ykusuzluk sorunu bir salgın gibi hızla yayılıyor. Yaşam koşullarımız uykusuz kalmamıza yol açarken vücudumuzda salgılanan bir hormon da uyku düzenimiz için var gücüyle çalışıyor. Ama melatonine sadece uyku kalitemizi destekleyen bir hormon olarak bakmak haksızlık olur. ‘Lipofilik’ özelliği nedeniyle bilinen en güçlü antioksidanlardan olan melatonin, vücudumuzun doğal koruyucusu olarak çalışıyor. Bağışıklığın güçlenmesine ve hücre yenilenmesine destek olan melatonin kansere karşı koruyucu etki de gösteriyor.
Melatonini arttırmak için yapmanız gereken ilk şey doğru saatte uyumak. Her akşam 22.00-23.00 gibi uykuya geçerseniz melatonin salgılama ritminiz bozulmuyor. Gece 0.00’dan sonra uyursanız üretim azalmaya başlıyor. 2.00’den sonra uykuya geçiyorsanız, geçmiş olsun! Çünkü melatonin üretimi dibe vuruyor. Karanlık melatonin üretimini arttırırken aydınlık ya da parlak ışıklar bu üretimi ciddi ölçüde azaltıyor. Cep telefonu ve tablet gibi melatonin üretimini azaltan mavi ışık kaynaklarıyla uykuya geçmeden bir süre önce vedalaşın. Güne erken başlamak, egzersiz yapmak, stresten uzak durmak, uyumadan önce ılık bir duş almak, yatağa çok tok karınla girmemek ve uyuyacağınız odanın çok sıcak olmaması melatonin üretiminizi destekler. Kırmızı üzüm, pirinç, mısır, çilek, kivi, ananas, muz, elma, domates, ceviz, zeytin, havuç, patates gibi melatonince zengin gıdalara sofranızda yer vermek de iyi olur.
Melatonini arttırmak için 22.00-23.00 arasında uykuya geçmek gerekiyor.
Migren ağrısını azaltıyor
Ramazan ayında birçok kişinin yeme düzeni değişiyor. Vücut tam buna alışmaya başlarken bu kez bayram geliyor ve tekrar üç öğün yemek yenen eski düzene dönülüyor. Üstelik aile, eş dost buluşmaları ve buluşmalara eşlik eden lezzetli yemekler, ikramlar derken bayramın daha ilk gününden yemek yemeyi ‘fazla kaçırdığımız’ oluyor. Ama bunun da bir çözümü var.
Uzman diyetisyen Tolga Doğan bayramın son iki gününde uygulayabileceğimiz bir menü hazırladı. Doğan ayrıca, sağlıklı yetişkinlere uygun menüdeki detoks etkili tokluk salatası ve yeşil güç içeceğinin tariflerini verdi. Ve günde 2-2,5 litre su içmemizi ve 30 dakikalık yürüyüş yapmamızı önerdi. Ben de size sindirimi rahatlatan bitki çaylarını sıraladım.
◊ Kahvaltı: 2 adet haşlanmış yumurta, bol yeşil salata
(2 tatlı kaşığı zeytinyağıyla), 1 dilim karabuğday ekmeği, 1 fincan yeşil çay
◊ Öğle: 1 porsiyon tokluk salatası, 250 ml sade mineralli su
◊ Ara öğün: 500 ml yeşil güç
◊ Akşam: 120 gram ızgara tavuk veya balık, mevsim salatası
Geçen yıl yapılan araştırmalara göre dünya nüfusunun yüzde 10’unda vertigo var. Bu da Türkiye’de yaklaşık
8 milyon kişinin bu sorunu yaşadığı anlamına geliyor. Ayrıca vertigo görülme sıklığı yaş ilerledikçe artıyor. 60 yaş üzerindeki her 3 kişiden 1’inde baş dönmesi ve dengesizlik şikâyeti var. 80 yaş üzerinde bu oran yüzde 85’lere yükseliyor. Son dönemde ülkemizdeki vakalarda ciddi bir artışla karşı karşıyayız çünkü deprem vertigonun tetikleyicileri arasında. Yaşanan yoğun kaygı ve stres, baş dönmesi ve dengesizliği tetikliyor. Uluslararası Vestibüler Derneği Başkanı Prof. Dr. Nuri Özgirgin’in konuyla ilgili görüşlerini aldık.
Baş dönmesinin çözümü var
Vertigo yani baş dönmesi çocuklar dahil her yaşta görülebilir ama iç kulak denge hücrelerinde dejenerasyon meydana geldiği için ileri yaşlarda yaygınlaşıyor. Vertigonun tek bir nedeni yok. Bu soruna bağlı semptomların oluşmasında iç kulak ve sinir hastalıkları dışında ani tansiyon değişiklikleri, bazı virüsler, ilaçlar ve gıdalar bile tetikleyici olabiliyor. Örneğin, soğuk algınlığı virüsleri, iç kulağı ve onun beyinle olan sinir bağlantılarını etkileyerek kötü bir vertigoyu ortaya çıkarıyor. Nikotin, kafein ve yüksek miktarda tuz, beyne giden kan akımını azaltıyor. Bu da vertigoya neden oluyor. Prof. Dr. Nuri Özgirgin baş dönmesinin ve buna eşlik eden dengesizliklerin ne aşamada olursa olsun ve nereden kaynaklanırsa kaynaklansın tedavi edilebildiğinin altını çiziyor. Bunun için doğru tanıyla sorunun odağının tam olarak saptanması gerekiyor. İlaç tedavisi, çeşitli girişimsel (ameliyat dahil) yöntemler ve egzersizlerle vertigo kontrol altına alınabiliyor.
COVID-19 virüsü de faktörler arasında
Soğuk kış günlerini yavaş yavaş ardımızda bırakıyoruz. Hava ısınıyor, çiçekler açıyor... Ancak çiçek polenleri gibi baharın beraberinde getirdikleri, bazılarımız için bu mevsimi çekilmez kılabiliyor. Çünkü halk arasında ‘saman nezlesi’ diye bilinen, tıbbi olaraksa ‘mevsimsel alerjik rinit’ olarak adlandırılan bir sorunla mücadele ediyoruz. Güzel haberse bahar alerjisinin çözümsüz olmaması...
Ağaç poleninden çimene...
Alerji, bağışıklık sistemimizin bir maddeyi ‘yabancı madde’ olarak kodlaması ve o maddeye karşı bir yanıt oluşturmasıyla ortaya çıkıyor. Bahar alerjisi genellikle renksiz, küçük polenli, polenleri rüzgârla savrulan bitkilere karşı gelişiyor. Bu aylarda ağaç poleni alerjisi olanların şikâyetleri başlıyor. Çimen ve hububat polenleri alerjisi olanlarınsa mayıs, haziran aylarında belirtileri artıyor. Alerjiye karşı en güçlü silahımızsa ondan korunmak. O nedenle birinci kural alerjenden uzak durmak.
Uzak durmak için de neye alerjiniz olduğunu bilmeniz gerekiyor. Bunu tespit edebilmek için deri ve kan testleri yapılıyor. Ancak bazen alerjenden uzak kalmak mümkün olmayabiliyor. O durumda da ona maruziyeti en aza indirmek gerekiyor. Nasıl mı?
-Güneşin kuvvetli olduğu saatlerde ve rüzgârlı havalarda polenler artacağı için zorunlu olmadığınız sürece dışarı çıkmayın.
Teşhis anında korku uyandıran, birçok kişi için bilinmezlerle dolu kanser hastalığının daha az zorlayıcı olmasını sağlamak için hastaların ve yakınlarının ihtiyaçlarına odaklanmalıyız. Kanserle Dans Derneği Başkanı Sevil Gürkan, 1.188 hasta ve hasta yakınının katılımıyla gerçekleştirdikleri anketten yola çıkarak bütünsel tedavinin öncelikli ihtiyaçları arasında olduğuna dikkat çekiyor. Hastaların ve hasta yakınlarının yaklaşık yüzde 90’ı teşhisin ardından ücretsiz psikolojik destek talep ediyor. Gürkan “Ben de 2007’de kanseri atlattım. Aileniz, çocuklarınız varsa ‘Ben iyiyim, merak etmeyin’ diyerek güçlü bir role bürünüyorsunuz. Aileniz de size moral vermek için hiçbir şey yokmuş gibi davranıyor. Ailenin de bu konuda eğitim alması gerekiyor” diyor.
1-7 Nisan Kanser Haftası
Araştırma sonucuna göre teşhis ve tedavi sürecinde hasta ve hasta yakınlarının yüzde 90’ından fazlası da uzman diyetisyenden beslenme desteği talep ediyor. Gürkan “Kanser teşhisi aldığımda birinin önerisiyle ısırgan çayı içmeye başladım. Bu benim karaciğer ve böbrek değerlerimi
altüst etti. Meğerse kemoterapi alırken ısırganotu tüketmemek gerekiyormuş” diyor.
‘Kanser Tedavisinde Hasta Beklentileri Araştırması’nın koordinatörlerinden İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa, Sağlık Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Haluk Özsarı ise “Dünyada sağlık alanında iki konu giderek değer kazanıyor. Bunlar kişiselleştirilmiş sağlık hizmeti ve hastaya, hastalığa bütüncül bakış. Burada da beslenme çok önemli çünkü yanlış yönlendirilen hastanın tedavi süreci de bu durumdan olumsuz etkilenebiliyor” diyor.
Bağışıklık zayıflıyor
Araştırma hastaların ulaşımda da ciddi bir sıkıntı yaşadıklarını gösteriyor. Özsarı diyaliz hastalarına yapıldığı gibi kanser tedavisi alanların da evlerinden tedavi merkezine, oradan da tekrar evlerine götürülmelerinin ihtiyaç olduğunu belirtiyor. Bunun nedeniyse kanser hastalarının ilaç aldıkları dönemde bağışıklık sistemlerinin zayıflaması. Enfeksiyonlara daha yatkın hale geliyorlar. Toplu taşıma risk oluşturuyor.
Depremin yıktığı şehirlerde yaşamı devam ettirmek yeterince güçken, bir de o koşullarda özel bir hastalığınız olduğunu düşünün... Bu durumda aksayan tedaviniz savaştığınız hastalığın tekrar güç kazanmasına yol açabiliyor. Yaşadığınız üzüntü ve stres vücut direncinizi düşürerek hastalığa karşı zırhınızı zayıflatabiliyor.
Güçlü kalmanız için iyi besinler, hijyenik yaşam koşulları ve temiz içme suyu gerekli ancak şartlar buna imkân vermiyor. Almaları gereken yaşamsal desteğin bile lüks görülebildiği bir felaketin ortasında kalan kanser hastaları, depremle mücadele ederken şüphesiz diğer birçok kişiden çok daha ağır bir süreç yaşıyor.
Kanser tedavisi gören kişilerden evde ilaç kullanarak hastalığı kontrol altında tutabilenler Türk Eczacıları Birliği’nin sahra eczanelerinden ilaçlarını birkaç gün gecikmeyle de olsa temin edebildi. Bazı hastalarsa kemoterapi, hedefe yönelik ajanlar veya immünoterapiler gibi, damar yolundan sistemik tedaviler alıyordu. Bu hastaların tedavilerinde Kahramanmaraş ve Hatay’da hastanelerin de depremden etkilenmesi sonucu aksamalar yaşandı. Ancak tedaviyle ilgili en büyük sorun radyoterapide oldu. Onkoloji hastalarının yüzde 50’sinden fazlası hayatlarının bir evresinde radyoterapiye ihtiyaç duyuyor. Radyasyon onkolojisi hem hastalığın tedavi edilmesinde hem de ağrıyı dindirmek, kanamayı durdurmak, hastalığın beyne yayılmasını önlemek gibi amaçlarla kullanılıyor. Tedavide radyasyon üreten cihazlardan yararlanılıyor. Bu nedenle de güvenli, zırhlı odaların olduğu özel merkezler gerekiyor. En büyük hasarı gören illerden Hatay’da çalışan bir radyoterapi merkezi kalmadı. Hastaların orada tedavi alabilmesi mümkün değil.
Depremde hepimiz çaresizliğin ne demek olduğunu hissettik. Sevdiklerinin enkaz altından sesi geldiği halde onları kurtaramayanlardan biri de eczacı Alper Karabulut’tu. Annesi, babası, kız kardeşi, yeğeni ve birçok akrabası Adıyaman’da enkaz altında can verdi. “Onları kurtaramadım” diye üzülürken çaresizliği bu kez de bebeğinin yaşamı için hissediyor. Çünkü depremden günler önce bebeği Uras’ın SMA hastası olduğunu öğrendi. Yenidoğan bebeklere rutinde yapılan topuk kanı taramasında çıkmıştı hastalık. Aslında doğum öncesi çok sayıda genetik test yaptırmışlardı. Genetik hastalıkların çoğunda neden olarak gösterilen akraba evliliği de değildi onlarınki. O yüzden eşi de
kendisi de inanmak istemedi Uras bebekte bu hastalığın olduğuna... Anne Melis Karabulut “İlk teşhis konduğunda kabul etmedim. İki kez gen analizine başvurdum. Çünkü akraba evliliği gibi bir durum yok. Gebeliğimde bir sürü genetik test yaptırdım. ‘Mümkün değil’ dedim. Ama gerçek, görmek istemesek de karşımızda duruyordu. Bir anne olarak çocuğunuz için canınızı vermek istiyorsunuz. Ancak canınız bir işe yaramıyor, o gen tedavisini almasını sağlamanız gerekiyor” diyor.
Her saniye değerli
Baba Karabulut içinse bu durumla yüzleşme dönemi çok daha ağır geçti. Teşhis netleştikten sonra eşiyle makaleler okudular, uzmanlarla görüştüler. Gen tedavisinin çocuklarının sağlıklı bir yaşam sürmesi için tek umut olduğuna ikna oldular. Bununla birlikte tedaviye hızlı ulaşmaları gerektiğini de öğrendiler. Çünkü konuştukları uzmanlar, henüz semptomlar başlamadan alınan tedavinin çok daha etkili olduğunu
söylüyor.
Ancak güçleri yetmiyor dünyanın en pahalı ilacını almaya. Yasal bir bağış kampanyası başlatmak için de çok sayıda prosedürü aşmaları gerekiyor.
Diyaliz suni böbrek demek. Böbrekleri sağlıklı çalışmayan kişiler haftada 3 gün, 4’er saat diyaliz cihazına bağlanıyor. Diyaliz cihazı aynen böbreğin yaptığı gibi zararlı maddeleri hastanın kanından uzaklaştırıyor. Dolayısıyla bu, hastalar için yaşamsal bir tedavi. Depremin yıkıcı etkisi elbette diyaliz merkezlerini de vurdu. Hasar alan diyaliz merkezlerinin cihazları kullanılamaz hale geldi. Üstelik sorun sadece mevcut hastaları ilgilendirmiyor.
Çünkü enkaz altında kalanlarda da böbrek hasarı gelişebiliyor. Enkaz altında susuz geçirilen saatler, insanların böbreklerine hasar veriyor. Bu nedenle kurtarma aşamasındayken, kişi göçük altında bile olsa koluna ulaşılabiliyorsa, hemen serum takıp vücudun su ihtiyacını karşılamaya çalıştı ekipler. Ancak böbreğe en büyük zararı susuzluk değil ‘crush (ezilme) sendromu’ veriyor. Türk Nefroloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Alaattin Yıldız “Göçük altında kaslar eziliyor ve ezilen kaslardan açığa çıkan maddeler böbrekleri bozuyor, böbrek fonksiyonları tamamen durma noktasına bile gelebiliyor” diyor.
Ani ölümlerin sebebi
Prof. Yıldız, ezilme sonucu kaslardan çıkan potasyumun yükselmesi sonucu oluşan kalp durmasının, deprem sonrası ortaya çıkan ani ölümlerin önemli sebeplerinden biri olduğunu anlatıyor. Bu nedenle artan potasyumu hızla vücuttan uzaklaştırıp kalbi korumak adına ezilme sendromu yaşayanlarda hızla diyalize ihtiyaç duyuluyor. Dolayısıyla deprem bölgesinde diyalize duyulan ihtiyaç arttı. Prof. Dr. Yıldız, Hatay-Dörtyol gibi bazı bölgelerdeki diyaliz merkezlerinde yıkım olduğunu söylüyor ve anlatıyor: “Hastaları diyetleri konusunda sıkıca tembihleyerek diyaliz tedavilerinin süresi ve sıklığı azaltıldı. Merkezlerin 24 saat boyunca kesintisiz çalışması için hızlı bir şekilde organize olduk. Deprem bölgesi için gönüllü listeleri oluşturduk, nefrologlar ve diyaliz hemşireleri bölgeye gitti. Ayrıca seans sayısı çok arttığı için tedavide kullanılan malzemelere ihtiyaç artmıştı. Onların temini konusunda destek olduk.”
‘Civar illere gittiler’
Bölgeye dair son durumu sorduğum Türk Böbrek Vakfı Başkanı Prof. Dr. Timur Erk “Deprem bölgesinde yaklaşık 8 bin diyaliz hastası vardı.