Paylaş
Geçen gün Gaziantep’teydim.
Bölgede hala yıkıcı depremlerin etkisi hissediliyor.
Ki; Gaziantep en az etkilenen illerimizden biriydi.
Maraş’a, Malatya’ya, Hatay’a da gittim; buralardaki travma hala sürüyor.
Devlet, sivil toplum örgütlerimiz, gönüllülerimiz vatandaşımızı yalnız bırakmadılar belki ama bu yaraların sarılması yıllar sürecek.
Ve tabii ki kayıplarımız için hala yas tutuyoruz.
11 kentte toplam 14 milyon insanımız bu afetten doğrudan etkilendi.
Hasar ve kayıplarımız çok daha az olabilirdi.
Türkiye bir deprem ülkesi olmasına rağmen ne yazık ki yeterli hazırlığımız olmadı.
Bu depremlerden hepimizin dersler çıkarması gerekir.
Örneğin Türkiye bir daha imar affını konuşmamalı; Meclis’te teklif dahi edilmemeli.
Aslında devletin vatandaşıyla barışmasından daha doğal bir şey olamazdı.
Barıştı da; ama sonuçları görüyorsunuz.
Türkiye’nin çok hızlı kentsel dönüşüme ihtiyacı var.
31 Mart seçimlerine giderken birçok adayın bu konuya ele aldığını, seçim kampanyalarını kentsel dönüşüm üzerine kurguladığını görüyoruz.
Buna seviniyorum çünkü Türkiye birçok konuda atılımlar yaptı ama modern kentleşme konusunda ne yazık ki potansiyelinin çok altında kaldı.
Tekrarlıyorum…
Bundan sonra vatandaş imar affı talebini dillendirmemeli.
Siyasetçilerimiz ister imar barışı deyin ister af deyin hiçbir şekilde bu konuyu gündeme almamalı.
6 Şubat depremleri Türkiye için bir milattır, bunu herkes böyle bilmeli.
Tarımda 50 milyar dolar gibi bir hedefimiz neden olmasın?
Tarım Gazetecileri ve Yazarları Derneği (TAGYAD) Yönetim Kurulu Başkanı; Uluslararası Tarım Gazetecileri Federasyonu (IFAJ) İcra Kurulu Üyesi ve Hürriyet Ege Yazarı İsmail Uğural’ın bir yorumu var.
Uğural şöyle diyor.
“Bana göre tarım ve gıda sektörümüzün temel çelişkisi budur.
Başka bir ifadeyle, ihracat performansı mevcut potansiyelin çok altında kalmaktadır. Türkiye, 2023 yılını bu sektörde, büyük bir ihtimalle, 26 - 27 milyar dolar dolayında ihracat ile kapatacaktır.
Evet, Türkiye tarım - gıda dış ticaretinde net ihracatçı konumdadır, bu sonuç elbette gurur vericidir ancak neden daha fazla ihracat yapmıyoruz ya da yapamıyoruz?
Tanımlanmış bir vadede; söz gelimi 2035 yılı için niçin 50 milyar dolar gibi bir hedefimiz olmasın?
Neden mesela; hububat, bakliyat, yağlı tohumlar ve mamulleri ihracatımız yüzde 100 artışla 26 - 27 milyar dolar olmasın?
Neden yaş meyve, sebze ve mamulleri sektörümüzün 10 milyar dolarlık bir ihracat hedefi olmasın?
Bu örnekleri rahatlıkla çoğaltabiliriz.
Bu güzel ülkenin çok ciddi bir tarım, gıda, odun dışı orman ürünleri ve hatta bu kategoride kabul edilmese bile önemli bir tarımsal mekanizasyon ihracatı potansiyeli var.
İhracat yol göstericidir; disiplin ve terbiye edicidir. İhracat yüksek katma değerli üretimi, yeni teknolojileri, yenilikçiliği (inovasyonu) ve Ar-Ge'yi teşvik eder.
İhracat aslında çiftçimizin görünmeyen dostudur. İhracat, ‘Akıllı Tarım Ülkesi’ olma hedefinin başlangıç noktasıdır.
Peki bu nasıl olacak? İşte asıl soru ve sorun burada…
Önce bu sorunsalı bir öncelikli politika seçeneği kabul edip, sonra eyleme geçeceğiz. Tabii yol haritası da bu çerçevede hazırlanacak.
Sonuç itibarıyla tarım ve gıdada ihracat gerçeğini algılamadan ve bu doğrultuda somut hedefler koymadan yürümek, bizleri yalnızca bir kısır döngüyle karşı karşıya bırakmaktır. Nitekim yaşıyor olduğumuz gerçek de ne yazık ki budur.
Oysa Türkiye’mizin ihracat odaklı tarım ve gıda politikalarına acil ihtiyacı bulunuyor.
Tarım ve Orman Bakanlığımız ile birlikte Ticaret Bakanlığımızı tarihi bir görev beklemektedir.”
Katılıyor ve Türkiye’nin daha iyisini yapacağını biliyorum.
Lezzetle sağlık bir arada olmalı
İtalyanlar gastronomiyi en iyi anlatan ülkelerden biri… Bunun için lezzet ile sağlığın geleneksel buluşmasını anlatan İtalyan Mutfağı Haftaları yapıyorlar. Son yıllarda sürdürülebilirlik ve yerel gıda değerlerini ön plana çıkarıyorlar. İyi ki de yapıyorlar. Türkiye’de de bu konuda önemli adımlar atılıyor artık…
Gastronomi, lezzet ve sağlığın uyum içinde olabileceğini anlatmalı. Bu serüven geleneksel lezzetlerin coğrafi işaretli ürünlerle buluşmasını da sağlamalı. Örneğin İtalyan Mutfağı Haftası’nın teması bu yıl özellikle “Lezzetle Sağlık Bir Arada” seçilmişti. Temanın kökleri İtalyan mutfak geleneğinin yalnızca etkileyici lezzetler sunmakla kalmamasına; iyi ve dinç bir yaşam biçimini teşvik etmesine de uzanıyor. Daha iyi yaşlanmak ve daha iyi bir hayat artık çok önemli mottolarımızdan…
Artık gıda atıklarını azaltmak ve çevresel etkiyi minimize etmek de daha çok konuştuğumuz şeyler…
Ev kiralarındaki yüzde 25
sınırlaması da mağdur yarattı
Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre ocak ayında enflasyon yüzde 64.86 oldu. Kira artış oranı ise yüzde 54.72 olarak belirlendi. Tabii konutlarda kira artış oranı 2 Temmuz 2024 tarihine kadar yüzde 25 olacak.
Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, fabrika ayarlarına dönüş konusunda ve özellikle enflasyonla mücadelede önemli hamleler yapıyor. Merkez Bankası’ndaki başkan değişikliği bile sıkı para politikasından dönüş olmayacağının bir kanıtı…
Ancak şunu da unutmamak gerekir.
Kiralardaki yüzde 25 sınırlamasında da yeni bir düzenlemeye ihtiyaç var.
Resmi enflasyonun 50’lerin üzerinde olduğu ve bunun devam edeceği gözüken bir yılda; üst üste iki dönem kira artışlarını sınırlamak başka mağduriyetler de yarattı.
Yani sadece kiracılar mağdur değil, ev sahipleri de enflasyondan nasibini alıyor.
İkincisi arabuluculuk mekanizması da bozulan ev sahibi-kiracı ilişkilerinde merhem olamadı.
Çünkü mahkeme kararlarının gecikmesi uzlaşma zeminini de etkiliyor.
İnsanlar hayatlarıyla ilgili kararlarını değiştirebilir ve buna göre aksiyon almak zorunda kalabilirler.
Kendi evine geçemeyen, satamayan; ihtiyaç olmasına rağmen eli kolu bağlanan insanlar olduğunu biliyorum.
Bu da başka bir haksızlık yaratmıyor mu?
Siyasetin bunu da çözmesi gerekir.
Paylaş