Bu gerileme ile birlikte piyasadaki dengelerin de bozulduğunu izliyoruz çünkü işlem hacmi de tarihi dip seviyelere yaklaşıyor. Haftanın ilk işlem gününde birinci seansta sadece 55 trilyonluk işlem hacmi vardı.
Ne olacak bu borsanın hali?
Biz ne olacaksak, borsa da o olacak...
Nasıl mı?
Şöyle ki:
Bugün elektronik postalarımı kontrol ediyorken şöyle bir mesajla karşılaştım:
Ara sıra bakış açısını değiştirmekte fayda var. Başka fikirler başka görüşler hem benim hem de sizin vizyonunuzu açabilir. Bu nedenle bugün bir dış sese kulak verelim istedim. Piyasayı en az benim kadar (hatta belki de daha yakından) tanıyan ve izleyen bir dış ses bugün piyasayı sizin için yorumlayacak (İnsanın kendine ait bir köşesinin olmasının güzel kısmı da bu).
Buyrun efendim konuk yazarımız sayın Hürriyet Bahri'nin yorumları sizleri bekler. Kendisinin öyküsü ayrıca bir "başarı öyküsüdür" ama övünmeyi sevmediği için bu konuya girmeyeceğim. Sadece borsadan "kırdığı" parayla Puket Adalarında "krallar gibi" yaşadığını söyleyeyim, gerisini siz anlarsınız zaten.
Bir biz değil herkes hasta
Evet evet, sizleri yanıltmak istemem ama bir biz değil herkes aynı sıkıntıyı yaşıyor. Hangi sıkıntıyı mı? O konuya da geleceğim ama borsacıların gözünden borsanın son durumunun nasıl göründüğüne bir bakalım mı? Bakalım.
Geçenlerde eski bir borsacı ahbabımla uydu telefonu vasıtası ile sohbet ediyorken oldukça ilginç meselelere temas ettik. Örneğin borsacı ahbabıma göre, bu aralar borsa hakkında fikir beyan etmek için ağzını açan herkesin ilk cümlesinin "Ben böyle piyasanın..." olması bir şeylerin işareti imiş. Artık neyinse... Ardından gelen cümle ise "Bu yaşıma geldim böyle rezalet, böyle kepazelik görmedim. Bu nasıl piyasadır Allah Allah!!!..." oluyormuş.
Şimdi, durum neden böyle çünkü para yok. Bende de yok ama piyasada para olmaması daha önemli. Çünkü para olmayınca gelişmeler iyi bile olsa alım yapamıyorsunuz. Mesela bakkala gidip "Ver ordan sosis, salam, sucuk, peynir. Para mı, ne parası? Gelişmeler olumlu enflasyon düşecek, faiz inecek, herşey cillop gibi olacak" deseniz bakkal amca size ne der? Evet haklısınız "ondan" der.
Bunu tek farkeden ben değilim. Piyasanın büyük oyucuları da fark emiş. Bunun için de "madem bizimkilerde para yok, gelip hisse senedi almıyorlar, o zaman biz de yabancı yatırımcı avına çıkarız" deyip hayır duaları ile bir adamlarını Londra'ya yollamışlar. Tabii akadaş buyursun gelsin de "umduğunu değil bulduğunu" yemek zorunda kalacak gibi bir hisse kapılıyorum. Çünkü Londra'da da işler kesat, ABD'de de...
"Ben borsanın arka bahçesinde sanal bir yatırımcı mezarlığı olduğunu düşünüyorum. Bir zamanlar Takasbank'ta hesabı olan yatırımcı sayısı 5 milyona ulaşmıştı. Ama Körfez krizi, 94 krizi, Asya krizi derken bunların bu yatırımcıların 3 milyonunu borsanın arka bahçesindeki bu sanal mezarlığa gömdük. Bir de manipülasyonlara malzeme olan tüyoya tamah edip kendi kendine bu mezarlığın yoluna düşenler var ki onların da sayısı az değil. ama hiç bir zaman bu dönemde olduğu kadar büyük bir yatırımcı avı görmedim. Yani yatırımcı mezarlığına gidecek daha bir sürü insan var."
Neden borsada para kazanılamıyor? Neden endeks 2002 yılı başından bu yana 12 bin puan seviyesinin üzerine çıkamıyor? Bu Bu sorulara yanıt bulmanın kolay olmadığını düşünebilirsiniz ama aslında hiç de sanıldığı kadar zor bir iş değil. Çünkü İstanbul Borsası borsanın en temel borsa niteliklerini yitirmek üzere. Bunda kimin payı var dersiniz? Siyasiler, büyük yatırımcılar, aracı kurumlar, bankalar ve şirket sahipleri el birliği içinde borsayı 16 yılda maalesef bu noktaya getirmeyi başardı. Borsa -yine maalesef ki- bir çok yatırımcının gözündeki statüsüne -kumarhane- ulaşmak üzere.
Belki onlarca kere tekrarladığım bir hatırlatmayı bir kere daha ifade etmek zorunda kalacağım. Ama bu konu çok önemli olduğu için üzerinde durulması gerekiyor.
Eğer küçük yatırımcı iseniz borsada günlük hareketlerde para kazanmanız mümkün değil. Çünkü günlük hareketleri gerçekleştirenler ellerinde oldukça büyük miktarlarda nakit bulunduran oyuncular. Bu oyuncular da, emin olun, operasyon yaptıkları hisse senetlerindeki bir lotluk hisse senedi hareketlerini bile takip eder durumdalar. Eğer onların bilgisi dışında piyasaya girmeye çalışan biri olursa sonu kaçınılmaz olarak hüsran olacaktır.
Bakmayın ortalıkta dolaşan bir gecede zengin olan insanlarla ilgili söylentilere. Elbette, bir gecede zengin olmak imkansız değil. Fakat bir borsada bir gecede zengin olan insan sayısı, 1986 yılından bu yana 1000, ya da bilimedniz 2000 ise bir gecede elindekini avucundakini yitiren insanların sayısı on bin hatta yüzbinle ifade edilmek durumunda.
Bırakın yanlış yatırım kararlarını, sizin dışınızdaki etkenler nedeniyle bile elinizdekinden avucunuzdakinden olabilirsiniz. Mesela bankacılık sistemi ile ilgili operasyonları düşünün. Bu çerçevede sırası kapalı olan şirketler nedeniyle 300 bin yatırımcı bir senedir bu hisse senetlerini alıp satamıyor.
Eğer bir yerlerde değerlendirmek istediğiniz bir birikiminiz varsa ve yatırım için adresinizin de borsa olduğunu karar vermişseniz sakın ola ki İMKB 30 Endeksi kapsamındaki büyük şirketelr dışında hiç bir şeye yatırım yapmayın. En kısa süreli yatırımınızın da 1 yıllık bir dönemi kapsamasına özen gösterin. Aksi takdirde borsanın arka bahçesinde olduğu ifade edilen ve az önce tahmini rakamını verdiğimiz yatırımcı mezarlığında kendinize bir yer ayırtmanızda fayda var.
Sakın yanlış anlamayın krizin bittiğini söyleyen yazar, bürokrat ve siyasetçi korosunun bir üyesi değilim. Onlar her ne kadar istatistikler, grafikler ve rakamların diliyle böyle bir iddiayı öne sürebilme cesaretini gösteriyorsa da ben o ölçüde cesur olamaycağımı biliyorum.
Çünkü sokağa çıktığımda (tabi burada hangi sokağa çıktığınız da çok önemli) işin söylenildiği gibi olmadığını görüyorum. Maalesef evet maalesef kriz sürüyor. Faizin kaça indiği ya da borsa endeksinin yılbaşından bu yana yüzde kaç çıktığı, dolar-TL paretisinin kaça gerilediği, borçların yeniden çevrilebilir hale gelip gelmediği benim için çok fazla bir şey ifade etmiyor. Bu ülkenin namuslu ve çalışkan (makul çoğunluktan bahsetmiyorum) milyonlarca çalışanının hayatlarını nasıl devam ettirdiği benim asıl ilgilendiğim nokta.
Borsaya da bu açıdan bakmak gerekiyor.
1998 yılında İsveç'te katıldığım bir sermaye piyasası panelinde adını hatırlamadığım bir konuşmacı, neo-liberalizmin sosyalizm karşısında başarılı olduğunu, üstelik bunu sosyalist sistemin en temel argümanını liberalleştirerek başardığını söylemişti.
Tarihin Sonu teorilerinin hala revaçta olduğu o günlerde konuşmacının temel iddiası liberalizmin, sosyalizmin başaramadığını başararak sermayeyi "borsa" aracılığı ile tabana yaydığı ve böylelikle refah toplumu yolunda önemli adımlardan birinin daha başarılı bir biçimde atıldığı argümanı çevresinde yoğunlaşıyordu.
Bire bir borsa çatısı altında çalışmaya başlayana kadar bu argüman hiç aklıma gelmemişti. Elbette o zaman da İMKB denildiğinde toplumun önemli bir kesiminin aklına "kumarhane" benzeri bir şey geliyordu ama açıkçası işin bu kadar vahim olduğunu ben bile tahmin etmiyordum.
Borsa çatısı altında geçen bir buçuk yıl sonrasında net olarak gördüm ki:
1-
Gün içinde konuştuğumuz borsacılar yaşanan bu hareketin nedenini bir türlü açıklayamadıklarını ve asıl olarak borsada "teknik hareketler" izlendiğini belirtseler de bu sözlerin asıl anlamının "Valla biz de anlamadık. Böyle durumlarda olduğu gibi teknik deyip kurtuluyoruz" olduğunu tahmin etmek için müneccim olmaya gerek yok. Ardından CNN Türk'teki yayınlarımda ben de hiç bir şey söyleyememe sıkıntısı içinde haftasonu yaşanan siyasi gelişmelerine ve Arjantin'deki hükümet istifasına dikkat çektim. Ardından akşam saatlerine doğru borsacıların tüm yorumları bu iki noktayı işaret eder hale gelmişti.
Hani teknik hareketlerdi...
Açıkçası bu iki meseleden bahsetmiş olmamın dahiyane bir yanı yok. Piyasayı izleyen herkes bilmek zorundadır ki yatırımcı hemen herşeyden etkilenebilir. Eğer sizin de piyasa hareketlerini yorumlama gibi bir muradınız hatta daha ileri giderek göreviniz varsa yurtiçi siyasetten uluslararası politikaya, dünya ekonomisinden yerel gelişmelere kadar her alana hakim olmanız gerekir.
Bu işin gereğidir. Oysa biliyoruz ki bu mesaiyi, para kazandığı işin yükümlülükleri gereği harcamak zorunda olan insanların, yani borsacıların oldukça önemli bir kısmı siyasetin uluslararası olanından yerel olanından da, ekonominin yurtiçindeki seyrinden de yurtdışındaki seyrinden de bihaber yaşamayı tercih ediyor. Vatandaşı "tüyo" müessesesine karşı sözde uyaran borsacılar kendileri bu bataklığın içinde boğulmuş durumda.
Böyle olunca da piyasada iki adım geri, bir adım daha geri mantığı ile hareket etmeye başlıyorsunuz. Tüm çabalar sözde kalırken piyasa da habire geri gidiyor. Yanlış anlaşılmasın endeksin kaç puan olduğu umrumda bile değil ben yatırımcının parasını değerlendirdebileceği çok önemli bir enstrümanın kumar makinesi, tek kollu haydut haline gelmesinden yakınıyorum.
Piyasaya dönersek... Borsacolar, hatta kendi adına işlem yapan piyasa oyuncuları (gömlekçiler) bile aynı şeyi söylüyor.
Büyükler anlaştı Bu aralar piyasada olmama kararı alınmış durumda. Çünkü yukarı yönde hareketi destekleyecek bir gelişme yok. Geçen ay olduğu gibi bu ay da 10 gün önceden enflasyon rakamları beklentisini ısıtmak işe yaramayacak. O halde beklemek gerekr. Ancak gelecek hafta Pazartesi gününden itibaren endeks kafasını kaldırabilir. Çünkü bugn ve bu hafta kullanılamsı için erken olduğu düşünülen enflasyon dataları beklentisi için uygun zaman gelmişolacak. Sonrası için Allah kerim...
Futbolun siyasileşmesi kaçınılmaz bir süreçti. Ali Şen başkanlığındaki Fenerbahçe'den Ağar destekli Galatasaray'a kadar hemen herkesi kapsayan bir süreç. Süleyman Seba başkanlığındaki Beşiktaş'ın hala MİT takımı imajını silemediğini de hatırlayalım. Ayrıca son günlerin hedefteki adamı Federasyon Başkanı Haluk Ulusoy'un ANAP ile ilişkisi herkes için aşikar.
Ama Ayaş'da düzenlenen ve çok sayıda koyu renk takım elbiseli ve kara gözlüklü, Ekensever ve futbolseverin izleyici olarak katıldığı Korkut Eken Futbol Turnuvası ile futbolumuzun siyasetle dansını taçlandırmış olduk.
Tanrı futbolu korusun!
Türkiye'de spor kulüplerinin başarısını siyasi otorite ile olan mesafesi belirliyor.
Borsa için de durum farklı değil. Aslında Türkiye'nin hiç bir kurumu için farklı bir senaryo çizmek mümkün değil. Borsanın bugünkü durumunu değerlendiriyorken bugüne kadar yazdığımız iç dinamikler kısa vadeli meseleler dışında da sorunlar var. Çok basit bir örnek verelim. Vadeli işlemler piyasasının kurulması.
Konunun tartışıldığı son iki yılık dönemde bu piyasanın İMKB bünyesinde değil İzmir'de ayrı bir yapılanma olarak kurulması uygun görüldü. Oysa bu aklı selime sığmayacak bir karar. Türkiye'nin ekonomi ve finans başkenti İstanbul iken vadeli işlemler borsasının İzmir'de kurulması daha baştan bu piyasanın ölü doğmasına neden olacak. Peki o halde İzmir ısrarının sebebi ne? Malumu ilana gerek yok.
Oysa tam anlamıyla işleyebilen bir vadeli işlemler piyasası borsanın önünü açacak, yabancı yatırımcıyı, türev piyasa oyuncularını buraya çekecek, yatırımları hedge etme (yani bir anlamda sigortalama) şansı olacak ve borsa, önemli bir atılım yapmış olacaktı.
Pek sevmediğim bir huyum var. Sanki beni okuyan tüm insanlar hiç bir gün kaçırmadan okuyorlarmış gibi düşünürüm. Bu nedenle de daha önce değindiğim bir konuyu tekrar etmemeye özen gösteririm. Tüpraş örneği gibi zaman içinde gelişen olaylarda değil elbette. Onlarda her tekrar asılnda yeni bir konunun eklenmesi ile oluşur. Yani temelde yapılan tekrar değil haber takibidir. Ama bu kez ister istemez tekrar var.
İstanbul Borsası'nın en önemli sorununu para eksikliği olduğunu en baştan söyleyelim. Geçmişinde 20 bin puanı aşmış bir borsa endeksinin aradan geçern iki seneye rağmen daha 12.500 puan seviyesini bile aşamaması manidardır. Fiyatlar bu kadar ucuzken üstelik. Bir de yüzde 50'lik bir devalüasyon yemişken hem de... Yani sorun hisse senetlerinin fiyatı değil. Ellerinde para olanlar buraya 1999 yılındaki yükselişte olduğu gibi para sokmak istemiyor. Nedenleri kara para meselesinden reel sektör krizine kadar uzatabilirsiniz.
Ama kısa vadeli neden yine Bankacılık Yasası. Daha önce defalarca yazdığım için bir kere daha yazarken rahatsızlık hissediyorum ama bunun yanına İstanbul Yaklaşımı meselesini de ister istemez eklemek zorundayız.
Salı günü gelen satışları bu çerçevede değerlendirmek gerek.
Sonrası mı?
Daha Kredi Çöküşü tehlikesini atlattığımızı sanmıyorum.
Sobaların sıcaklığına sığınmış, kafe bahçesinde oturup bira içiyorum.
Bahçenin İstiklal Caddesi tarafından bir tinerci çocuk yaklaşıyor saksıdaki çiçeklerle sınırları belirlenmiş korumalı alana doğru. İçeri girmeye cesaret edemiyor ama çiçeklerin hemen yanıbaşında durup içeriye doğru bakmaya başlıyor. Bir kaç dakika sonra küçük alanın tinerci çocuklu tarafı tamamen boşalıyor. Çünkü çocuk "Açım ulan, bir lokma yemek verin" diye bağırmaya başlıyor.
Kafenin garsonları (hepsi delikanı çocuklar) çocuğa zaten karnını doyurması için zaman zaman yemek veriyorlar. Yine verecekler ama çocuk çok aç... Bağırmayı sürdürüyor. Biz, akıp giden sokaktan çiçek saksılarıyla ayrılmış güvenli alanımızda biralarımızı yudumlarken, kafalarımızı bile kaldırmaya cesaret edemeden, kakıp gitmeye bile cesaret edemeden çocuğun susmasını bekliyoruz. Bekliyoruz. Bekliyoruz...
Ama çocuk susmuyor. Sırayla herkesin yakınına gelerek yalvararak, yaltaklanarak, küfrederek yemek istiyor. Biz kafamızı bile kaldıramıyoruz, gözgöze gelmemek için..
Sonra adını bilmediğim garson kaşla göz arasında çocuğa yarım ekmek bir şeyler veriyor. Ve çocuk uzaklaşırken saksıdaki çiçeklerle sokaktan ayrılmış korumalı alanda, kimse kimsenin yüzüne, gözlerine bakamıyor. Çünkü tinerciler toplumsal asalaklar. Çünkü sözle ifade etmesek de biliyoruz ki biz de öyleyiz.
Mekan: Erenköy, ev...
Ortadoğu yine yanıyor. Olaylar karşısındaki tutumumuz aslında nasıl bir insan olduğumuzu kendimize gösteren önemli bir veri değil midir. Suç ve Ceza'nın Raskolnikov'u gibi doğru kararı vermez ya da verdiğimiz karar her ne ise onun ağırlığını taşıyamaz ve altında ezilirsek, cehennem için ebedi hayatı beklemeye çok gerek kalmaz. Onursuzluk ve vicdan azabı da bir başka cehennem biçimidir.
Borsa ile ilgileniyorsanız eğer senede en az bir iki kere borsa düşüşünü açıklamak için "Ortadoğu'da alevlenen çatışmalar..." sözü ile başlayan cümleler kurmak zorunda kalırsınız. Cenin katliamı (ki öldürülen sivillerin sayısının yüzlerle ifade edildiğini İsrail yönetimi bizat ifade etti), Ramallah'da bir ulusun liderini tecrit ederek ulusal onuru ayaklar altına alma operasyonu, basiretsiz bir Filistin önderliği, lakabı "kasap" olan savaş suçlusu bir başbakan, ve kendini yok ederek direnmeye çalışan gencecik insanlar...