Dün gece yine kábusa çalan bir rüyanın kollarında çırpınıyordum.
Evrim’le (Ki kendileri Hürriyet Cumartesi ekinin, zaman zaman bu köşede bahsi geçen çok değerli editörüdür) kavga ediyormuşuz. Daha doğrusu kavga da etmiyoruz. O bana durmadan belá okuyor. Ben ona "Evrim neden öyle diyorsun? Sen ki Prusya tedrisatından geçmiş, mürekkep yalamış bir iyi aile evladısın; hiç yakışıyor mu? Hem bak belá okuma; beddua sahibine döner sonra" filan diyorum ezik ezik...
O bunun üzerine daha da beter, ağzı köpürmüş bir şekilde saydırıyor: "Allah belánı versin! Allah seni kahretsiiin! Allah belánı versiiiiin!"
"Eeeeeh! Başlarım ama ha!" diye silkinerek, kan ter içinde sıçradım kanepede.
Yanılmadınız... Meğer televizyonda Kral TV açıkmış ve İsmail YK, Allah Belanı Versin isimli müstesna eserini çığırmaktaymış!
Bir evvelki gün yine Evrim’le yazı teslim saati konusunda çataçat pazarlık etmişiz. Malûm, aramızda ciddi bir çıkar çatışması var. Daha doğrusu, çıkarlarımız aynı hedefe yönelik de takvimimiz, saatimiz, kronometremiz filan örtüşemiyor maalesef.
Nitekim o yine bu hafta tehditti, vicdan azabıydı, bütün silahlarını ateşlemiş, bilinçaltımda sağlam bir sondaj çalışması yapmış.
Ben gecenin kel bir saati yorgun argın eve gitmiş, bari sabah erkenden yazının başına çökebileyim diye Türkçe müzik kanallarını zaplamaya başlamışım. Ve televizyonun karşısında, kanepede uyuyakalmışım.
KIRMIZI BAŞLIKLI OĞLAN VE KÖTÜ KURT-KADIN
Dışarıdan İsmail YK, içeriden Evrim, rüyayı iğne oyası gibi işlemişler. Görüyorsunuz değil mi bu aralar hálim nicedir. Hazin, hazin... Bir süredir böyle tatsız tuzsuz bir hayat sürdüren, bilinçaltı bile renksiz bir tipim. Rüyalar bile tahlile-analize değmez şekilde... Safi satıh...
Müteveffa Freud görse, psikanalizde bir numara yokmuş diye gidip can sıkıntısından Sudoku’yu filan icat ederdi.
Oysa ben böyle miydim azizim? Bir zamanlar bilinçaltı, Fellini, Kubrick ve Hitchcock’un el ele verip filmler çektiği bir stüdyoyu andırırdı.
Neyse işte. Sabaha karşı kel bir saatte, İsmail YK’nın çemkirmesiyle uyandım. Ve bedduası tutmuş olacak, sonra da bir daha uyuyamadım.
Daha önce kendisiyle ilgili bir-iki karalamamda aldığım tepkilerden biliyorum. İsmail YK’nın sevenleri ağır fanatik. Dolayısıyla bir sonraki rüyamın da onlardan aldığım e-postalardaki beddualar doğrultusunda şekilleneceğinden de eminim ama yapacak bir şey yok.
Biliyorum, yine benim bu büyük yıldızın isminden faydalanıp reklam yapmak isteyen (!) bir zavallı köşe yazarı olduğumu, onun ismini kullanarak dikkat çekmeye çalıştığımı (!) iddia edeceksiniz. Biliyorum, onun son derece duyarlı ve iyi bir insan, hatta kırmızı başlıklı oğlan, benim de kötü kurt filan olduğumu söyleyeceksiniz.
Ne yapalım, söyleyiniz...
Ben yine de "Allah belánı versin!" diye höykürmenin aşk şarkısı yazmak olduğunu zanneden bir adamın müstahakını yine Allah’ından bulması gerektiğini savunacağım.
Biz mecbur muyuz kardeşim; batıl matıl, itikatları olan, yanında kimselere beddua ettirmeyen bir insan olarak ordan burdan habire kulağımıza çalınan beddualarla zehirlenmeye?
Bildiğiniz üzre, Almanya’da yaşayan ve her biri şahsen pek hazzetmediğim tarzda müzikle uğraşan Yurtseven Kardeşler’in en küçüğü -ki kan kırmızı çıktı- İsmail YK’nın, son hiti Allah Belánı Versin, bu aralar arabesk de çalan müzik kanallarının listelerinin zirvelerinde geziniyor.
Bu topraklarda pek rağbet gören "ölümüne sevda" modeline marş yazılsa, bu kadar olur yani.
KADIN DÖVMEYİN ARABA PARÇALAYIN
Seni o kadar seviyorum ki ağzını burnuna katacam, sana o kadar hastayım ki kemiklerini kıracam, aaahhh o kadar güzelsin ki suratına kezzap atacam, sana öylesine, öylesine aşığım ki seni kara topraktan başkasına yár etmeyecem...
O hesap...
Gerçi, Ömerli’de Taş Ocakları’nda çekilen klipte saçını başını dağıta dağıta "İçimdeki nefreti kimse alamaz / İsterse ölüm gelsin / Hálá seviyorum seni / Allah belánı versin! / "Allah belánı versin! / Allah seni kahretsin! / Bana gelen sana gelsin / Yááááár..." şeklinde evet, hafif kafası karışık bir şekilde- aşkını haykırırken, hıncından sürdüğü Alfa Romeo’dan inip, bagajdan çıkardığı bir beyzbol sopasıyla arabanın camlarını tuz buz, kaportasını hacamat eden İsmail YK, bu kliple "olumlu bir mesaj" verdiği iddiasında; o da ayrı:
"Arabayı parçalamam iyi bir mesaj. Sinirimizi maldan çıkarıyoruz. Klipte rol alan bayanı değil, arabayı dövüyorum. Ayrıca, bu arabayı açık artırmaya çıkaracağım. Hayranlarım kesin alır. 50 bin dolara satılacağını umuyorum."
Ne desem boş, dolayısıyla bu inci dizimi beyanatın üzerine bir şey söyleyemeyeceğim. Klip de karikatür gibi zaten. Yazısız karikatür gibi izleyin diyecektim, kendimle çelişkiye düştüm. Şarkı sözleri, karikatürün baloncuklarına, doldur taşır yeter de artar zira...
Yalnız, İsmail YK Bey’e naçizane bir abla nasihatim olacak:
Beddua etme kardeşim; beddua sahibine döner. Bak benim de vaktiyle aşktan senin anladığını anlayan, kafası karışık bir manitam olmuştu. Sağolsun, bana ölümüne sevdalı bir abiydi. İlişkimizdeki yegáne pişmanlığım, kendisinden yeterince süratli ayrılmamış olmamdır. Ki neredeyse "Merhaba" faslının ardından topuklama çalışmalarına girişmiştim; öyle söyleyeyim.
O sevgin mi desem, lánetin mi; bak söylemedi deme, sonra döner; seni çok fena bir yerinden öper...
Hem sen önce hatunu hálá seviyor musun, yoksa ondan nefret mi ediyorsun, önce ona bir karar ver.