Gazetedeki toplantı odasında her zamanki gibi ışığı kapatmış, bir yandan karanlıkta gazeteleri okuyup (Evet anne, hálá karanlıkta okuyorum. Hayır anne, hálá gözlerimi bozmayı başaramadım. Evet anne, senin kızın bir yarasa. Bilemiyorum yani, vaktiyle Batman’le halvet olduysan, bunun kabahati bende olmasa gerek?) bir yandan da klip etüdü yaparken Rafet el Roman’ın klibine denk gelmişim.
Mutluyum yani...
Albümün çıktığından haberdardım ve dinlemiştim tabii de, klibi henüz görmemiştim. Geçenlerde düzenlediği basın toplantısında eski eşi Tuğba Altıntop’u tatile davet ettiğinde; ‘Eh’ demiştim hatta, ‘sezon açılmış. Rafet el Roman olayına girmek lázım.’
El Roman, bildiğiniz üzre altıncı albümü Kalbimin Sultanı ile huzurlarımızda. İlk klibi de Yüreğimle Seviyorum adlı şarkıya, Mısır ve Almanya’da çekmiş durumda.
Kendileri, sinematografik melekelerini takdir ettiğimiz, kadrajdan anlayan bir şahsiyet olduğu için her seferinde özel bir alákayla dikiyoruz nazarımızı üzerine.
Meselá yine eski eşi Tuğba Altıntop ile bir ihanet vak’ası yüzünden ayrıldığı dönemde çektiği bir aldatma hikáyesi klibi vardı. Orada da yatakta basılma fotoğrafları filan, beğeniyle izlediğimiz ‘kare’lerdi...
El Roman, bu kez tabiri caizse kısa metraj bir Duvara Karşı versiyonu çekmeye karar vermiş.
Yüreğimle Seviyorum’un başlarında bir manken hanımefendiyle büyük bir aşk yaşıyor. Sonra barın birinde sanırım manitaya laf uzatan birtakım adamlarla papaz oluyor ve elindeki içki şişesini, -hakikaten dehşetli komik bir hiddet rolü keserek- elemanlardan birinin kafasına ekleştiriyor.
Adamcağıza sağlam hasar vermiş olacak ki hapse düşüyor.
Biz hapiste geçen çileli süreci, aynen El Roman gibi, aynadaki görüntüsünden takip ediyoruz.
Zira Rafet Bey, içeri düştüğünde sinekkaydı tıraşlı, cillop gibi bir suratla aynaya bakarken bir bakıyoruz ki peee, zaman su gibi akıp geçmiş, bir sonraki sabah yüz yıkama seansında saç sakal birbirine karışmış.
Televizyonun karşısında başkalarının acısından zevk alan sadist modeli kıkırdarken, başıma kader ortağı bir arkadaş tebelleş oldu.
Bu aralar mühim konularımızın başında bu geliyor. E, hadi yani, aşık olmak lázım geyiği çeviriyoruz. Sonra da her seferinde mevzuu ya ‘İyi de memlekette adam yok’a ya da ‘Abi ben üşeniyorum galiba’ya bağlıyoruz.
‘Bünyeye gerek’ hesabına niyet var. Heves? Eeeh işte... Takat fakat, ı-ıh, takattan yana tık yok...
Neyse işte... Bu odaya daldı, her zamanki gibi ilk iş ışığı yaktı, ben her seferinde olduğu gibi bir ‘Oha!’ nidasıyla gözlerimi ovuşturdum, vs...
‘İstanbul için alkol vakti!’ dedi. Bu aramızdaki işler bitti, top patladı, bara inilebilir kodu...
‘Dur bi’ dedim; ‘şu bitsin öyle... Rafet el Roman sineması karşısında iki satır saygı göster.’
‘Bunu mu yazacaksın? Ama bu eski şarkı değil mi’ diye sordu; ‘Hani yakamoz hadidesi.’
Rafet el Roman’dan aldığım ilhamla ‘Nein’ dedim; ‘adamın tarzı olduğu için hep aynı şarkıyı söylüyor gibi bir intiba bırakabiliyor hafiften, ayrı...’
‘Bunun adı ne peki?’
‘Yüreğimle Seviyorum.’
‘Ya neresiyle sevecekti zaten’ diye sordu bu kez, iyi mi?
‘Niye öyle söylüyorsun bebeğim’ dedim. ‘Ayağıyla iş yapan insan olduğu gibi ayağıyla seven insan da olabilir yani değil mi? Sonra bunun beyni var, ayıptır söylemesi şeyi, eeem, libidosu var, hatta işkembesi var...’
‘Onu bunu bilmem’ dedi; ‘Ben şu anda yüreğimin izinden gitmekten ziyade midemin izinden gitmeye teşneyim.’
Şarkı bitti. E, bu cümle üzerine söylenecek söz de bitti. Televizyon kapatıldı, bara inildi. Yolda yine aynı muhabbet:
- Abi, aşık olmak lázım ama memlekette adam yok.
- Ya, sorma... Hem ben galiba zaten çok üşeniyorum ya. Şimdi adamı tanı, huyuna suyuna alış. Köpek çek, acı çek, kapris çek... Öf yani... Bi’ dolu zahmet...