Lobotomi durumlarında demokrasi hayalleri mi görüyoruz ne?

Annem ve üç teyzemin en küçüğü Kumru, İzmir'den geldiler. İstanbul'a taşındığım günden beri geçen 16 senenin ardından takvimi nihayet denkleştirebilip, fi vaktinde vaad edilmiş "kız kıza" ziyaretlerinde bulunabildiler.

Haberin Devamı

Kumru'nun yeri bende ayrıdır. Her dakka bir arada olmadığımız gibi, bir arada olduğumuzda da mıç mıç sevgi böcücükleri muhabbetinde değilizdir; zaten ikimizin de mizacı elvermez ama çok içerden, çok derinden, Kumru, benim için teyzeden öte bir şeydir.

Ki ben Kumru'nun gerçek isminin Semra olduğunu, ergenlik yıllarımda filan öğrenmişimdir.

O yaşa kadar zannediyordum ki ismi Kumru, lâkâbı Marlin'dir...

Aile içinde ya Kumru ya da Marlin diye çağrılırdı zira... Ne bileyim; bir kere bile Semra diye hitap edildiğini duymamışım ki?.. Ya da duymuşum da herhâlde bir şekilde kaale almamış, kondurmamış, kaydetmemişim. Çünkü neden sonra bir gün dedemin ona hep "Semra" diye seslendiğini fark ettim. "Dedem niye Kumru Teyzem'i Semra diye çağırıyor anne?" diye sorduğumda, annemin yerlere yattığını hatırlıyorum.

Öylesine silinmiş kayıtlardan Semra'nın Semra'lığı...

Marlin lâkâbının hikâyesini biliyorum. Kumru, ailenin gardırop ve makyaj politikasından yana en çok "çektiğimi" tahmin ettiğim -süsle püsle, şekerle hiç işi olmaz sade koyu kahve kıvamında- insanı olmasına rağmen 70'lerin frapanlık gazıyla bir kereliğine saçını yumurta sarısına mı boyatmış ne, büyük hadise olmuş. Marilyn Monroe'nun ruhunun, ilham suretinde bunları maaile dürtesi gelmiş; Marilyn aşağı, Marilyn yukarı; o "Marlin", kalmış...

Kumru, neredendir, nedendir tam olarak bilmiyorum. Birkaç kez sormuşluğum var ama çok geçmiş zamandan kalan bir şey olduğu ve kimse hatırlamadığı için kesin bir yanıt alamadım. Mizaç meselesine dair yarım yamalak cevaplar duydum.

Bizim Kumru'nun hiç kuş kumrular gibi gu-guuu-guk şeklinde dile geldiğine şahit olmadım; bünyesinden çıkan sesle ilgili bir şey olmadığını biliyorum. Bırakın sülâlenin en öyle üyesi olmasını, Kumru, benim tüm hayatım boyunca tanıdığım en vakur insanlardan biridir.

Durur, en dibinde durduğunda bile biraz mesafeli, çokça gözlemci; az konuşur, öz konuşur. Konuştuğunda da samimi olduğu kadar bildiğini okumaktan caymaz şekilde inatçı ve hepsine rağmen ve binaen, zarif konuşur. Yani bir "Hadddeeee!" çeker ki hiç o kelimeyi telaffuz etmeden; "Ben teşekkür ederim" diyerek huzurdan çekiliveresiniz gelir.
Çocukken, benim için dedemin Karşıyaka, Bahçelievler'deki yasemin ve gül kokulu bahçeli evine gitmek, Kumru Teyze'ye gitmekti.

'87 senesinde, 18 yaşındayken trafik kazasında kaybettiğimiz Engin'le mahallede dolanıp, mahalleli çocuklarla sokakta oynayıp, eğer ki Kurban Bayramı'ysa, bayram namazından dönenlerle birlikte sofraya oturmak için sabah erken kalkıp, topladığın harçlıklarla aldığın çatapatları patlatıp, üzerine binip dolandığımız ve beslediğimiz kınalı koyun kesildiğinde ağlayıp, pişen kavurmaya bir yandan burun kıvırırken ve fakat annen lokmayı ağzına zorla tıkarken o eti gözyaşının tuzuyla tuzlayıp; Hıdrellez'se ateşin üzerinden şarkı söyleyerek atlayıp; yeni yılda baklava-börekli bir şekilde toplanıp; genelde ve hep ayva ağacından inip incir ağacına tırmanıp, yan bahçenin bahçesindeki ağaçtan erik aşırıp bir çocukluk yaşamak, yaşadığın için ileride şükreceğini o zaman henüz bilmeden şuursuzca mutlu yaşamak demekti.

Sokak, her odası bahçe olan bir evdi; dolayısıyla bir türlü eve girmek bilinmezdi.

Kumru Teyze, o sırada, bahçeye bakan balkonda bir yandan o bilge hâliyle gülümser, bir yandan da biz, farklı iki kız kardeşinden üremiş iki yeğenine, "Aaaa ama yeter artık!" diye başlayıp, "Şimmmdi!" eve girmezsek ne yapacağını çok iyi bildiğine, bizi annelerimize şikâyet edeceğine dair söylenirdi. Sonra biz pestili çıkmış bir hâlde eve girdiğimizde, elimizi yüzümüzü yıkayıp sofraya oturduğumuzda, yine aynı mahsusçuktan çatık kaşlı tebessümle, bizi beslerdi. Ve bunu yemek yapmayı sevmeyen bir üşengeç olarak yapardı. Ve nihayet valideler bizi toparlamaya geldiğinde ve davranışımız hakkında rapor verilmesi istendiğinde konu asayiş berkemâl'de kapanırdı.

Konu, sevgiden geçerdi.

Yarın bir gün çanına ot tıkasam, yine bana hakkını helâl eder ama ben onun hakkını bir ömür, Köle Isaura rolünde fazla mesai versem ödeyemem. O benim "O" teyzemdir, emanet edildiğimde birilerine bırakılıyormuşçasına sıkıldığım değil, gitmekten mutlandığım kişidir. (İlerleyen yaşlarda, oturup konuşunca, bir şekilde "yetişkin yaşıtlığı"nda yine feyz aldığım, ayaklı hezeyan gibi yaşayışımdan dolayı ona bakıp kimi zaman utandığım...)

Sessiz neşe, dingin öfkedir...

Ki ilginçtir, tüm bu mutlu günler, memleketin yandığı döndüğü dönemlerde yaşanabilmiştir.

Yine Kumru Teyze'ye emanet olduğum günlerden bir gün, şimdi hangisi olduğuna dair en ufak bir fikrimin olmadığı bir örgütün eylemi, müşteri olarak uğramamız gereken bir bankanın soygunu sırasında, çapraz ateşte kaldığımız, hayatımda kurşun sesini ve korkuyu en çok ve o kadar yakından tanıdığım ilk ve yegâne tecrübemi yaşadığım o dönemlerdi: 80 arefesi...

Kumru, beni kucağında yok, kendini kılıf kılmış, sonra da beni hakikaten önemli bir şey olmadığına inandırmıştı. Ben o sırada hiçbir şey anlamadım. Sonradan uyandım.

Üzerine okudum da öğrendim, geceleri elektrik kesintisi olduğunda gaz lambası eşliğinde biz maaile sohbet ederken ve gölge oyunları oynarken dışarıdan gelen kurşun seslerinin esasında o kadar da olağan bir şey olmadığını...
Biz gözümüzü televizyona açtık ama bizim kuşak için Kenan Evren'in esasta haki olduğunu bilmediğim, TV'den siyah-beyaz görünen söylevleri, Adile Naşit'in Uykudan Önce'si gibi bir şeydi.

Ulan şimdi düşününce; ben Guguk Kuşu'nu da ilk kez Kumru'nun kitaplığından yürütüp okumuştum. Lobotomi durumlarında demokrasi hayalleri mi görüyoruz ne yani?

Ne kimsenin takkesi ne kimsenin postalı... Beyin sağlığım hasbelkader yerindeyken, kimsenin dümen yoluna gelmek, bir seçim yapmak zorunda olmak, bu konuda seçmek zorunda hissetmek istemiyorum. Seçim yapmak konusunda düşündüğüm yegâne anın seçim sandığı başında olmasını istiyorum.

Sivil doğdum, sivil ölmek istiyorum. Demokrasi denen şeyin varlığına inanmak istiyorum.

Bu coğrafyadaysak ve ben bir ömrün her anını şuursuz ya da mutsuz tüketmediğime, her dilden, her dinden, her ırktan arkadaşım olduğuna ve her biriyle matrak bir anım olabildiğine göre?

E, çok şey de istemiyor olsam gerek...

Yazarın Tüm Yazıları