyor.
İlk sahnede, valide hanımı elinde telefonla "Ay yangın geliyor, yangın geliyor" derken görüyoruz.
Kes... İkinci sahne: Bir magazin muhabirinin elindeki telefondan Tuğba Özay’ın yankılanan sesini duyuyoruz: "İlk uçakla geliyoruz."
İyi, güzel, aferin...
Örnek evlat, güzel insan...
Nihayet üçüncü sahneye geliyoruz ve Tuğba Özay’ı üzerinde bir şıklık, bir şıklık, kömür olmuş arazide, çevresinde bilmem kaç adet magazin kamerası olduğu hálde, dudakları büzük büzük, gözleri süzük süzük dolanırken izliyoruz.
Konuyla ilgili ne gibi duyarlı cümleler kurdu, bilemiyorum. Bir görüntü, bin cümleye bedel... Gerisini izlemeye yüreğim yetmedi.
Bizim tahammülümüzün de bir sınırı var yani.
Zapladım.
Zaplarken, yine bir yandan kendimden tiksinerek, "Abi ver diyorum beline sopayı; ver sopayı, ver sopayı" diye sayıkladım.