Paylaş
Savcılık Atilla’ya “ABD ve ABD Hazinesi’ni dolandırmak”, “Uluslararası Acil Ekonomik Güç Yasası’nı delmek”, “Bankacılık sisteminde sahtekarlık yapmak” ve “Karapara aklamak” konularında bir kumpasın parçası olma suçlamasını yöneltmişti. Savcılığın Atilla’ya yönelttiği iki kişisel suçlama da “Karapara aklama” ve “Bankacılık sisteminde sahtekârlık yapma” idi.
TEK KİŞİSEL SUÇLAMA
Jüri, “Kumpasın parçası olmak” suçlamalarının dördünde de Atilla’yı suçlu buldu. Buna karşın, “kişisel” suçlamalardan sadece “Bankacılık sisteminde sahtekârlık yapmak”tan suçlu bulundu. Atilla, “Karapara aklamak için kumpas kurmak”tan suçlu bulunduğu halde “Karapara aklamaktan” ise suçsuz bulundu. Peki bu çelişkili görünen durum nasıl oluyor?
Karar analiz edildiğinde şöyle bir yanıt ortaya çıkıyor:
Mahkeme jürisi, Zarrab’ın işlediğini itiraf ettiği organize suçlara Atilla’nın da iştirak ettiğini kabul etmiş. Ancak kişisel olarak sadece bankacılık bilgisi ile bazı noktalarda yol gösterici olmak suretiyle suç işlediği kanaatine varmış.
Bu da Atilla’nın atılı suçlara iştirakinin hiçbir kişisel menfaat elde etmeden, bulunduğu görevin gerektirdiği işlemleri yaparak gerçekleştiğini gösteriyor.
3 KRİTİK KARAR TAKİP EDİLECEK
Karar açıklandığından beri herkes “Hakan Atilla tek kuruş bile rüşvet almamış. Görevini yapmış. Büyük haksızlık oldu” diyor. Ben de benzer bir izlenim edindim.
Amerikan hukuk sistemi açısından önümüzde artık üç kritik karar var:
11 Nisan’da mahkeme Atilla’nın suçlu bulunduğu 5 konuda alacağı cezayı açıklayacak.
Atilla, temyiz başvurusunda bulunacak.
Amerikan Hazinesi, mahkeme kararı doğrultusunda, İran ambargosunun delinmesi konusunda Türkiye’deki ilgili bankalara ilişkin yaptırımlarını açıklayacak.
TÜRKİYE NE YAPACAK
Hürriyet, dün bu konuda Nuray Babacan imzası ile önemli bir kulis haberi yayınlamıştı. Hükümetin ve AK Parti’nin dava konusunda ‘pozisyon’ geliştirmeye çalıştığı anlatılan haberde, “zincir davalar” beklentisine dikkat çekilmişti. Jürinin Atilla’yı bir organizasyonun parçası olarak kabul ettiğini düşünürsek, bu beklentinin haksız olduğunu söyleyemeyiz. Haberde, Türkiye’nin meseleyi BM’ye ve Lahey’e taşıma düşüncesi de aktarılıyordu.
Lahey’e gitme gibi bir ihtimal neredeyse yok. İki nedenle:
ABD bu tür uluslararası kuruluşların yargılamalarını tanımıyor.
Bu tür kuruluşlarda hukuktan çok siyaset ağır basıyor. Türkiye haklı durumda olduğu Mavi Marmara olayını Lahey’e taşımak istemiş, siyasi yaklaşımlar nedeniyle aleyhte bir karar çıkacağı endişesiyle bundan vazgeçmişti. Türkiye uluslararası ilişkilerinde bu kadar yalnızlaşmışken bir Amerikan mahkemesinin kararını bu tür platformlara götürürse ters tepebilir.
AK Parti’nin önemli hukukçularından Mustafa Şentop’a bu kaygıları hatırlattım. O da Lahey’e gitmekten değil, BM bünyesindeki insan hakları, yargı bağımsızlığı gibi komitelere başvurmaktan bahsettiklerine dikkat çekti.
Şentop, bu komitelere yapılacak başvurunun gerekçesini de şöyle anlattı: “ABD’nin uyguladığı yaptırımlara uyacağız diye bir uluslararası kural yok. Bu BM Güvenlik Konseyi kararları için geçerlidir ve biz de BM kararlarına uymuşuz. Şimdi bir ülke de kalkıp, İsrail’e ambargo ilan edip İsrail ile ticaret yapanları yargılamaya kalksa yaşanacak kaosun içinden çıkılabilir mi?”
STRATEJİK BİR EKİP KURULMALI
New York mahkemesinde görülen davanın Atilla ile sınırlı kalmayıp, dallanıp budaklanacağı endişeleri bu kadar yoğunsa, daha stratejik hareket etmek gerekebilir. Bu dava ile ilgili kapsamlı bir hukuk stratejisi ekibi kurulabilir. BM’ye yapılacak başvurularda, Türkiye’nin BM ambargolarına sadık kaldığı, ABD ambargolarına da uymak zorunda olmadığı anlatılabilir. Diğer taraftan da bankalara yaptırım meselesinin mahkemeden çıkıp Amerikan Hazinesi’ne havale edilmesiyle ortaya çıkan “siyasi pazarlık” imkânı iyi kullanılarak olası yaptırımlar hafifletilebilir.
Paylaş