Paylaş
Bu gidişle endeksin 9.600’lere inmesi işten bile değil. Çok mu kötümserim? Sanmam... Asıl kötümser olan, piyasa oyuncuları... Daha doğrusu kafası karışık olan ve kritik sorulara bir türlü tatmin edici yanıt bulamadığı için kendini güvence altına almaya çalışan bunun için de en kötü senaryoya göre hareket eden oyuncular... Aslında iyi haber yok değil. Sadece geçen hafta bile iki iyi haber geldi. Mesela enflasyon rakamları son 20 yılın en düşük seviyesine gelmiş durumda. Kimse 2002 yılı sonunda rakamın yüzde 30’un altında olacağını düşünmüyordu. Oysa gerçekleşen rakam yüzde 29 seviyesinde. Ayrıca İhracat rakamları rekor kırmış vaziyette. Ama yanıtsız sorular o daha ağır basıyor.
IMF ile imzalanan stand-by anlaşması çerçevesinde yapılması gereken 4. gözden geçirme toplantısı bu ay tamamlanacak. “Tamamlanacak da, acaba nasıl olacak?” diye sormaktan kendimizi alamıyoruz..Çünkü gözden geçirmenin ilk adımında IMF heyeti Türkiye’den ayrılırken bir açıklama yapmış ve olmazsa olmazlarını sıralamıştı: Kamuda atıl istihdamın azaltılması, mali sektör reformunun sürdürülmesi, ihale yasasının oluşturulma biçimi...
Tabii ki ekonomik programın IMF’den vize alabilmesi için bunların dışında, dile getirilmese bile, bir de olmazsa olmazlar var. Kaynağı belli olmayan harcamaların, zinhar, yapılmaması gibi...
Oysa SSK ve Bağ-Kur emeklilerine verilen zam, bu anlamda hükümeti fazlasıyla zorlayacak. Bu zammın hangi kaynaktan karşılanacağı konusunda net bir açıklama yok. Devlet Bakanı Ali Babacan laf arasında ne olduğu tam belli olmayan bir tasarruftan bahsederken kimi yazarlar dolaylı vergilere yüklenerek kaynağın bulunmaya çalışacağını ifade ediyor. Ama bu alanda da gidilecek yol çok kalmamış gibi görünüyor. Radikal Gazetesi’nin bugünkü sayısındaki habere göre 1999’dan 2002 yılına dek dolaylı vergi oranları sırasıyla yüzde 55,0-59,0-59,6-66,9 ve 69,3 olmuş. Ayrıca Radikal’in aynı haberinde Mali Milat’ın Cumhurbaşkanı’ndan veto yemesinde de dolaylı vergilerdeki artışın vergi adaletini bozmasının önemli bir gerekçe olduğu dile getiriliyor.
Öncelikle hatırlanması gereken bir nokta var. Bu zammı AKP hükümeti değil bir önceki hükümet açıklamıştı. 57. Hükümet’in Ekonomi Bakanı Masum Türker bu açıklamayı yaptığında da kaynak meselesi gündeme gelmiş ama seçim telaşı nedeniyle çok fazla üzerinde durulmamıştı. Yani durum şudur: Zammı veren 57. Hükümet oldu ama bunun kaymağını yiyecek olan ya da ceremesini çekecek olan 58. Hükümet olacak.
Tabii ki bu tanımlama kaynak meselesini çözmeye yeterli değil. Kimi yorumcular hükümetin Irak savaşı sebebiyle ABD tarafından Türkiye’ye sağlanacak olan yardıma güvendiğini iddia ediyor. (Buraya yeni ve daha büyük harflerle bir ama daha koymak lazım.)
AMAAAA....
Irak ile ilgili soru işaretlerinin, azalmak bir yana dursun, günden güne arttığını izliyoruz hep birlikte. Meselenin siyasi boyutunu bir yana bırakıp ekonomik boyutuna baktığımızda da Türkiye açısından pek bir gelişme yok. Radikal Gazetesi yazarı Murat Yetkin daha önce Türkiye’nin olası bir operasyondaki zararının ABD tarafından uluslararası finans kurumlarına hesaplattırıldığını ve rakamın 4-15 milyar dolar arasında bulunduğunu yazmıştı. Yetkin Türkiye’ye verilecek olası rakamın kısmen hibe kısmen de kredi olarak karşılanacağını hatta Türk yetkililerin daha çok “kredi” seçeneği üzerinde durduğunu belirtmişti.
Bugün ise başka Dünya Gazetesi’ndeki bir haberde kredi ve hibe meselesine çok fazla vurgu yapılmadan Türkiye’nin zararlarının karşılanması meselesinin ABD tarafından, “Irak’ta yapılacak olan ihalelerden büyük montanlı pay verilerek” halledileceği belirtiliyor.
Eğer hakikaten kredi ve hibe seçenekleri ikinci plana atılmış ve zararın karşılanması ihalelere indirgenmişse durumumuz Nasreddin Hoca’nın “peşin parayı gördün, gülersin tabi” diye biten fıkrasındaki duruma benzeyecek. Fakat kişisel kanaatim gazeteye açıklama yapan ABD’li bürokratın asıl şu sözlerinin üzerinde durulması gerektiği yönünde:
“...Türkiye’ye yönelik paketin içinde bazı hibe ve krediler var. ..Acil durum müdahale kaynağı bir kenarda bekliyor...”
Paylaş