24 Aralık 2001
KÜÇÜK yaşlardan beri kulaklarımla ve burnumla sorunum var. Zaman zaman kulaklarım tıkanıyor. Yutkunduğum zaman da kulaklarımda ağırlık hissediyorum.
Burnumu çektiğimde ya da durup dururken açılıyor. Ayrıca burnumdan nefes almakta sıkıntım var. Hele bir deliği tamamen tıkalı.
Bir de, dilimin arkasında boğazımın başlangıcında tükürük çoğalıyor, bazen de balgam oluyor. Yutkunduğum zaman da kulaklarıma vuruyor.
H. Demirci/ALMANYA
Kulaklarınızdaki sorunların kaynağı da burnunuz. Burnunuz tıkalı olduğu için rahat nefes alamıyorsunuz. Orta kulağa giden kanallar da burnun arka kısmına açılır. Burundaki tıkanıklık ve salgı artışı, orta kulağa giden kanalları tıkayınca, orta kulakta bulunması gereken hava gidemeyeceği ve daha önce burada bulunan hava da emileceği için, dış kulakla orta kulak arasında basınç farkı oluşacak ve zar titreşemediği için tıkanıklık hissedilecektir.
Burnunuzdan hava çeker gibi yapınca, esneyince, yutkununca ya da burnunuzu parmaklarınızla tıkayıp hava üflemeye çalışınca, orta kulağa hava girer ve tıkanıklık ortadan kalkar.
Dilinizin arka tarafında tükürük ve balgam hissetmeniz de burundaki rahatsızlıktan kaynaklanmaktadır.
Havalanma bozukluğu, sinüsleri de etkileyecek ve sinüzit oluşumuna yol açacaktır. Buradan gelen yapışkan salgı da, burnun arka kısmından geniz yoluyla gırtlağa akar.
Sizin kulak boğaz ve burun hastalıkları uzmanı bir doktora başvurarak muayene olmanız gerekir.
Burundaki tıkanıklık eğer alerji ve iltihaplanma gibi etkenlere bağlı ise ilaçla, orta bölmenin eğriliğine ya da burun içi etlerine bağlı ise ameliyatla tedavi olduğunuz takdirde bu tür şikáyetleriniz ortadan kalkar.
Yazının Devamını Oku 13 Aralık 2001
<B>GEÇTİĞİMİZ </B>günlerde balık bolluğundan yararlanılması konusunda bir yazı yazmıştım. Bu konu okurlarımın ilgisi çekmiş. Bu konuda ek sorular da geldi. Balığın kalp ve damar sağlığına yararları konusunda ek bilgiler sunuyorum. Kalp sağlığınıza dikkat ediyosanız, size ilk sorulacak soru, ne kadar sıklıkla balık yediğiniz olacaktır.
Balık, sadece kolesterolsüz protein kaynağı olmakla kalmıyor, yapısında bulundurduğu Omega-3 adlı yağ asitleri sayesinde, kalp ve damar sistemi için yararlı etkiler de gösteriyor.
1970'li yılların sonlarına doğru Eskimolarla ilgili yapılan çalışmaların yayınlanması bilim dünyasında çalkantılar yarattı. Aşırı yağlı beslenen Eskimolarda kalp krizleri çok seyrek görülüyordu. Bunun üzerine geliştilen çalışmalarda, bol miktarda yenilen yağlı balıkların ve balina etinin yapısında bulunan Omega-3 adlı yağ asitlerinin damar sertliğinden koruduğu ortaya konuldu. Omega-3 özellikle soğuk denizlerdeki yağlı balıklarda daha çok bulunuyor. Ülkemizde ithal uskumru adıyla satılan Makarel ve kuzey denizlerinde yetişen somon balığı bu açıdan en önemli kaynaklar. Ayrıca havaların soğuması üzerine yağlanmaya başlayan özellikle Karadeniz balıkları da bu yağ asitlerini içeriyor. Bütün yağlı balıkların yanı sıra yeşil yapraklı sebzelerde, soya fasulyesinde ve fındıkta da bulunuyor.
Düzenli olarak balık yemenin birçok olumlu etkisi var.
Kandaki yağ düzeyini düşürür. Omega-3 yönünden zengin bir beslenme, kan yağlarının bir türü olan trigliseridlerin kandaki düzeyini düşürür. trigliseridlerin kanda yüksek düzeyde bulunması, damar sertliği ve kalp krizi riskini artırır. Bu nedenle diyet uygulanmasının yanı sıra balık yağı haplarının kullanılması da olumlu sonuçlar verebilmektedir.
Damar içinde pıhtı oluşması riskini azaltır. Omega-3 yağ asitleri, doğal antikoagülan (pıhtı önleyici) gibi etki gösterir. Kandaki pıhtılaşma hücrelerinin (trombosit) birbirlerine yapışmasını azaltır, böylece damar içinde pıhtı oluşması ihtimali azalır.
Tansiyonu düşürür. Omega-3'lerin tansiyon üzerinde de etkisinin olduğu kanıtlandı. Sadece sebze-meyveye dayalı bir diyetle (vejeteryan), balığa dayalı bir diyeti uygulayanların birbirlerine oranlanmalarında, balığa dayalı diyet uygulayanlarda tansiyon yüksekliği olaylarının çok seyrek olduğu görüldü.
Bütün bu yararlı etkileri dikkate alan beslenme uzmanları kalp-damar hastalığından korunmak isteyen herkese balık yemesini tavsiye ediyor. Özellikle soğuk denizlerdeki yağlı balıkların tercih edilmesi daha önemli. Ancak balığı yağda kızartmaktan kaçınılması da yapılan tavsiyeler arasında yer alıyor.
Yazının Devamını Oku 11 Aralık 2001
<B>ÜÇ </B>gündür süren önceki yazılarımda tatlandırıcılardan sakarin, aspartam, acesulfam sodyum ve sucralose'u tanıtmıştım. Bunlar dışında da bazı tatlandırıcılar var. Şeker alkolleri olarak adlandırılan bir grup madde, teknik olarak tatlandırıcı diye adlandırılamıyor. Kalorisi şekere oranla bir miktar daha az. Kan şekerinde ani yükselme yapmıyor ve diş çürüğüne yol açmıyor. Bu nedenle sakızların ve şekerlemelerin üretiminde tercih ediliyor. Bunlar arasında sorbitol, xylitol, mannitol, lactitol ve mallitol gibi maddeler yer alıyor. Yapılan araştırmalarda güvenli olarak bulunmuş ve gıda katkısı olarak kullanımlarına izin verilmiştir.
Doğada, şeker dışında da bazı tatlı maddeler var. Bunlar arasında bal, pekmez, früktoz, pirinç ve arpa maltından elde edilen tatlandırıcılar yer alıyor. Ancak bunları diyet ürünü olarak kullanmak mümkün değil. Çünkü şekerle aynı kaloriyi içeriyor ve kan şekerini yükseltici etkileri var. Güney Amerika'da bir bitki şurubundan elde edilen ‘‘stevia’’ adlı ürün de gıdaları tatlandırıyor. Ancak üzerinde yapılan birçok çalışma, sağlık açısından güvenliği konusunda bazı şüpheler bulunduğunu ortaya koymuş. Bu nedenle tatlandırıcı olarak satılmasına ruhsat verilmemiş.
1960'lı yıllarda piyasalarda yaygın olarak satılan ‘‘cyclamate’’ adlı tatlandırıcı, 1970'li yıllarda sakarin ile birlikte kanser yapıcı etki şüphesiyle gözetim altına alınmış. Daha sonra yapılan çalışmalarda bu etki kanıtlanamamış olmakla beraber üzerindeki şüpheler kalkmış değil. Bu nedenle yakın takip altında tutuluyor. Benzer şekilde, kimyasal adı ‘‘neotame’’ ve ‘‘alitame’’ olan iki madde de üzerindeki çalışmalar kesin sonuç verinceye kadar gözetim altında tutulmaya devam ediliyor.
Yazının Devamını Oku 10 Aralık 2001
<B>Geçtiğimiz</B> günlerde tatlandırıcılardan yaklaşık 100 yıldır kullanılan sakarin ve 20 yıldır piyasada olan aspartamla ilgili bilgileri aktarmıştım.. Tatlandırıcılar bunlarla sınırlı değil. Kullanımda olan başka yapay tatlandırıcılar da var.
Acesulfam potassium, şekerden 200 kat daha tatlı
Bilimsel adı acesulfam potassium olan ve dünya üzerinde yaygın olarak Sunett marksıyla bilinen bu tatlandırıcı, şekerden 200 kez daha tatlı ve kalorisi sıfır. İlk olarak 1988 yılında ruhsat almış. Tatlıların şekerlemelerin ve diyet içeceklerin üretiminde kullanılıyor. Büyük meşrubat şirketlerinden biri son yıllarda diyet içeceklerin üretiminde aspartamla karıştırarak kullanıyor. Üreticisi olan firmanın açıklamasına göre, dünya üzerinde 4 binden daha fazla üründe kullanılıyor. Acesulfam potassium, durmakla bozulmadığı gibi, Aspartam'ın aksine, pişirmeye de uygun. Bu nedenle pişmesi gereken ürünlerde kullanılabiliyor. Yapılan 90'dan fazla araştırmada sağlık açısından bir risk taşımadığı belirlenmiş.
Sucralose, şekerden üretiliyor
Yurtdışında yaygın olarak bilinen ticari adı Splenda olan sukralose, şekerden 600 kez daha tatlı. Tadı şekerle aynı, çünkü şekerden üretiliyor. Sindirilmediği yani kana karışmadığı için, vücuda verdiği kalori sıfır. Üzerinde 20 yılı aşkın bir süreden beri yapılmakta olan 110 çalışmanın güvenli sonuç vermesi üzerine, 1998 yılında piyasaya çıktı. Her yerde kullanılmaya uygun. Pişirilmekle bozulmadığı için bisküviler, kekler gibi fırınlanan ürünlerde de kullanılabiliyor. Kan şekeri dengesi üzerinde hiçbir etkisi olmadığı için, şeker hastalarının kullanımı için uygun bir ürün olarak belirtiliyor.
Devam edecek
Yazının Devamını Oku 7 Aralık 2001
DÜNKÜ yazımda, kilo fazlalığının giderek önemli bir sağlık sorunu olmaya başlaması nedeniyle, yaygın bir şekilde kullanılmaya başlanan yapay tatlandırıcıların güvenliği konusunu ele almış ve sakarin hakkındaki bilgileri aktarmıştım.
Sakarin konusundaki kaygılar devam ederken, daha güvenli olduğu belirtilen Aspartam kullanıma giriyor. Şekerden 180 defa daha tatlı olan Aspartam, NutraSweet ve Equal gibi ticari adlarla çok yaygın olarak kullanılıyor. Son zamanlarda özellikle internetin yaygın kullanımıyla, e-mail yoluyla Aspartam aleyhinde geniş söylentiler yayılıyor. Bunlar arasında, multiple skleroz, Alzheimer, sistemik lupus gibi hastalıklara, baş ağrısına, halsizliğe ve görme sorunlarına yol açtığı söylentileri ön planda yer alıyor.
Araştırmacılar bu konuda kaygıya yer olmadığını belirtiyor, ancak Aspartam'ın vücutta işlenmesi sırasında methanol adlı alkol türevinin oluştuğu da bir gerçek. Methanol, yüksek dozlarda toksik etki gösterebiliyor. Aspartam'ın da çok kullanılmasıyla bazı belirtiler görülebiliyor ama Aspartam azaltılınca bu belirtiler kayboluyor. Uzmanlar, methanol adlı alkolün, domates ve narenciyede de bulunduğunu hatırlatıyorlar.
Aspartam, fenilalanin ve aspartik asit adlı iki aminoasitin birleşimiyle oluşmuş. Bu maddeler çok yüksek dozlarda ve çok duyarlı kişilerde beyin ve sinir dokusu için toksik etki yaratabiliyor. 16 bin kişiden biride görülen fenilketonüri hastalığı olanların da aspartam kullanmaması gerekiyor.
Aspartam, 1981 yılında kullanıma girmiş. Son yıllardaki beyin tümörü sıklığındaki artışı Aspartam'a bağlayanlar da ortaya çıkıyor ama araştırmaların genişletilmesiyle, beyin tümör sıklığındaki artışın 1973 yılından itibaren başladığı ortaya konulmuş.
Havale nöbetleri ile doğumsal defektlere (sakatlıklara) yol açtığı yolunda da bazı iddialar olmakla beraber bunu kanıtlayıcı bir sonuç bulunamamış.
(Devam edecek)
Yazının Devamını Oku 6 Aralık 2001
<B>ŞEKER,</B> herkes tarafından sevilen bir yiyecek. Sadece çayda ya da kahvede değil, tatlılar, pastalar, meşrubat, çikolata, bisküvi ve şekerlemeler gibi birçok yerde bol bol tüketiliyor. Evlerde daha çok sofra şekeri olarak adlandırılan türde yani sukroz şeklinde tüketilirken, sanayide glikoz, früktoz gibi değişik formlarda da karşımıza çıkıyor.
İnsanın tatlı gıdalara karşı doğuştan gelen bir eğilimi var. Küçücük bebekler bile tatlı gıdaları daha çok seviyor. Her şey çok güzel de, şekerli gıdaların giderek büyük ölçülerde tüketimi, fazla kalori nedeniyle aşırı kilolar halinde karşımıza çıkmaya başladı.
Kilo fazlalığının önemli bir sorun haline geldiğinin görülmesi üzerine, daha önceleri sadece şeker hastalarının tüketimine sunulmuş olan tatlandırıcılar ve bu tatlandırıcılarla yapılmış diyet gıdalar giderek daha fazla tüketilir oldular.
Diyet gıdaların gerek şeker hastaları ve gerekse kilo ile ilgili kaygısı olanlar tarafından yaygın olarak tüketilmesi üzerine, tatlandırıcılar üzerine araştırmalar daha da yoğunlaştı.
EN ESKİSİ SAKARİN
Şeker yerine kullanılan tatlandırıcıların ilki olan sakarin, 1897 yılında keşfedilmiş. Şekerden 300 kez daha tatlı olan bu ürün, şeker kıtlığının yaşandığı her iki dünya savaşı sırasında Batı ülkelerinde kullanılmış.
1950'li yıllarda yaygın olarak kullanılmaya başlanmış. 1977'de Kanada'da yapılan bir çalışma, sakarin kullanımının farelerde mesane kanseri oluşumuna yol açtığı g örülmüş. Bunun üzerine başlayan kaygılar yeni araştırmaların yapılmasına yol açmış. Daha sonraki çalışmalar, deney farelerinde mesane kanserine yol açan sakarin dozunun insanlardaki karşılığının günde 800 diyet koladaki tatlandırıcıya eşdeğer olduğunu göstermiş. Bir insanın günde bu kadar sakarin alması mümkün olmadığı düşüncesiyle sakarinin satışına tekrar izin verilmiş, ama uyarılara devam etmek şartıyla.
(Devam edecek)
Yazının Devamını Oku 5 Aralık 2001
E.SELMAN/İSTANBUL<br><br><B>İKİ </B>yıl kadar önce kolunuzda tendon kayması olduğunu ve istirahatle rahatladığınızı, ancak şimdilerde ağrı ve şişliğin tekrarladığını belirtiyorsunuz. Tendon kayması deyimiyle neyin anlatılmak istendiğini pek anlayamadım. Ayrıca kolunuzun neresinde sorun olduğu yolunda da ayrıntılı bilgi vermemişsiniz. Ancak sorun ne ve nerede olursa olsun, bu konu ile ortopedistler ilgilendiği için bu daldaki bir uzmana başvurmanızı tavsiye ederim.
A.G./BODRUM
ARKADAŞINIZA kan verdiğiniz sırada yapılan kan tahlilinde HCV bulunduğunu, ama sonradan yapılan tahlilde bir sorun olmadığını söylüyorsunuz. Mektubunuzda tahlil sonuçları yok. Ancak ben, sonradan yapılan kan tahlillerinin sizde bir hastalık olup olmadığının, daha doğrusu ilk tahlilde bulunan mikrobun sizi hasta edip etmediğinin araştırıldığını sanıyorum. Bu sonuç, ilk tahlilde bulunan sonucu ortadan kaldırmaz. Yani siz Hepatit C taşıyıcısısınız. Bu mikrobu muhtemelen mektubunuzda bahsettiğiniz nedenle almış olmalısınız. Bu mikrop sizi şimdilik hasta etmemiş, ama sizin bunu bulaştırmayacağınız anlamına gelmez. Öncelikle eşiniz bu yönden risk altında. Size tavsiyem, tıp fakültesinin karaciğer hastalıkları bölümüne başvurmanız ve eşinizde de bu tahlili yaptırmanız. Eğer şimdiye kadar ona bulaşmamışsa, onu korumak için neler yapacağınızı da buradaki doktorlarla görüşün.
Yazının Devamını Oku 4 Aralık 2001
<B> M. AKMANER<br><br>ÇANAKKALE<br><br>MALTA </B>humması ya da diğer adıyla bruselloz, insanlara genellikle süt ve süt ürünleriyle bulaşan bir hastalıktır. İyi kaynatılmamış ya da pastörize edilmemiş sütlerin içilmesi veya çiğ sütten yapılan taze peynirlerin yenilmesiyle bulaşır. Hastalık akut dönemde teşhis edilip uygun şekilde tedavi edilirse 2-3 hafta içinde iyileşir. Eğer zamanında teşhis edilemez ve komplikasyonlar oluşursa, tedavi de uzun sürecektir.
Sizin durumunuza gelince, Hepatit A teşhisi konulduğunu, 3 yıldan uzun bir süreden beri iyileşmediğinizi, bu arada bruselloz da bulunduğunun belirlendiğini ve her ikisinin de tedavisinin sürdürüldüğünü belirtiyor, ilaçların yan etkisi nedeniyle midenizde yaralar açıldığını da ekliyorsunuz.
Sayın Akmaner, size ne tetkikler yapıldığını ve uygulanan tedavi şemasını bilmiyorum. Hepatit A, kronikleşme ihtimali düşük olan bir hastalıktır. Öte yandan, bruselloz da karaciğeri etkileyebilir. Bu açılardan bakınca, karaciğerinizdeki sorunun Hepatit A'nın kronikleşmesi mi, yoksa brusellozun karaciğeri etkilemesi mi olduğunu hemen söylemek güç. Bunun aydınlatılması için karaciğer biopsisine varıncaya kadar bir dizi tetkik yapmak gerekir. Size uygulanan ilaçlar konusunda da bilgim yok ama, kullanılan ilaçlar mide tahrişi yaratıyorsa, bunun çaresi ilaçları kesmek olmamalı. Bu takdirde hastalığınızın ilerlemesine göz yummuş olursunuz. İlaçların yan etkisine bağlı olan mide tahrişlerinde başka ilaçlarla mideyi tedavi etmek, ya da riskli vakalarda, tahriş oluşmadan önce koruyucu ilaçlar vermek mümkündür.
Sizin tedavinizde yolunda gitmeyen bazı şeyler var. Doktor doktor gezmek yerine üniversite klinikleri gibi her türlü olanağı bulunan merkezlerden birine başvurmanızın daha doğru olduğu kanısındayım.
Tırnağınızda sedef hastalığı olabilir
M.KUYUCU/SAKARYA
TIRNAKLARDAKİ şekil bozukluklarında öncelikle mantar hastalığı düşünülüyor. Oysa bunların hepsi mantar değil. Sedef hastalığı da benzer şekilde şekil bozukluğu yapabiliyor.
Bu nedenle tırnaklardaki her şekil bozukluğunda mantar olduğunu düşünerek komşu tavsiyesiyle ilaç kullanmak doğru değil. Deri hastalıkları uzmanı doktorlara başvurmak, şüpheli durumlarda tırnağın hasta kısımlarından bir parça kestirerek tahlil yaptırmak daha doğru bir yöntemdir.
Yazının Devamını Oku