Alınırsan iğneciye veririm

Bulgar basını özeleştiri yapmış: ‘Niye bu kadar alındık?’

Baktat’ın, sonradan yayından kaldırılan, Bulgar bir gümrük memurunun, sılaya dönen gurbetçi bir Türk aileden sınır kapısında ‘çorba parası’ istediği, Türk aileninse memura ‘çorba parası’ yerine hazır çorba verdiği reklam vardı ya hani...

Bulgaristan, bu reklam yüzünden Türkiye’ye nota vermişti ya hani...

Çorba reklamı, küçük çaplı bir diplomatik krize neden olmuştu ya hani...

İşte Bulgar basını bunun üzerine sorma gereği duymuş: ‘Niye bu kadar alındık?’

Bizler de takdir ettik kendilerini; ‘Tabii canım, şuncacık espriyi kaldıramayacak ne var? Hem gerçekten oluyor böyle şeyler; yalan mı?’ diye...

Bizim hiç öyle huylarımız yoktur meselá...

Bir televizyon dizisinde terörist bir Türk aile profili çizildi diye çalkalandı bu ülke.

Nedense pek kimsenin aklına da, ‘Bu dünyada bir tek Türk terörist de yaşamıyor mu kardeşim? Onyıllardır bu ülkede olan biten her şey SADECE dış mihrakların halt etmesi mi?’ diye sormak gelmedi.

Ya da sormaya cesaret edilemedi.

Zira bunu dile getirmeye kalkan birkaç ‘çatlak ses’, anında vatan hainliğiyle suçlanarak, neredeyse manen linç edildi.

ALINGANLIK BİZE GELMEZ

Düzenli aralıklarla nükseden kapıcı, sekreter, tellak, efe, vs. ayaklanmaları sağolsun, bizim ülkenin duyargalarının aşırı hassas olduğunu, alınganlığın bir nev’i doğamız olduğunu kabullenmiştik ama bu aralar buluttan kapılan nem oranı tavan yapmış, şahikasına ulaşmış vaziyette.

Zincirleme reaksiyon şeklinde alınıyoruz artık.

Tam da Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın kendisini kedi olarak karikatürize eden Musa Kart’a açtığı dava neticesinde 5 bin YTL kazandığı ve mizah dünyası tarafından doğal olarak ağır bir dille eleştirildiği dönemde, doktorlar hakkında ‘talihsiz’ bir demeç vereceği tuttu meselá...

(Bu arada, konuyla ilgili en şahane yorum, Latif Demirci’den geldi. Karikatürcüler Derneği’nin kararı kınamak için düzenlediği basın toplantısında Latif; ‘Sanıyorum böyle bir davayı mart ayı yaklaştığı için açtı’ dedi. Başbakan’ın gaflet ortasını önce göğsünde yumuşatıp, ardından kaleye 90’dan taktığı şık bir gole çevirdi.)

SEN MİSİN DAMDAN DÜŞEN!

Efendim, Erdoğan, hemşirelere iğne yaptırmayı tercih edermiş. Onların pratiği daha fazla olduğu için damarı bir yoklayışta bulurlarmış.

Oysa doktorlar, damarı bulamayabilirmiş. İcabında hastayı felç bile edebilirlermiş:

‘İş Nasreddin Hoca’nın anlattığı gibi. Nasreddin Hoca damdan düşmüş. Doktor arıyorlar. Hoca demiş ki: ‘Bana doktor değil, damdan düşen birini getirin.’’

Bu sözlerine gelecek ‘iğneli’ bir yanıt için çok beklemek gerekmedi.

Başbakan’ı, hastalarla hekimlerin arasını açmaya çalışmakla suçlayan Türk Tabipler Birliği (TTB) Merkez Konseyi Başkanı Füsun Sayek; ‘Canım Başbakan’a iğne yapmak istiyor’ deyiverdi.

Ben de Sayın Başbakan’a saygılarımı sunar, mevzuu tehditkár bir tembihle bağlamak isterim: ‘Bakınız, bir daha doktorlar hakkında öyle kötü espriler yapmayınız, sonra sizi mizahçı amcalara veririm.’

Ya da: ‘Bakınız, bir daha mizahçılara sataşmayınız, sonra sizi, bünyenize biraz hoşgörü enjekte etsin diye iğneci teyzelere veririm.’

Yaaa, sormayın; ilahi ben, pek komiğim...

Semra dediğin çeşit çeşit

Bu da böyle bir dönemmiş... Semra Devri...

Hayatın bizleri Semra manyağı yapası tuttu...

Semra’anım bir yandan, Semra Özal bir yandan, zaten dağınık olan ezber, aşırı doz Semra yüklemesinden dolayı hepten tarumar oldu...

Ki ben, mümkünse sonsuza dek, yok değilse, en azından uzunca bir süreliğine Semra’anım meselesini kapatmaya yeminliydim.

Ama akde sadakat konusunda bu aralar bir başka konuya konsantre olmuş olduğum için Semra’anım tövbesi tutmadı. (Varsa eğer bir itirazınız, hemmmen gidip bir sigara yakabilir, suçu da saadetle üzerinize atabilir ve bu konuda sonsuza dek size minnettar kalabilirim. Evet? Allooo?)

Ayrıca Semra’anım bir taraftan öyle bir tip ki, kayıtsız kalmak mümkün değil. Uzman valide... Gelin-güvey-kayınşey ilişkileri ombudsmanı... Ordinaryüs Prof. Kaynana... Buyurdu:

‘Kraliçe de olsa, Elisabeth de bir ana!’

Gel de ortandan yarılma!

Anladınız değil mi; Semra’anım’ın Prens Charles-Camilla Parker Bowles evliliğiyle ilgili yorumu bu.

Hani bin yıldır İngiltere’de tartışma konusu olan Charles-Camilla ilişkisi, 8 Nisan’da evlilikle noktalanıyor ya...

Kraliçe Elisabeth, düğüne katılmayacağını açıkladı. Böylelikle, 142 yıldan beri kendi çocuğunun düğününe katılmayan ilk kraliçe olacak.

İşte Semra’anım, Müge Anlı’ya, konuyla ilgili derin fikirlerini açıkladı:

‘Kraliçe Elisabeth’in de bir anne olduğunu unutmamak gerekir. Mutlaka bildiği bir şey vardır. Yalnız bunu asalet yönünden yapıyorsa hoş değil. Hani Camilla Hanım dul diye filan... Gelin adayını sevmediği için yapıyorsa o zaman haklı. Neticede bir tavuk dahi civcivlerini sahipleniyor. Yılan bile yavrusunu koruyor. Bunun için uzağa gitmeye gerek yok.’

Tavuk da olsa düğüne katılmazdı, yılan da yani... Hani civcivi dul piliç aldığı için değil ama...

Hey güzel Allah’ım, neymiş, Elisabeth de bir ana...

Toplum baskısı yüzünden bir tek güncük göremedi

Bu arada elimizde bir de Semra’anım anti-tezi, Afacan Anne kontenjanından Semra Özal var biliyorsunuz.

Birileriyle her gün bir Semra Hanım’la mini-röportaj yapabileceği konusunda iddiaya filan tutuştuğunu tahmin ettiğimiz Müge Anlı’ya konuşmuş o da...

Gecce.com’un gecesinde, Nükhet Duru’nun dekoltelerine rahmet okutan, göbek deliğine kadar inen bir V yakası olan (Haute Couture’ün konu cahili, kendi kendine sorar: Şık kıyafette olan şeye V yaka denir mi ki ya?) kıyafeti soruyor Anlı, Özal’a.

Semra Hanım demiş ki:

‘Kimin ne dediği umurumda bile değil, bundan sonra gönlümce yaşayacağım.’

İsterseniz, bir daha okuyunuz, iyice sindiriniz:

‘Kıyafetimin konuşulacağını biliyordum. Üstelik daha fazla tepki görmesini bekliyordum. Şaşırdım doğrusu. Ama kimin ne dediği hiç umurumda değil. Özgürce yaşayacağım artık.’

Hani, rahmetli Turgut Özal’ın yaşadığı dönemde bile Etiler’deki fasıl álemlerinden çıkıp, kandili Kemancı’da (Evet efendim, bildiğiniz, rock bar Kemancı!!!) söndürdüğünü izleyerek geçirmiş olmasak bütün 80’leri...

Hani, en yakın kankisi Fatih Ürek’i koluna takıp, V.I.P. kapılarından filan geçerek, o seyahat senin, bu seyahat benim dolaşıp durduğunu bilmesek...

Hani, elini öpmeyi bırakan Papatya’nın eteğine saldırdığı dönemde, nasıl bir kasıntıyla o sefaları, bu sefaları, şu sefaları sürdüğünü seyretmekten ikrah getirmesek onyıllar boyu...

Hani, onun adına biz utanmasak, yazık, acıyacağız kendilerine...

Zavallı mazbut insan, ahhh gariban hanımefendi, toplum baskısı yüzünden bir tek güncük gün yüzü göremedi diye...

Hadi, Semra Özal özelinde, bütün cefakár Türk anaları adına haykıralım: Ooohhh sefaaaan olsssuuuun!!!

Hayır, zaten şuurum tekleyip durmakta, ötanazi tartışmak da moda ya, lobotomi talebinde bulunacağım o olacak. Semra’lar sağ, ben mutlu lahana...
Yazarın Tüm Yazıları