Bando saçma makamından çalıyor

10 gündür, divane gibi Sezen Aksu’nun Bahane’sini dinliyorum.

Albüm, Yıldırım Türker’in şahane dizeleriyle başlıyor.

‘Bahaneydi bu rüzgár / Güneş bal ve Kehribar / Bahaneydi bu buzdan kanat / Erimezse Kırılacak / Canım Dostum Sırdaşım / Aynaya baktım yüzünü unuttukça / Gelmiş bulundum / Kalmış bulundum / Bu dağ burda durdukça’

Estikçe esesi geliyor insanın, içi eriyor...

Önünde sonunda kırıldığınla kalıyorsun, kanadı kırık, yüreği buz kesmiş bir kuş gibi bazen, ayrı...

Yüksek müsaadenizle, büyük saçmalayasım var...

Saçmalık, kalabalık bir bando olsun ve ben en önde majör majör yürüyeyim istiyorum.

Dün bir deli hiddetle klavyenin başına çöktüm, ah yazabilsem neler yazacağım ama elim gitmiyor.

Öfke, kezzap tadında midemi deliyor. Ellerim düz durmuyor, öyle titrek bir ifade: Hayat yazıyorum, hüyüt çıkıyor.

Faidesiz bilgiler serisine katkı babında: 10 parmak daktilo yerleşiminde, sol eliniz bir tuşçuk sağa kaydı mı, hayat, huzura, hüyüt şeklinde geliyor.

Bu hayatın, hayatlığından bir şey götürür mü?

Götürmez, ayrı...

Sonra kendime bir oyun yarattım, bir süre onunla oyalandım.

Her türlü galiz küfrü, bir sağ elimi sola kaydırıp yazıyorum, bir sol elimi sağa kaydırıp.

Size basit bir örnek vereyim: Büyüm.

Bu ne demek şimdi? Büyüm?..

Benim yaptığım büyü gibi algılanabilir, değil mi?

Halbuki, yanlış yazılmış háliyle salak demek...

Böyle işte, bayağı bir zaman geçirdim.

Onun muhteşem şiirinin benim durumumla alákası yok ama Ahmet Güntan’ın Yağdı Yağmur, Çaktı Şimşek’ini hatırladım:

***

Deniz kıyısında koşuyordum

Birden ormanın içine girdiğimi farkettim

Şimşek çaktı, gök gürledi, yağmur başladı

Ormanda yapayalnızdım

‘Ne kadar somut şiirler yazıyorum’ diye sevindim

Ormanı, şimşeği ve yağmuru yazmıştım

Kaplansa içerilerde bir yerlerdeydi

Şimdi onlar gerçektiler

Şimdi benim yazdığım gibiydiler

Bulutların arasından çıkan pembe bir ışık, denizin

gökle birleştiği yerde pembe bir çizgi çiziyordu

‘Ufukta pembe bir çizgi vardı’ diye yazabilirim ben

Bu cümlenin bu kadar somut olduğunu kim bilebilir?

Evet, somut şiirler yazıyorum ben, siz bilebilir misiniz?

‘Bir zamanlar bir Romy vardı’ desem,

‘Ufukta pembe bir çizgi vardı’ anlar mısınız?

Ya da ‘Áşık ya da başka bir şey olmak’ desem,

‘başka bir şey olmak’ nedir bilebilir misiniz?

Bunu benim için yapar mısınız?

Çünkü ben ‘Bu şiir Romy’yi anlatmıyor’ derseniz,

sevinerek ‘Bu şiir Romy’yi anlatıyor’ anlayacağım

Romy de ‘Unutamıyorum, ama yaşamak istiyorum’ demişti,

bunun apaçık ‘Unutmamak ölmek demektir’ olduğunu kim anladı?

Siz anladınız mı?

‘‘Gitme kal’ diyemedik sana Romy, ama gitme kal’ dediniz mi?

Bir zamanlar bir Romy vardı

Evet, somut şiirler yazıyorum ben, siz de bok yiyin!

***

Sonra oturdum Ormanların Gümbürtüsü’nü okudum bir de... Ormanların Gümbürtüsü, kaç kere döndürmüştür beni uçurum kenarlarından.

Vaktiyle sanki benim için, yeşil reçete babında yazılmış.

Üst üste en az 10 kere okudum, öyle rahatladım:

‘Artık hiçbir şeye karşı değilmiş gibi kayıtsızım.’

Sonra haddimi bilip, klavyeyi bırakıp, defolup eve gittim, uyudum. İşin güzeli uyuyabildim de...

Uyumak için illa ki sinir krizi geçirmek ya da depresyonda olmak zorunda olmayanları kıskanmakla geçecek ömrüm herhalde.
Yazarın Tüm Yazıları