Geçtiğimiz hafta gazeteler ve yayın organları Prens III. Reinier’ın ebediyete intikálinin haberini genel olarak; ‘Romantik prensin ölümü’ başlığıyla verdi.
Bu arada Papa II. Jean Paul’ün ölümü yüzünden düğünü bir kez daha ertelenen bir talihsiz prens var ki, zannımca tüm zamanların en romantik prensi odur.
Evet efendim: Charles...
Tarihin gelmiş geçmiş en fotojenik ve trendy Prenses’i ile evlendiği, mutsuz bir evliliği -sarayın dehdehlemeleri bir yandan, ödipal kabızlıkları bir yandan- şu ya da bu imkánsızlıklar yüzünden sürdürmek zorunda kaldığı, sonra da tüm dünyanın bıkmadan usanmadan tekrar ettiği şekliyle ‘çirkin ve yaşlı’ sevgilisiyle aralarındaki aşkı meşru kılmak adına direttiği için -tipi bir yana- ömrünün büyük bir bölümünde ‘maymun edilen’ Charles...
Yani bir kısım medyaya soracak olursanız, Maymun Çarli...
İki hafta önce vuslat vuk’u buldu nihayet.
Allah’ın Britanya Kral Aday Adayı’nın derdi beni niye gerdi diye sorabilirsiniz elbet.
Ben de derim ki: Adamcağız, her bir halta rağmen, aşkına sahip çıktı ve 30 küsur yılın ardından muradına erdi işte; ötesi var mı?
Monarşinin kasıntı protokollerinden hiç mi hiç hazzetmeyen, prensli prensesli masallara prim vermeyen bünye, niyeyse, Charles’a şu Camilla mevzuu çıktığından beri saygıyla yaklaşıyor.
Yine de insan düşünmeden de edemiyor: Şimdi ister misiniz, iki vakte kalmadan bunlar boşanmaya kalksınlar.
Çok gördük böyle örnekler...
Sittin sene birlikte yaşayan bir çift, onca zamanın ardından evlenmeye kalkar ve bir bakarsınız, a-a, meğer hakikaten de nikáhta keramet varmış.
Evlilik, meğer ayrılığa açılan en yakın, en yalama kapıymış...
Geçtiğimiz Pazar, iki cankuşla birlikte Sezen Aksu’nun unplugged konserine gittik. Ayıptır söylemesi, benim ikinci seferimdi...
Oburluğun sonu yok tabii... Hele ki Sezen Aksu konseri izlemek için herhangi bir bahaneye gerek de yok elbette.
Yine de, deyin ki böyle bir şey lázım. Bir bahane yani...
Yeni albümün adı Bahane zaten... Bunun yanında ‘arkadaş hatırı’ söz konusuydu diyelim...
Dostların birinin çalışmadığı yegáne gece Pazar gecesiydi ve nihayet bir Sezen konseri, Pazar akşamına denk gelmişti, biiir...
Dostların diğeri sürümcemeli bir ilişkiyi taze bitirmişti ve böylesi bir beton tedavi, iyi gelirdi -hep gelir-; ikiii...
Ona baktım ve başkasının sakatlığı karşısında kendi háline şükretmenin gizli saklı utancı vardır ya, işte o utançla nasırımı yoklayıp, için için rahatladım.
Hepimizin başına gelmiş şeyler:
Denersin, denersin, denersin... Dibine kadar gelirsin... Hayatı bir kenara itersin... Bir ilişkinin içinde kalmak adına varından yoğundan, kendinden geçersin...
Sonra bir bakarsın. A-ha: Uğruna bağırsaklarını ortalara döktüğün, ahmak bir ‘uzuv’a dönüştüğün ilişki orda... Da... Sen nerdesin?..
Vermenin sonu yok zira... Almanın olmadığı gibi...
Acı desen, hiç bitmez.
Aşk şahane bir şey. Şarkılarda, filmlerde, kitaplarda, şiirlerde...
Fakat yaşarken, pis, çok pis bir şey abi; öyle her daim çekilmez...
Kavga dövüş bir tür delilik; bitmek bilmeyen bir sidik yarışı. Bazen özlüyor mözlüyor insan ama...
Bir yanı da ödlek ödlek dua ediyor için için: Allah bir daha öyle bir yangın yerinin ortasından geçmeyi göstermesin...
Şimdi, Prens Charles nere, Sezen Aksu nere... Ne bileyim, aşktı, masaldı; bir tür sayıklama işte...